Senden halife kılıklı Emevi ve Abbasi tiranlarına boyun eğmeyen İmam-ı Âzam olmanı bekleyen yok… Ama Diyanet gibi saygın bir kurumu açılım sürecinin parçası yapmana itirazımız var…
Son cuma namazında hutbe sürece paraleldi ve ırkçılıkla ilgiliydi… Irkçılık, elbette İslâm’da yasaktır ve önemli bir konudur… Fakat bugün için bizim gündemimiz değildir, olmamıştır ve olmayacaktır… “Kürtlüğümü yıllarca gizlemek zorunda kaldım” diyen Bakan Zafer Çağlayan’a “Bu topraklarda ırkçılık olsaydı sen Ankara’da büyük bir sanayici değil, olsan olsan Zaho’da nalbant olurdun” gerçeğini nasıl hatırlattıysak, sana da hatırlatalım ki üniversitelerimizde profesör ve ardından Diyanet İşleri Başkanı değil, en fazla ‘mele’ olurdun…
Irkçılık ve milliyetçilik tartışmalarında, ülkenin Başbakanının kavramları birbirine sokuşturup, milliyetçileri ‘Şeytan’ın kibiri’yle suçladığı günlerde kayıptın… İslâm’a göre katillerle helâlleşme yetkisinin Başbakan’da değil, sadece mağdurlarda ve onun varislerinde olduğunu ifade edebilecek en yetkili makamdayken üzerine vazife olan hakkı dillendirmedin ve sustun… “Hayır, sen helâlleşemezsin” diyerek tarihe Ebu Hanife gibi not düşmek yerine ‘yeni düzenin uyumlu memuru’olmayı yeğledin…
Sahi başta Diyarbakır olmak üzere, meydanlara kurulan ‘alternatif cami’, ‘alternatif imam’, kılınan ‘alternatif cuma namazı’ve hutbelerle ilgili herhangi bir sözün olmuş muydu? Bu ‘çadır dini’ni tasdik etmemek yetmez, onun varlığına karşı yüksek sesle itiraz etmiş miydin?
Geçen hafta Diyarbakır’daydın… Üzerinde ‘Amed’yazılı tabağı sana hediye eden Belediye Başkanı, sürece katkı sağlamaya yönelik çabalarını takdir etti… Törendeki konuşmana Kürtçe başlayıp, Türkçe devam ettin… “Hep birlikte ülkemizi, eman(güvenlik), selâm, adalet ve fazilet yurduna dönüştürelim, bu topraklar üzerinde onuru zedelenmiş, kırılmış hiç bir insan kalmasın” dedin… Ardından çözümü önerdin: Hırkayı yere sereceğiz!.. İçerisine bugüne kadar kırılan bütün kalpleri ve onurları koyacağız!.. Her birimiz ucundan tutup, Kâbe’nin şerefli köşesine yerleştireceğiz!.. Bu kadar basit yani!..
Senden beklenen, süreci ‘dinîleştirmek’adına edebiyat yapmak değil, kanı dökülen mazlumla katilin eşitlendiği bu iğrenç süreçte İslâm’ın sesi ve çağın vicdanı olmaktır… Adı konmamış bebeğin katilleriyle helâlleşmeye kalkışmanın, kız çocuklarını diri diri gömen cahiliyye âdetleriyle yarışacak çapta bir hukuksuzluk olduğunu haykırabiliyor musun?
Bir Kürt olarak, Türk ve Kürt çocuklarını kıran terörizmin sivil uzantılarına tebessüm etmek yerine, “Irkçılık, zulüm üzerine olan kavmine yardımcı olmaktır” hadis-i şerifini hatırlatsaydın ya… Hem belki Başbakan da öğrenirdi ırkçılığın ne olduğunu ve milliyetçilikten nasıl ayrıldığını!..
Demek, hırkanın içine dolduracağız bütün kırılan kalp ve onurları, sonra hep birlikte kenarından tutup kaldıracağız öyle mi? Evlerine atılan roketle yanan Batman Gercüş’lü dört Kürt kardeş ve cesetleri biribirinden ayrılamadığı için sarılı vaziyette birlikte gömülen anneyle bebeği nasıl tutacaklar o hırkayı? Onların yerine vekâleten katilleri tutsa dinen caiz midir, barış ayağına? Binlerce Türk ve Kürt çocuğunun hesabı görülmeden, adalet tesis edilmeden, bu topraklar nasıl selâm ve fazilet yurduna dönüştürülecek?
Ya çık, ilmini umeranın siyasî hesaplarına paspas etmeyen asalet içinde gerçeği haykır ya da o makamı terk et!.. Biliyorsun ki, taşıdığın sıfat dolayısıyla mahkeme-i kübrada senin hesabın bizlerden daha çetin olacak… O yüzden katillerle ortak yürütülen sözde barış sürecine ‘dinî’ katkı sağlamaktan uzak dur… ‘Yeni düzenin memuru’olmaktansa, her Cuma okunan “Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder” ayetindeki ‘adalet’in gereğine sarıl…
Özetle, ilminle amel et!..