Gezi Parkı eylemlerine son nokta konulmadı. O yüzden nereye doğru evirileceğini, kamuoyu vicdanının nihai hükmünü nasıl vereceğini henüz bilmiyoruz. Olaylar akmaya devam ettiği için de ilgilerimiz daha çok detaylar üzerinde yoğunlaşıyor. Ulaşabildiğimiz görüntülere, ekranlardan akan sözlere bakıp aidiyetlerimize zarar vermeden duygularımızı aktaracak kelimeler aramakla meşgulüz. Ancak bir şeyi itiraf etmeliyiz. Bazı aktörler ve sahneler hoşlanmadığımız biçimde tanıdık gelse de, olan-bitende “yeni” bir şeyler var. İktidar-muhalefet konumlarının ötesinde bir noktadan bakarak anlamaya çalışmamız gereken şeyler…
Kalabalığın niteliği zamanla değişse de, farklı partilere oy vermiş seçmenlerden oluşan bir topluluk Türkiye’nin şimdiye dek geniş çaplı protestolar oluşturmasına alışmadığı türden bir sorun için eyleme başladı. Kimlik meseleleri ve hayat tarzları etrafındaki kemikleşmiş kutuplaşmalardan bakarak kolayca itiraz edilemeyecek bir “yerel” sorun, insanları polisle karşı karşıya gelme pahasına sokağa döktü. Eylemin ilk safhasında sosyal medyadan yansıyan havaya bakıldığında şunu gördük. İktidar partisinin seçmenleri dâhil çok büyük bir kitle eyleme katılmasa bile protestolara hak verdi. Gezi Parkı ile ilgili kararın alınış biçimini de polis müdahalesini de en azından alkışlamadı. Bu durum, siyaset yelpazesinin tümüne yaygın bir dönüşümün habercisi. Toplumun dinamikleşen kesimleri, belirli aralıklarla sandığa gitmeye indirgenmiş bir demokrasi anlayışını reddediyor. Yeni dönemde “katılımcı demokrasi”, gerçekten kitlesel bir talebe dönüşebilir.
Gezi Parkı eyleminin karşılık bulmasında hayli zamandır kendini iktidarın uzağında hisseden, bu yüzden de ciddi düzeyde protesto enerjisi biriktirmiş olan geleneksel muhalefet elbette pay sahibi. PKK/BDP çizgisinin radikal solla birlikte girdiği siyasi arayışlar, yeni düzen tarafından marjinalleştirildiklerine inanan genç kesimlerin keskin ideolojik formatlara oturmamış siyasallaşma arayışları vb. gibi birçok faktör alandaki gösterileri etkiledi. Ancak, bunlar yeni ve beklenmeyen gelişmeler değil. Bu yüzden dikkatimi daha çok “Yeni Türkiye”nin kendisini var eden mimarlara verdiği mesaj çekiyor.
Yaşadığımız dönüşümün iki temel sebebi olduğunu düşünüyorum. İlki, Türkiye’yi uzun yıllar kutuplaştıran bazı temel sorunların geride kalmaya başladığı yönündeki toplumsal algı. Hayat tarzlarının artık güvencede olduğunu, ufukta kimliklerine yönelik varoluşsal bir tehdidin kalmadığını düşünmeye başlayan “yüksek politika” alanındaki kaygılarından sıyrılmış kitleler, gündelik hayatlarını etkileyen maddi sorunlarla daha fazla ilgilenmeye başlıyorlar. Büyük tehditlerle uğraşmak için gözü kapalı güven talep eden siyaset anlayışının sorgulanmaya başladığı eşik burası. Keskin kutuplaşmaları gerekli kılan korku azaldıkça, ”alçak politika” alanına ait hoşgörülegelen yönetim kusurları daha fazla göze batmaya başlıyor.
İkinci temel sebep ise, ekonomik dinamiklerle bağlantılı. Orta sınıflaşma arttıkça, siyasi katılım talebi de yükseliyor. Zenginleşme, geleneksel algı kalıplarının normal kabul ettiği otoriter yönetim üslubuna karşı güçlü refleksler üretiyor. Büyüyen ekonomi, kendi mimarlarını yeni siyasi davranış kalıpları ve yeni bir seçmen tipiyle tanıştırıyor. Son dönemde Rusya’yı etkileyen bu dinamik varlığını benzer formatlarda bizde de göstermeye başladı. Siyasi istikrar, zenginleşmeyi beraberinde getiriyor. Zenginleşme ise yönetime her düzeyde ve aktif katılmak isteyen daha büyük bir kitleyi siyaset sahnesinin aktif öznesine dönüştürüyor. Yalnızca vekâlet vermekle yetinmeyen, yönetim süreçlerinde de söz sahibi olmak isteyen güçlü bir katılım talebiyle yüz yüzeyiz.
Gezi Parkı eylemi, ilerleyen aşamalarında farklı grupların provokasyon ve yönlendirmeleriyle yozlaşabilir. Hatta bazı istihbarat servislerinin adlarının karıştığı senaryoları da izleyebiliriz. Bu tehditleri bertaraf etmek için güvenlik birimlerimizin etkin faaliyetlerine muhtacız. Ancak, protestolara bakışımızı bütünüyle güvenlikleştirirsek aştığımız önemli sosyolojik eşiği fark edememiş olacağız. Gezi Parkı’nda Türkiye’nin siyasetçilerinin ıskalamaması gereken bir işaret fişeği atıldı. Bakalım “Yep” yeni Türkiye talebini kim önce fark edecek?