Nuri GÜRGÜR
6 Kasım’da Bişkek’te yapılan Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) Zirvesi’nde Türk dünyasının geleceğini etkileyecek çok önemli bir karar alındı: “Türk Dünyası Şartı” kabul edildi.
Türk Dünyası, ortak tarih, ortak coğrafya, ortak harita, ortak edebiyat, ortak alfabe konularında kültürel (sosyolojik) bütünlüğün oluşmasının kapılarını açacak adımlar atmaya hazırlanıyor. Böylelikle Türk kimliği temelinde tarihi, kültürel, dil ve gelenek bağları güçlendirilmiş olacak; ekonomik konularda kurumsallaşarak refahın ve verimliliğin artmasına, herkesin yararlanmasına uygun bir ortam oluşturulacak. Belge daha önce kabul edilen “Türk Dünyası 2040 Vizyonu” temel kabul edilerek hazırlandı.
Türk Devletleri birlikte olduklarında daha güçlü, güvenli ve huzurlu bölgesel, hatta küresel bir güç olacaklarını açıkça görebiliyorlar. Çünkü Türk Dünyası coğrafi ve jeopolitik açıdan dünyanın “kalpgâhı”nda yer alıyor. Tarih boyunca kalpgâhta birlik oluşturan Türk devletleri geniş coğrafyalara hükmettiler. Tersine boylara, aşiret ve kabilelere bölündüğü asırlarda bir taraftan Rusya – Sovyetler Birliği, diğer taraftan Çin bütün Türk Dünyasını sömürge haline getirdiler.
90’ların başında Doğu Türkistan dışındaki Türk devletleri bağımsızlıklarını kazanmış olsalar da bu iki emperyalist gücün tehditleri yoğun şekilde devam ediyor. Çin geniş ekonomik imkânlarını silah gibi kullanarak, kalabalık nüfusuyla buraları istila ederek, Türk halklarını “Çinlileştirerek” Doğu Türkistan’daki trajediyi bu devletlere de uygulamak istiyor. Türk devletleri Bişkek Şartı’nın gereklerini ve devamını sağlamaları halinde emperyalist tehditleri püskürtmeleri, beş altı asır önceki ihtişamlı dönemlerinin benzerini yaşamaları zor olmayacaktır. Ancak Çin ve Rusya ile rekabet edebilmeleri için ekonomik, sosyal, askeri ve teknolojik v.b. bütün imkânlarını biri birini destekleyecek tarzda etkili ve verimli kullanmaları gerekiyor.
Bişkek Şartı’nda öngörülen hedeflere ulaşılması için her başlığın ciddiyetle uygulanması gerekiyor. Bunun başarılması halinde TDT’nın toplumsal, kültürel ve bilimsel alt yapısı daha ileri hamlelerin yapılmasına elverişli hale gelecektir.
Sonuçta Türk toplulukları içerisindeki gelişmeler ve devletlerarası ilişkilerinin güçlenmesi siyasi bağlamda yeni “statü” arayışlarını zaruri kılacaktır. Kısaca Türk Devletleri Birliği konusu gündeme gelecektir. Bu ihtimali günümüzde bir çokları gerçekleşmeyecek bir hayal olarak görüyor. Ama unutulmasın, 1944 yılında Türkiye dışındaki Türk topluluklarını yazan, konuşan Atsız ve arkadaşları, Turancı suçlamasıyla tutuklanıp yargılandılar; aylarca cezaevinde kaldılar. 12 Eylül Darbesi’nin Başsavcısı Alb. Nurettin Soyer’in ideolojik saplantılarla hazırladığı iddianamede Türk dünyasını konu alan fikir ve faaliyetler Türk Ocakları dahil ağır şekilde suçlanıyor, cezalandırılmaları isteniyordu. Devletin yönetimine el koyan Kenan Evren ve ekibi bu hezeyanlara suskun kalarak onay veriyorlardı.
Kırk yılda nereden nereye gelindiği ortada. Bu değişim sakat bir zihniyetin kendiliğinden düzelmesinden dolayı olmadı; küresel ve bölgesel siyasal şartlar, uluslararası ilişkiler ve yeni siyasi yapılanmalar Türk dünyası gerçeğini adeta bazı kafalara vura vura kabul ettirdi. TDT bünyesindeki faaliyetlerin yanı sıra Avrasya’da yaşanacak gelişmeler, orta vadede ister istemez Türk Devletleri Birliği konusunu gündeme getirecektir.