“Ne mi yapacağım? Hiç! Çocukluğumun saflığına döneceğim. Dünya gözüyle son bir defa göreceğim, beyazlığını öpeceğim, kızıllığına yüzümü süreceğim. Ömrümün kısalığına göre hüküm vermeyin. Benim de çok güzel günlerim, unutulması imkânsız hatıralarım oldu. Başkalarında bayrak vardı; her bayram sokak sokak dolaşıp bayrağımı aradım. Yere yakın olanlarına yanaklarımı değdirdim -kimsenin bakmadığı zamanları kollayıp- öptüm. Boyumun yetişemeyeceği yüksekliklerde dalgalananlarına selam verdim, hatır sordum. Anlayın beni, istediğimi verin. Bayraklı yaşadım; bayraksız ölemem.”
“Bir de Kur’an istiyorum… Yaratanımın, her şeyi bilenimin, en doğru tek yolu gösterenimin, esirgeyenimin ve bağışlayanımın kelâmını istiyorum. Yegâne en büyüğün huzuruna varmadan önce belki birkaç ayetini okuyabileceğim. Son nefesimi vermenin eşiğinde kulluğumdaki noksanların acısını duyacağım. Beni kurtaracak başka ne olabilir? Böylesine huzur içinde olmamı, rahat gitmemi kim sağlayabilir? Kur’an’ımı verin; bu kadarını esirgemeyin; gecikmiş sayılmazsınız. Kur’an’lı yaşadım; Kur’an’sız ölemem.”
“Nihayet iki rekât namaz kılmaya yetecek bir zaman istiyorum. Diriliğimdeki borçlarımın bağışlanması için değil, sevdiklerimin muhafaza buyrulması ve uğruna can verdiğim mukaddesatımın çiğnenmemesi için dua edeceğim. Dilimin son hecesi, kalbimin son atışı Kelime-i Şehâdet olacak. Sonra, canımı almaya memur edileni incitmeden iteceğim; her şeyi ve herkesi bir yana bırakacağım, ölümsüzlüğün koynuna gireceğim.”
“Evet, ey yaşayanlar! Ben işte böyle öleceğim…”
“Sakın acımayın; ‘gençliğine yazık oldu’ demeyin. Artık çok geç; merhametinize ihtiyacım kalmadı. Şimdi, hepinizin kıskanacağı bir rütbedeyim