Bazıları klişe bir söz gibi algılasa da “bin yıllık bir geçmiş” asıl gerçekliği ortaya koyuyor. Bu gerçeklik her yönüyle iyi analiz edilmeli. Bugünlerde tekrar tekrar hatırlanmalı ve hatırlatılmalı. Bunu yaparken “her şey güllük gülistanlıktı” hayalciliğinden de kaçınılmalı. Tarih hiçbir zaman tozpembe bir tabloda yaşanmamıştır. Milletlerin tarihteki mücadelesi zorlu badirelerle geçmiştir. Türk milleti için bu durum belki de iki kat daha fazladır. Bu badirelerdir ki Türk milletini dünyanın en önemli milletleri arasına sokmuştur. Türkler gerçekten çok zor imtihanlardan geçmişlerdir. Hiçbir zorluk Türkleri yıldırmamış ve her badireden yeni bir dirilişle çıkmayı başarmışlardır. Ergenekon bu çıkışın bir sembolüdür.

Türk milleti tarihten bağımsız bir sosyoloji ile anlaşılamaz. Türkler dünyada hem eski dönemlerde, hem modern dönemlerde aktif rol üstlenmişler ve tarih sahnesinde olmuşlardır. Bu yüzden milletin varoluş tarihi Avrupalı modern milletler gibi yeni değildir. Milletin başlangıç noktası için farklı teoriler, eldeki bazı olgulara dayanarak farklı tarihler ileri sürmektedirler. Bu tartışmayı paranteze alarak konuya devam edecek olursak Türk milletinin modern bir millet haline gelemeye başladığı noktayı bizim Anadolu’yu vatanlaştırdığımız zamana bağlayabiliriz. Bunun simgesel tarihi 1071 Malazgirt Zaferi’dir. Malazgirt Zaferi’ni kazanan komutan Selçuklu Devletinin hükümdarıdır ve bu devlet 1040 yılındaki Dandanakan Savaşı ile tescillenmiştir. Dolayısıyla başlangıç noktaları sadece simgeseldir ve tartışmaya açıktır. Tartışılmayacak açıklıktaki gerçeklik ise Türklerin Anadolu’yu bu dönemde vatan haline getirmeleridir. Bunu zihinlere tekrar tekrar kazımak şarttır. Şimdilerde bu konunun absürt bir şekilde tekrar konuşulmaya başlanması bu konudaki eksikliği hatırlatmaktadır.

Ülke dört bir koldan kuşatılmış gibi görünmektedir. Ortada bize gösterilen düşman PKK terör örgütüdür. Bu örgütün başlattığı çatışma ortamı yaklaşık 30 yıldır devam etmektedir. Son kertede 30 yıldır Türk devletinin başa çıkamadığı görüntüsündeki terör örgütüne Türk milletinin teslim olması ve vatanının bir parçasını vermesi beklenmektedir. Bu beklenti de aleni olarak adı Türk basını veya medyası denilen propaganda araçlarında dillendirilmektedir. Bu durum Türk milleti için bir züldür. Bu utanç verici manzaranın müsebbipleri maalesef Türk görünümlü kozmopolit kimliksizlerdir. Bazıları bunu bilerek, bazıları da cahilliklerinden yapmaktadır. Sözde Türk basınından sadece iki örnek vermek gerekirse, birisi Mine Kırıkkanat, diğeri Ertuğrul Özkök’tür. Cumhuriyet gazetesi yazarı Mine Kırıkkanat bir TV programında “Ne Kürtçüyüm ne milliyetçiyim, Diyarbakır’ı alıp gitseler de umrumda değil. Çünkü Diyarbakır artık bizim değil” diye buyurmuş. Arkasından Türkçülerden fazla Türkçülük yaparcasına kendisine Türk demeyecekse ölümü göze alacağını belirtmiş.

Türk basının Türklükten nasibini alamamış duayenlerinden birisi son yazılarında yine kozmoplit dünya vatandaşı havasında akıl vermeye devam ediyor. Neymiş efendim akil insanlar toplantılarının ortaya koyduğu manzaradan Türklerle Kürtlerin fiili olarak bölünme sürecinin hızlandığını görüyormuş. Özkök bunu öyle bir eda ile söylüyor ki sözleriyle sözde Türklerin sırtını sıvazlayarak Türklerin tarafındaymış gibi yapıyor. Ben kabullendim siz de kabullenin mesajını vermeye çalışıyor. Yukarıda belirttiğimiz ülkenin dört koldan sarıldığı intibaının nerelere dayandığını şimdi daha iyi anlayabilirsiniz. Şimdi bin yıl egemen olduğunuz topraklardan birileri sizi çıkarmak için isyan çıkartıyor ve birileri de onlar haklıymış ve başarılı da olmuşlar gelin siz gönüllü çıkın mesajı vermeye çalışıyorlar. Bunu da Türk milletinin ve Türk milliyetçilerinin yutmasını bekliyorlar. Bunlar ya kendilerini çok zeki zannediyorlar, ya da bu milletin aklıyla ve basiretiyle alay ediyorlar.

Tarih ve millet şuuru olmayanların zihinlerinde hayali yanılsamalar vardır. Zannettikleri gerçekler üzerine düşünce ve politika üretirler. Bu düşüncelerle ve politikalarla toplumlara zarar üstüne zarar verirler. Nice genç insan bu yanlışlar yüzünden toprağa düşer, istikbalini kaybeder, nice kaynaklar israf olur. Türkiye son otuz yılın ürünüyle bu hale gelmedi. Nice otuz yıllarını heba ederek bir şuursuzluğa sürüklendi. Türk milletinin sosyolojik gerçekliğinden ve tarihi gerçeklerden haberdar olmayan zavallıların toplumu yönlendirme imkanı bulmasından çektiğini başka bir düşmandan çekmedi. Kendi babalarının mirasını paylaşırken bile kardeşine bencilce saldıranlar, mevzu vatan toprağı olunca nedense bonkör oluveriyorlar. Bu bonkörlüklerin ardında neler var bilmiyoruz ama tahmin edebiliyoruz. Diyarbakır bir Türk şehri olarak tarihte yerini almış ve gelecekte de Türk hakimiyetinde millete hizmet edecektir. Kürtleri bir millet haline getirmeyi hedefleyen projeler sona yaklaştıklarının heyecanı ile salyalarını akıtsalar da Türk milleti buna müsaade etmez. Kürtleri diğer Türkmen boyları gibi bir kardeş olarak bağrına basar ama bin yıllık vatan toprağından bayrağın inmesine rıza göstermez.

Anadolu coğrafyasında asırlardan beri farklı etnisitelerden insanlar bazen savaşarak, bazen barışarak yaşaya gelmiştir. Barışın egemen olduğu dönemler Türk egemenliği altındaki dönemlerdir. Batılıların Osmanlı barışı adını verdikleri huzur dönemleri bunun göstergesidir. Türkün sağladığı barış ve huzur Türklerin ayrıldığı andan itibaren bozulmuştur. Tarih bunu gösterir. Balkanlar’da, Ortadoğu’da Kafkaslar’da bunu görebilirsiniz. Eğer bir topluma zarar vermek isterseniz bu egemenliği kırarsınız. Sonra da birbirine kırdırırsınız. Somut örnekleri maalesef çok sayıda var. Bunu tarihi bir gerçek olan gören bütün kesimler Türklükle bağlarını güçlendirmek zorundadır. Türklerin güçlenmesi ve hakimiyet alanlarını genişletmesi asırlardır birlikte yaşamış ve kaynaşmış kesimlerin menfaatinedir. Yakın tarih göstermiştir ki Türkiye mazlumların ve mağdurların sığınabilecekleri şefkatli bir limandır. Bu özellik Türk milletinin özelliğidir. Kırım’dan, Kafkaslar’dan, Balkanlar’dan, Irak’tan, Afganistan’dan ve hatta Doğu Türkistan’dan Türkiye şemsiyesi altına gelmek zorunda kalan insanlar unutulmamalıdır. Son olarak Suriye iç savaşı sonucunda ülkemizde binlerce sığınmacı misafir edilmektedir. Kim ki bu ülkenin bölünmesini düşünür ve meşru görmeye başlarsa vebali büyüktür. Bize göre mümkün olmayan bu bölünmenin düşünülmesi bile arazi bir yanılsamadır.

Bölünme paranoyası yaratarak sıtmaya razı etme manevraları boş bir çabadır. Diyarbakır’ı yapay bir millet yaratmanın aracı haline getirmek isteyenler hala dağlık köylerinde yüzlerce yıldır varlığını sürdüren Türkmenleri unutmuşa benziyorlar. Bir kısmı Kürtçe konuşmayı benimsemiş olsalar bile yeknesak ve ayıklanmış bir coğrafya fikrini ortadan kaldırmaya yetecek bir sosyolojik gerçeklik vardır ki, bizim için bin yıllık kardeşlik yeterlidir. Bu kardeşliği bozan kalleşliklerin ise hesabı mutlaka sorulacaktır. Özellikle Türk görünüp bölücülük yapanlardan başlayarak bu hesaplaşma olmalıdır. En azından fikri planda bunların oyunları bozulmalı ve millete gerçek yüzleri gösterilmelidir. Sözde Türk milleti adına konuşuyormuş gibi yapıp Türk milletinin aleyhine çalışanlar başka düşmana hacet bırakmamaktadırlar. Yaşları 45-50’nin üstünde olanlar veya yakın tarihi okuyanlar hatırlarlar. Sokaklarda Marks’ın, Lenin’in posterleri ve orak-çekiçli kızıl bayraklarla gösteri yapanlar Türk bayrağından, Türk’ten ve başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Türk’ün kahramanlarından nefret edercesine uzak duranlar bu bölücülük tohumlarını yeşerttiler. Şimdilerde ise bunların bir kısmı barış havarisi, bir kısmı da Diyarbakır’ı gözden çıkartan vatansever kesildiler. Bilmem tehlikenin farkında mısınız?
[1] http://gundem.milliyet.com.tr/-diyarbakir-zaten-bizim-degil-/gundem/gundemdetay/25.04.2013/1698297/default.htm

[2] http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/23112086.asp?utm_source=hurriyet&utm_medium=yazarlar&utm_campaign=yazarsonyaz