Aradan uzun aylar geçti, siyasî hayatımızın gündemi halden hale girdi, şehitlerimiz tabur tabur oldu, yaz geçti kış oldu, patriot füzeleri geldi; unutamadık efendim, sindiremedik; Devletimize “hasittir” çeken o terbiyesiz belediye başkanının görüntüsünü unutamadık. Biz o şehitleriz, yetmiş milyonuz efendim! Toprağın altındakileri saymıyorum. Hâlâ yerinde oturan o adama diz çöktürmedikçe; bu hesap her zerresiyle alınmadıkça, vebali size çok ağır gelir efendim, kaldıramazsınız! Unutuldu sanmayın; millet unutmaz, hâlâ hazmetmeye çalışıyor, ama mümkünü yok. Devlete, tarihle yüzleşiyoruz adı altında günde kırk kere özür diletiyorsunuz ve on bin kişilik bir yerleşimde elli bin kişinin mağaralara doldurularak yok edildiğini söylüyorsunuz! Millet sayı saymasını da biliyor, eşkıyadan özür dilemekle sorunlarımızın çözülemeyeceğini de efendim.
Meclise alınan eşkıya uzantıları her gün devletin itibarını yerlerde sürüklüyorlar; görmüyorsunuz. Her gün meydan okuyorlar; gülümsemekle yetiniyorsunuz. Bu tutumların siyasî hedefleriniz açısından değeri nedir, bilmiyorum; ama devleti şamar oğlanına çeviremezsiniz efendim; hesap sorun. Biz şehitlerin acısını da sineye çekeriz; tarihimiz, kültürümüz bu acıların eseridir; ama devlet eğilmesin! Hukuka bağlı ve saygılı bir yönetim, dünyanın hiçbir yerinde kendisini böyle aşağılatmaz, aşağılatamaz. Bizim kültür geleneğimizde devlet bütün mukaddesatımızın koruyucu yapısıdır, toplumsal değerlerimizin en üstünüdür; kutsallığı da bu anlamdadır ve buradan gelir. Ona küfrettiremezsiniz efendim! Türk’üyle, Kürd’üyle ruh bütünlüğümüz parçalanıyor efendim!
Şüphe etmeyin ki, Birinci Dünya Savaşı ve Millî Mücadeleyi kanları ve istikballeriyle gerçekleştiren kahraman nesil azap içindedir! 0 nesil devlete nasıl bakıyordu bir örneğini hatırlayalım: Yıl 1918, Mevlanzâde Rıfat bey, Said Nursî’ye mektup yazıyor; “Devlet artık parçalandı, herkes kendi kavmine dönüyor; biz de Kürtleri canlandırmak için doğuya gidip çalışalım” diyor. Bediüzzaman’dan aldığı cevap şudur: “Osmanlı devletini dirilteceğini söyle sana hayatımı vereyim; başka şeylerle uğraşamam.”
Bu insanlar devletlerine hakaret ettirmezlerdi; bu insanlar var olduğu için devletimiz altı yüz yıl yaşadı. Onları gözardı edemezsiniz. Toprağın üstündekiler de azap içindedir efendim; bir türlü hazmedemiyorlar, unutamıyorlar.
Büyüklük sözle olmaz. Belediyenin kapısında devletimize “hasittir” çekip, sonra odacısıyla maaşını aldıran ve devlet otoritesiyle emirler veren o serseriden hesabımızı sorun! Bu devletin vatandaşı olan, bu devletin nimetleriyle yaşayanlara benim mukaddeslerimi çiğnetmeyin, efendim, aşağılatmayın; bunun vebalini kaldıramazsınız!
Hiçbir çözüme devletin halk indindeki itibarını çiğneyerek ulaşılamaz. Farzımuhal ulaşıldığı düşünülse bile, o artık çözüm değil, anlamını yitirmiş bir mevta gibi olur.
Son günlerde Hoca Efendi’nin bir sohbeti yayımlandı; kulağınıza gelmiştir. O da her vatandaşımız gibi çözüm istiyor, kan akmasın istiyor; bu uğurda fert olarak el, etek de öpülebilir, diyor; ama devlet katında bir ölçü koyuyor: ” Milli onur ve milli gurur ayaklar altına alınmamak kaydıyla; o mefkûreye saygı devam ettiği sürece… Kan kusup, kızılcık şerbeti içtim de denilebilir…” diyor.
Affınıza sığınırım efendim, ilim bir nokta imiş cahiller onu çoğaltmışlar; ben de onlardan olduğum için sözü biraz uzattım; hülâsa-yı kelâm hazmedemiyoruz, efendim!
Türkiye Günlüğü