Mevlüt Uyanık*
Giriş:
Selçuklu-Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti kültürel sürekliliğinin takip edilmesi, İslâm dünyasında Arap ve Fars Aklının ortaya koyduğu dinî tasavvurların dışında gelişen Türk Aklı ve Müslümanlık tasavvurunu anlamak ve güncellemek için önemlidir. Bu açıdan metnin öncelikli hedefi, “Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak Projesi”[1] bağlamında Selçuklu-Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti kültürel sürekliliğini “Türk entelektüel tarihinde az bilinen bir isim” olan Erol Güngör’ü (1038-1983) merkeze alarak incelemektir.[2]
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinde önemli etkisi olan Ziya Gökalp’in fikirlerinden esinlenmekle birlikte ona ciddi eleştiriler de yönelten Erol Güngör’ün Türk ve İslâm tarihini bütüncül okumalarını anlamak bu bağlamda çok önemlidir. Türkiye dışında Türk soyunun izini takip ederek dört bin yıllık bir geçmişi bütüncül bir şekilde okuma denemesi diye isimlendirebileceğimiz “Tarih’te Türkler’”in neler yaptığına dair tespitlerini, Oğuz Kağan’ın Mete Yabgu/Han (M.Ö.209-174) olduğu tezini, Şehnâmede ve Dîvân-ı Lügati’t -Türk’ de adı geçen Alp Er Tunga olma ihtimalini gündeme getirmesi, bize göre, şanlı tarih sendromunu pekiştirmek ve bir nevi “sığınak” oluşturmak için değil, geçmişte neler yapıldığını bilip, muasır medeniyet seviyesini aşma çabası içinde olma gayretidir. Nitekim Osman oğullarının da bir şekilde şecerelerini Oğuz Kağan’a kadar dayandırma çabaları, Türkleri Hz. Nuh’un oğlu Yafes ile irtibatlandırmaya çalışmaları Güngör’e göre, kendi soyları hakkında kuvvetli bir şuura sâhip olma gayreti ve hükümdarlık hakkının tarihten bu yana Türklerde olduğunu iddialarına meşruiyet sağlamak içindir.[3]
Metnin uzak hedefi ise, Türkistan-Türkiye irtibatının felsefî temellerini, Güngör’ün “terkipçi zihniyetine”[4] dikkat ederek Türkçe Felsefe ve Türk Felsefesine olası katkılarını artırmaktır.
Bundan kasıt şudur: Türkiye Cumhuriyeti kuruluş felsefesine önemli etkileri olan Ahmet Vefik Paşa, Ziya Gökalp, Mümtaz Turhan ve Erol Güngör çizgisinin takipçisi olarak “Türk Felsefesinin gerçekten iyiliğini dileyen her Türk, gücü oranında; felsefe öğretenler ile felsefe öğrenenlerin, usta ile çırağın felsefenin gelişmesine en elverişli biçimde birlikte yetişebileceği bir ortamın ne yapıp kurulmasına ön ayak olmaktır.” [5]
Bu incelemede temel hareket noktamız Güngör’ün şu tespitidir: “Bizimle çağdaş milletler içinde hiçbiri aynı ülkede veya çeşitli yerlerde bin yıllık bir devlete sahip olmuş değildir. Bize bu ülkeyi ve devleti Selçukoğulları’nın idaresi altındaki Oğuzlar kazandırdı. Bugünkü Türkler Alparslan’la birlikte ve ondan sonra Anadolu’ya, daha sonra da Rumeli’ye gelen Oğuzların torunlarıdır; Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti de Selçukoğlu Tuğrul ve Çağrı beylerin kurduğu devletin bir devamı olmuştur. Fakat bu devamlılıktaki sırrı iyi kavramak lazımdır. Osmanoğulları’nın siyasi dehası olmasaydı belki Anadolu Türk devleti de tıpkı Cengiz imparatorluğu veya Timur Bey’in imparatorluğu gibi dağılıp gidecekti ve belki biz bugün Doğu’da kalan amca çocuklarımızın kaderini paylaşacaktık.”[6] Güngör, Türk tarihinin bütüncül bir okumasını yaparak, Bilge Kağan, Kültiğin, Tonyukuk, Orhun abideleriyle Asya’nın bağrına Türk’ün mührünü vurduğunu; Kaşgarlı Mahmut’un ata yurdumuz Türkistan’da bilgi ve bilgeliğin zirvesi olduğunu; Alparslan’ın Anadolu’yu ebedi yurt yaptığını; Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethederek en yüce övgüye mazhar olduğunu vurgular. Metindeki “öncü şahsiyetler”den kastımız bunlardır.[7]
Biz, Güngör’ü takip ederek, Türk tarihinin kültürel sürekliliğindeki sırrın iyi kavranması gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran birikimi anlamak için bu kültürel süreklilik ve “sırrın” bilinmesi önemlidir. Nitekim Türk milleti uzun tarihi boyunca kazandığı bütün gücünü ve tecrübesini (teşkilatçılık, idarecilik, hâkimiyet duygusu, adalet ve şefkat, vakar, yiğitlik, fedakârlık ve feragat, manevi derinlik gibi kültürümüzün bütün ayrıcalıklı niteliklerini) birleştirerek Osmanlı İmparatorluğu’nu kurmuştur. Türkiye Cumhuriyeti tarihimizin bütün evvelki aşamalarının günümüzdeki temalaşmış/somutlaşmış halidir.[8]
Selçuklu-Osmanlı-Türkiye Cumhuriyeti kültürel sürekliliği bağlamında Türkler, 1789 Fransız ihtilaliyle değişen yeni dünya düzenine uyum sağlamak için gerekli düzenlemeleri (Islahat ve Tanzimat) yapar. Osmanlılık, İslâmlık ve Türklük şeklinde özetleyeceğimiz geçiş aşamalarını Yusuf Akçura Üç Tarz-ı Siyaset şeklinde analiz eder. Bu öncü düşünürün yanı sıra Erol Güngör’ü çok etkilemiş ama akademik hayatında onun din, medeniyet ve kültür tasavvurlarına yönelik eleştirileri bulunan bir diğer düşünür olan Ziya Gökalp’tir.[9] Onun Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun ilk aşamasını, derlenip toparlanma ve yeni devletin temellerini sağlamlaştırmak, ikinci aşamasını Oğuz/Türkmen İttihadı, son hedefin Turan olduğunu söylemesinden hareketle Selçuklu ve Osmanlı birikiminin jeopolitik ve jeokültürel açıdan temellendirilmesi yapılabilir. Bir diğer ifadeyle Ötüken Türkistan Ergenekon ile Türkiye Millî Mücadele ile özdeşleştirdiğimiz Anadolu Ergenekon’u arasındaki kültürel sürekliliğin güncellenmesiyle birlikte yeniden “millî bir irfan doğacak, yeni Orhun ve yeni Turfan doğacaktır.”[10]
Bu tespitler “ütopik ve öznel okuma” olarak görülebilir. Ama biz ütopya terimini olmayan ülke veya düş ülke olarak değil, yaşanılan sorunlar bağlamında ilk ve kurucu ilkelerin unutulmaması ve yeniden oluşturulabileceği ortamları hazırlamak diye okuyoruz.[11] Erol Güngör’ün ifadesiyle söyleyecek olursak, objektif tarih olaylarıyla sübjektif tarih anlayışını mukayeseli ve eleştirel okumalar yapıp, mümkün olduğunca birbirine yaklaştırarak sağlam bir tarih şuuru oluşturmaya katkı sağlamak istiyoruz. Nitekim Güngör’e göre, ulus devletin kurulması aşamasında yapılan hatalı okumalar böylece giderilebilir ve “Millî Tarih Şuuru” oluşturulabilir. Peki, bu nedir diye sorulacak olursa, “millete ait tarihin basit olaylar yığını olmadığı, günümüzdeki kaderimizi çizen anlamlı bir zincirin halkaları halinde anlaşılmasıdır. Çünkü tarih şuuru gerek günümüz gerekse gelecek için önemli sonuçlar doğurması bakımından önemlidir.”[12]
“Özgün bir Türk Milliyetçiliği için her türlü ideolojik angajmandan kurtulmak gerekir” diyen Güngör, bu bağlamda, “Türklerden önce Anadolu’da hüküm sürmüş kültür ve medeniyetleri dışlayan, Türklerin Anadolu’ya yerleşmesini Türk tarihinin başlangıcı olarak kabul eden, İslâm öncesi Türk kültürünün yok sayanlara karşı eleştiriler yöneltir. Çünkü dördüncü yüzyılın sonunda Hunlar Batı’da Tuna’yı geçerek Balkanlar’a indiler, Doğu’da da Kafkaslar’dan Anadolu’ya girdiler. Güney Anadolu’dan Suriye’nin Akdeniz kıyılarına ve Kudüs’e kadar yıldırım hızıyla ilerlediler. Sonbaharda aynı yoldan Azerbaycan’a döndüler diyerek bilgisel hazır bulunuşluk sağlar ve Romalıların nasıl şaşkınlığa düştüğünden bahseder.[13]
Güngör, Türk tarihi ve kültürü İslâm öncesi dönemlerden başlar, der ve Mavi ve Muhafazakâr Anadolucular olarak bilinen grupların aksine, Türk milletini Anadolu’da yaşamış halkların bir bileşimi olarak görmez. Dolasıyla İslâm etkisindeki Türk tarih ve kültürünü yok sayan kesimlere karşı çıkmakta, Türklüğü kan, ırk ve soy gibi biyolojik referanslara dayandıran yaklaşımlara -genellikle- mesafeli durmakta ve Türk kültürünü Batılılaştırma çabalarına direnç göstermektedir. Ona göre, Türk kültürü Batılılaşmaya direnmiştir, çünkü Türkler, çok eski bir tarihe ve kültüre sahip olmaları sebebiyle insanî değerler açısından Batı medeniyetinden daha güçlü ve köklü konumdadırlar. Millet anlamında İslâmiyet öncesi Türklük dönem ile İslâmiyet’le tanışmış olan Türklük dönemini eklemleyen bir tarihsel çizgiye, Orta Asya ile başlayıp Anadolu’da devam eden ve ideal olarak Turan’da bütünleşecek bir kültürel coğrafyaya, milliyetçiliğin taşıyıcı unsuru olarak İslâm ile bütünleşmiş ve Batılılaşmadan korunmuş Türk kültürüne sahip çıkmaktadır. Bu tespiti yaptıktan sonra “İnsanlığın ortak kıymetleri sayılmaya layık beşerî hasletleri Türk kültürü kadar geliştirmiş ve yaymış başka bir kültür de yoktur. Batı ile bizim kadar uzun ve çetin mücadelelere girdiği halde bizim kadar ona mukavemet etmiş olan ve bu mukavemeti devam ettiren bir başka millet gösterilemez. Bu direnmenin sebebini Türk milletinin intibak kabiliyetindeki eksiklik yerine, Türk kültürünün çok sağlam ve köklü oluşu, hatta beşerî ve ahlaki kıymetler bakımından batı medeniyetine üstün oluşu ile izah etmek daha doğru olur.” ifadelerini kullanır. [14]
Yukarıda “mesafeli durmak” ifadesini açıklayacak olursak, ideolojik angajmanlar yerine Güngör fikrî duruşu öne çıkaran bir tavırdadır, yoksa onun Türklerin etnik kimliğine ilgisiz kaldığı anlamına gelmez. Nitekim “Tarihte Türkler” adlı kitabı, Güngör’ün etno-kültürel Türk tarihine olan ilgisini gösteren örneklerden birisidir. Aslında milliyetçilik çerçevesinde farklı konulara yönelen görüşleri, hiçbir kategoriye dâhil edilemeyecek kadar orijinal ve çatışır gibi görülen kavramlar arasında bir üçüncü/orta yol alternatifidir. Güngör’e göre ulus-devlet/milliyetçilik ile İslâmiyet, muhafazakârlık ile modernleşme birbirlerine zıt kavramlar olmak zorunda değildir. Onun milliyetçiliği, dünya üzerindeki milliyetçilikler içinde kendine has bir yeri olan Türk milliyetçiliği dairesinde, yine şahsına has bir milliyetçiliktir. Ayrıca O, “Milliyetçilik ve demokrasi arasında tutarlılığı sorgulanmaya açık bir ilişki kurmuştur. Milliyetçiliği ülke içindeki sosyo-ekonomik ve kültürel çeşitlenmeyi azaltacak bir araç olarak görürken, milliyetçilik düşüncesinin çeşitlenmesi ve tartışılmasını demokrasi ve ifade özgürlüğünün gereği saymaktadır. Milliyetçilikle millî hâkimiyeti, millî hâkimiyetle de demokrasiyi özdeş tutmaktadır. Bu bakış açısıyla örtük olarak demokrasinin zaten milliyetçiliğe içkin olduğunu önermektedir.” [15]
Ziya Gökalp ve Mehmet İzzet’le başlayıp Mümtaz Turhan’la devam eden Türk sosyoloji okulunun öncü düşünürlerinden olan Güngör, bir kültür milliyetçisi olarak, millet ve milliyetçilik olgularını duygusal, ideolojik ve dış kaynaklı tanımlardan kurtararak toplumsal zemine oturtmaya çalışır. Bu çerçevede, henüz elimizde işlenmiş ve hazırlanmış bir Türk milliyetçiliği görüşü mevcut olmadığını belirtir. Türk Devletinin, solcu bir rejimi olan Sovyetler Birliği’nin yarattığı tehdit ile modern ve batıcı değerlere direnç teşkil eden sağcı akımlar karşısında geliştirilmiş konjonktürel, geçici ve işlevsel niteliği öne çıkan bir “ideoloji denemesi” olarak Atatürk Milliyetçiliğini öne sürdüğünü düşünür. Sağ ve sol akımların reel durumları incelendiğinde elli yıllık genç Cumhuriyet’in yaşama çabasını temsil eden Atatürkçülük öğretisinin geliştirildiği dönem itibarıyla olgun bir alternatif bulunmadığı için, aşırı ideolojik yaklaşımlardan kaçınmak ve çoğulcu demokrasiyi yerleştirmek amacıyla aceleyle geliştirilen ve hafife alınmaması gereken bir dizi tedbir olarak görür.[16] Tespitleriyle hala güncelliğini koruyan İslâm’ın Bugünkü Meseleleri adlı eserinde Erol Güngör, Arap Aklının ortaya koyduğu ıslahat çabalarının etkisizliğinden bahseder. Aslında sorunun enerji üretim ve arz bölgelerinde egemenlik mücadeleleri olduğunu belirtir. Özellikle Ortadoğu’daki hükümetlerin halklarının siyasal, toplumsal ve dinsel sorunlarını çözemeyen fiili birer oligarşi veya diktatörlükler olduğunu vurgular.[17]
I. Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti İrtibatının Kültürel Sürekliliğini Sağlayan Öncü Şahsiyetler
Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak için Selçuklu-Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti kültürel sürekliliğinin takip edilmesi şarttır, çünkü Fars ve Arap akıllarının dinî verileri meşruiyet aracı olarak kullanmadan bir öğreti geliştiren Türk aklını ve ortaya koyduğu felsefî/siyasi tutumu güncellemek gerekir. Biz bu sürecin din ve siyaset irtibatı/ilişkisi çerçevesinde incelenmesini Tuğrul Bey (ö. 455/1063),Sultan Alparslan (ö. 465/1072),Osman Bey (ö. 724/1324),Fatih Sultan Mehmet (ö. 886/1481), Yavuz Sultan Selim (ö. 926/1520) veMustafa Kemal Atatürk’ü (ö.1938) simge siyasi şahıslar olarak alıyoruz.[18]
Simge liderlerimizden Tuğrul Bey, Arap ve Fars akıllarının ortaya koyduğu Müslümanlık tasavvurlarının dışında gelişen Türk aklı ve Müslümanlık tasavvurunun ortaya konulması açısından önemlidir. Fâtımî/Şiî-Abbâsî/Sünnî hilafet kavgalarının dışında gelişen bu perspektifin temellendirilmesi ve yaygınlaştırılması için Nizâmiye medreselerinin (üniversitelerinin) yaygınlaştırması, buralarda felsefe din ve temel bilimlerin bir arada okutulması son derece önemlidir. Günümüz İlahiyat Fakültelerinin temeli buraya kadar gider ve İslâm dünyasında (Ezher gibi vakıflar tarafından kurulanlar dışında) ilk resmî devlet üniversitesi de denilebilir.
Güngör bu süreci analiz ederken Nizâmülmülk’ün devletin en önemli yöneticilerinden birisi olarak Fars geleneğinden olduğuna dikkat çekerek, Türklerin Sâsânî devlet geleneklerinden birçoğunu aldıklarını vurgular. Ona göre şehir medeniyetinde kurulan bir devlet bunu gerektiriyordu. İlk zamanlarda devlet hizmetleri belli bir tahsilden ve memuriyet tecrübesinden geçmiş kimseler olarak Türkler kadar İranlılar tarafından da yürütülmüştür.[19]
Bize göre, Sultan Alparslan; Türkiye Cumhuriyeti’nin misak-ı millî sınırlarının çizilmesi ve Anadolu’nun yurt edinilmesi açısından; Osman Bey, Moğol saldırılarıyla dağılan Anadolu’da beyliğini bir devlet haline getirmesi açısından önemlidir. Beylik (küçük site/devlet) kurması, Türk devlet geleneğinin devam ettirildiğini gösterir. Fatih Sultan Mehmet; Anadolu Türk Birliğini sağlayarak, İstanbul’u fethederek Osmanlıyı bir dünya devleti haline getirmesi açısından kurucu özne olarak görülmüştür. Mustafa Kemal Atatürk de Anadolu Ötüken’i diye isimlendirilen Millî Mücadele sonrasında bu birikimi tevarüs ederek Türkiye Cumhuriyeti’nin laik ve sosyal bir hukuk devleti olarak temellerini atan ekibin lideridir. Devam edecek…
* Prof.Dr. Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, me**********@hi***.tr
Bu metin, Vefatının 40. Yılında Erol Güngör Sempozyumu (15 Kasım 2023 Konya) sunulmuş olup, Gelenekten Geleceğe Bir Aydın Erol Güngör II, edit:Mahmmut Hakkı Aydın, Hüseyin Özil İlhami Aydın, (Ankara: Kadim Yayınları 2023), 38—68 arasında yayımlanmıştır.
[1] Mevlüt Uyanık, Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak -Türk Felsefesine Giriş- Muhafazakâr Düşünce Dergisi, yıl 15, sayı 54, Ankara 2018, 179-199. Türk Felsefesi: İmkânı ve Gerekçesi Üzerine Notlar” İslami Araştırmalar Dergisi, 2019; 30 (1):8-23
[2] Kurtuluş Kayalı, “Türk Düşünce Dünyasının Takipçisi Olmayan Filizi Erol Güngör”, Star Gazetesi, 13.12.2010’dan Erol Güngör: Hayatı, Eserleri ve Düşünceleri, Ankara: Türk Akademisi Sosyal ve Kültürel Araştırmalar Merkezi, Ankara, 2012, 1 vd; Mevlüt Uyanık, “Erol Göngör”, Çağdaş İslam Düşünürleri, Bilay Yay., 2022, 185-2157
[3] Erol Güngör, Tarihte Türkler, Ötüken Yay., 8.basım, İstanbul, 1997,11,18-20, 183, aynı yazar, Türk Kültürü ve Milliyetçilik, 68-77,80, aynı yazar, Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik, Yer-Su Yay,, 2019, 46; aynı yazar, “Ziya Gökalp ve Türkçülükte Din Meselesi”, Atsız Armağanı, Komisyon, İstanbul 1976, 267-280), Muallâ Türköne, “Ziya Gökalp ve Erol Güngör’de Medeniyet Kavramı”, Erol Güngör İçin, Ankara 1988, s. 179-189’dan Şeyma Güngör, “Erol Güngör”, TDV İslâm Ansiklopedisi, 14, 1996, 305; Adem Doğan, “Erol Güngör’de Dinî Düşünce Boyutu”, CUSBE, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Sivas, 2018, 21 vd.
[4] Hayatı ve eserleri için bkz. Şeyma Güngör, “Erol Güngör”, TDV İslâm Ansiklopedisi, 14, 1996, 305.
Cafer Vayni, Erol Güngör, Alternatif Yayınları, Ankara, 2002, 13-18’den derleyen Gökhan Güler, “Erol Güngör: Hayatı, Eserleri ve Düşünceleri”, Türk Akademisi Sosyal ve Kültürel Araştırmalar Merkezi (TASAV), Ankara, 2012, Makale 1, 4; 2.
[5] Nermi Uygur, Türk Felsefesinin Boyutları, YKY. 2.baskı, İstanbul 2012, 103
[6] Erol Güngör, Türk Kültürü ve Milliyetçilik, İstanbul: Ötüken Yay., 1999, 126.
[7] Fuat Yavuz, “Bir Zirve İlim Adamından Kesitler “Prof. Dr. Erol Güngör”’’, Arşiv Dünyası, 16-17, 2014, 13.
[8] 1. Güngör, Türk Kültürü ve Milliyetçilik, 17, İstanbul: Ötüken Yay., 2006, 69, 70, 126; Güler, “Erol Güngör”, 1, 4; Uyanık, “Erol Güngör”, 188.
[9] Güngör, Türk Kültürü ve Milliyetçilik, 68-77,80; aynı yazar, “Ziya Gökalp ve Türkçülükte Din Meselesi”,Atsız Armağanı, Komsiyon, İstanbul 1976, 267-280; Muallâ Türköne, “Ziya Gökalp ve Erol Güngör’de Medeniyet Kavramı”, Erol Güngör İçin, Ankara 1988, s. 179-189’dan Göngör, 14/305
[10] Ziya Gökalp, Kızılelma, haz. Hikmet Tanyu,(Baskı Sayısı), Ankara: Kültür Bakanlığı Yay., 1976, 18, 84, 107,109-116, 187, 201.
[11] Mevlüt Uyanık, Felsefi Düşünceye Çağrı, 4, Ankara: Elis Yayınları, 2021, 241.
[12] Erol Güngör, Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik, İstanbul: Ötüken Yay., 1995, 75, 86.
[13] Güngör, Tarihte Türkler, 22
[14]Güngör, Türk Kültürü ve Milliyetçilik, 70; Ercan Balcı, “Türkiye’deki Milliyetçilik Söylemleriyle Kıyaslamalı Olarak Erol Güngör’ün Sosyolojik Milliyetçilik Anlayışı.”Sosyoloji Araştırmaları Dergisi, 14, sy. 1, 2011, 10
Balcı, “Türkiye’deki Milliyetçilik Söylemleriyle Kıyaslamalı Olarak Erol Güngör’ün Sosyolojik Milliyetçilik Anlayışı”, 23-24.
[15]Güler, “Erol Güngör: Hayatı, Eserleri ve Düşünceleri”, 4,15-16.
[16] Balcı, a.g.m,15.
[17] Güngör, Erol. İslam’ın Bugünkü Meseleleri, İstanbul 1993, 8. Baskı, 18; aynı yazar, Türk Kültürü ve Milliyetçilik, 20-23; ,Yılmaz Özakpınar, “İnsanlığın Bugünkü Meseleleri ve İnsan Zihninin Niteligi”, Prof. Dr. Erol Güngör’ün Anısına Armağan, yayına hazırlayan Ahmet Sevgi, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Yay., Konya, 1998, 207. Mevlüt Uyanık, “Arap Baharının Mezhepçilik ve Kabilecilik Bağlamında Analizi”, Eski ve Yeni Dergisi, sayı:25, 2012, 84-93, aynı yazar, Arap Dünyasında Dönüşümler: Yemen, Kamu’da Sosyal Politika Dergisi, yıl 5, sayı.18, 2011, 3, Ankara. Memur Sen, 28-42.
[18] Erol Güngör, Türk Kültürü ve Milliyetçilik,126; Yavuz, “Bir Zirve İlim Adamından Kesitler ‘’Prof. Dr. Erol Güngör””, 61; Güler, “Erol Güngör: Hayatı, Eserleri ve Düşünceleri”, 13.
[19] Göngür, Tarihte Türkler, 162