Nuri GÜRGÜR
Cumhurbaşkanı Erdoğan 10 Kasım’da Atatürk’ü anma toplantısındaki konuşmasında genel bir değerlendirme yaparken şöyle dedi: “Şayet Gazi’nin ömrü ve sağlığı en azından bir on yıl daha ülkeyi yönetmeye elverseydi hiç şüphesiz İkinci Cihan Harbi ve sonrası bambaşka bir Türkiye görecektik .”
Sayın Erdoğan neden böyle düşündüğünü açıklamamış olsa da, söyledikleri bir tarafıyla Atatürk’ün yönetimine övgü, diğer tarafıyla halefi İsmet İnönü yönetimini eleştiri anlamına geliyor. Yakın tarihimizle ilgili bu hükümlerin cumhurbaşkanı tarafından ifade edilmesi önemlidir, dolayısıyla nedenlerinin açıklanması gerekir.
Atatürk’ün yönetimdeki 15 yıllık cumhuriyet dönemiyle İnönü’nün 12 yıllık dönemi arasında hangi farklılıklar yaşandı? Türkiye’nin gelişmesini olumsuz etkileyen ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı “Gazi yaşasaydı bunlar olmazdı” diye düşündürecek neler oldu?
Bunların en önemlisi İnönü’nün Millî Şef sıfatıyla cumhurbaşkanı olunca 1926’da Atatürk‘e Suikast davasında idamdan kıl payı kurtulabilen, yıllardır haksız yere ezilen, Millî Mücadelede düşmanlara karşı omuz omuza çarpıştıkları silah arkadaşlarına elini uzatmış olmasıdır. Karabekir Meclis Başkanı, Rauf Orbay dahil bir çoğunu milletvekili yaptı. Halide Edip yurda döndü, yanlış mı yaptı?
1925’te Şeyh Sait ayaklanması vesile yapılarak çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu ile muhalif Terakkiperver Fırka dağıtıldı. Gazeteciler yargılandı, Türkiye Goloğlu’nun ifadesiyle “Tek partili cumhuriyet“ dönemine girdi Ancak ikinci Büyük Savaş dönemi sona ererken Türkiye yol ayrımına gelmişti. Stalin 1925 tarihli Saldırmazlık ve Dostluk Anlaşması’nı uzatmayarak sonlandırdı. Boğazların yönetiminde ortaklık ve üç vilayetimizin kendilerine verilmesini resmen istedi. Türkiye doğru bir yolu, Batı blokunu seçti. BM’lerin kurucu üyesi oldu. Fakat bu adımlar yetmiyordu, çok partili döneme geçilmesi gerekiyordu. DP’nin kurulup Meclis‘e girmesiyle süreç tamamlandı. Atatürk dış politikasında maceradan özenle kaçınan realist bir insandı. Bazı Kemalistler “erken oldu“ diyerek eleştirseler de İnönü doğrusunu yaptı. Gazi de Sovyetlerin yayılmacı girişimlerine direnebilmek için aynısını yapardı.
İnönü Batılıların bütün baskılarına direnerek ülkeyi savaşa sokmadı. Girseydik altından kalkamayacağımız bir felaket yaşanırdı. Savaş ihtimaline karşı bir milyondan fazla genci silah altına almıştık, üretim durmuştu, bütçenin yarıdan fazlası orduya verilse de yetmiyordu. Elverişsiz iklim şartlarının da etkisiyle büyük sıkıntı vardı. Subaylar üst makamları, komutanları askerin aç kaldığından şikâyet ederek sıkıştırıyordu. Hükûmet 1948 yılına kadar tek kuruşluk yatırım yapamamıştı. Gazi yaşasaydı bu şartları değiştirecek kaynaklar bulabilir miydi? Bu şartlara rağmen Türkiye‘nin Sovyetlerden uzaklaşıp Batı blokuna yanaşmasını Mehmet Uçum gibi solcular ideolojik nedenlerle her zaman eleştirmiştir. Aklı Selim sahipleri, rasyonel düşünebilenler bunların etkisinde kalmazlar.
İnönü’nün en vahim yanlışı 1944’te Sovyetlere şirin görünmek hevesiyle aralarında Atsız, Zeki Velidi, Türkeş ve Orhan Şaik Gökyay’ın da bulunduğu 23 Türk milliyetçisi aydını tutuklatıp, ağır işkencelerin ardından “Irkçılık -Turancılık Davası“ adıyla rezilane bir dava açtırmış olmasıdır. Aylarca tutuklu kalan, aleyhlerinde ağır suçlamalar yaptığı sanıklar, Askeri Yargıtay’ın onurlu duruşuyla aklandılar. Mustafa Kemal olsaydı bu rezalete elbette izin vermezdi.