1943 senesinde Kırım’da gözlerini dünyaya açan, 1944’ün 18 Mayıs’ında bir yaşında annesinin kucağında vatanından sürülen, 18 yaşında arkadaşları ile beraber tanımadığı, bilmediği vatanı için Taşkent’te ‘’Kırım Tatar Gençleri Millî Teşkilatı’’ nı kurup mücâdeleye başlayan, yaşadığı hayatın dörtte birini zindanlarda zulümlerle, işkencelerle, çilelerle ve açlık grevleri ile geçiren; inandıkları adına teröre, şiddete başvurmadan; siláhsız-pusatsız ama hiçbir zaman geriye çekilmeden ve tâviz vermeden mücâdele edip; Milletini arkasına takarak, 45 yıl sonra ‘’Vatan Kırım’a’’ döndüren âbide şahsiyet: Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu.
Zafer Karatay, 25 seneden bu yana tanıdığı Kırımoğlu’nu; son derece prensipli, ilkeli, kendi çıkarlarına ters düşse bile milletinin çıkarlarını düşünen, günü kurtarma adına hareket etmeyen, son derece istişareye açık, yanlış da ısrarcı olmayan, gerektiğinde yanlıştan dönebilen, “ben” duygusunu yok etmiş, kendi varlığını milletiyle bütünleştirmiş, âdeta ummanda bir katre misâli, milletinin içerisinde erimiş bir prensip adamı, olarak anlatmaktadır.
Neşe Karatay ise, ‘’Mustafa Beyi ilk gördüğünüzde, ufak tefek bir adam… Yâni, O’nun nasıl lider olduğunu, anlayamıyorsunuz. Ama O’nunla konuştukça, O’nunla uzun zaman geçirdikçe, O’nun etkisi altında kalıyorsunuz. Kendisi, gereksin veya gerekmesin, çok konuşmuyor, ama konuştuğu zaman etkili cümleler seçiyor ve ânını iyi yakalıyor. Güzel konuşuyor, halkını etkiliyor. Gerçekten büyük bir insan.’’ diye anlatıyor Cemiloğlu’nu.
Ve, Neşe Karatay devam ediyor: ‘’Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu, aslında ne aradığını gençliğinde anlamış ender insanlardan biridir. O’nu büyük lider yapan, diğer insanlardan ayıran da budur. O para için, isim için, ünvan için, şahsı için mücâdele etmemiştir. O, hayatta insan için anlamlı olan, değerli olan şeylere, herkesin sâhip olması için mücâdele etmiştir. Haksızlığa uğratılmış, yok edilmeye çalışılmış, öldü denilen halkının umudu olmuştur. ‘Yıkılmaz’ denilen, dünyanın en büyük süper güçlerinden olan Sovyetler Birliğine karşı barışçıl yöntemlerle mücâdele etmiş, kendisi küçük ama yüreği büyük bir insandır. Bu yüreği, arkasında duran halkı ve bu halkın küllerinden yeniden doğmasını sağlayan mukaddes dâvâsı büyütmüştür. Bu yürek o kadar büyüktür ki, zaman zaman sınırları aşar ve dünyaya örnek olan bir mücâdeleye dönüşür. Bu yürek o kadar temizdir ki, barışla, hoşgörüyle doludur. Aslında sâdedir de. Tıpkı hayâtın olması gibi. Hayat aslında maneviyattır. Budur Mustafa Kırımoğlu’na yılmaz bir mücâdele gücü ve iç huzuru veren.’’
Neşe Karatay, sözlerini şöyle sürdürüyor; “Hayatta örnek aldığım iki Mustafa’ya da yol gösteren, ışık tutan Hakk’tır, Hakk’ı arayıştır. Tıpkı Yunus Emre gibi, Mevlánâ gibi…’’
Esâsen bu sözlerin üzerine fazla bir şey söylemeye ve yazmaya hâcet yok. Gerek Zafer Karatay’ın, gerekse Neşe Karatay’ın söyledikleri; bu müstesnâ insanın kim olduğunu, ne olduğunu; inanmış ve inandıklarından asla vazgeçmeyen kararlı âbidevî bir dâvâ adamı olduğunu ortaya koyuyor. Unutulmamalıdır ki; Büyük dâvâlar, kaygısı olan, ızdırabı olan, öngörüsü olan, ömrünü inandıklarına hasretmiş, “ben” değil “biz” diyen dâvâ adamları ile zafere ulaşıyor. Milletini zafere ulaştıran ve ‘’Vatan Kırım’ı’’ yeniden inşâ eden o âbide insan, Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’dur.
Vatanlarına Giden Yolda, Yılmadan, Azimle İlerleyen İnsanları İzledim…
24 sene evvel Zafer Karatay’la tanışıncaya kadar, Kırım Tatarlarıyla hiç bir arada olmamıştı ve onları tanımıyordu. Ne var ki, 1989’da Zafer Karatay’la Sinop’ta belgesel çekimi yaparken Sinop Kalesi’nde ilk gördüğü insan bir Kırım Tatarı olur. O günden sonra da, neredeyse her gün Kırım Tatarlarıyla bir arada olur. Onların acı tatlı hatıralarına şâhitlik eder ve bunu Allah’ın bir hikmeti olarak kabûl eder. Bunu kendisinin kaderi olarak değerlendirir ve ‘’Büyüdüğüm ortamda hiç Kırım Tatarı yoktu, onlara dâir hiçbir şey de bilmiyordum. Ne var ki, Allah’ın bir hikmeti olsa gerek, insanın aklında hiç olmayan şeyleri de yaptırıyor.’’ Ve, Neşe Karatay’ın yolu, o günden itibaren, Kırım Tatarları’ndan hiç ayrılmaz. TRT’ye ilk başladığı günden itibâren, neredeyse her an Kırım’la yatar, Kırım’la kalkar. “Kırım” belgeseli, “İsmail Bey Gaspıralı” belgeseli, daha sonra kitap hâline getirilecek olan sekiz bölümlük muhteşem “Gamalı Haç ile Kızılyıldız Arasında” belgeseli, Polonya ve Litvanya Tatarlarını, Karayları konu edinen “Özü-türk” belgeseli ve nihâî olarak yazımızın konusunu teşkil eden dokuz bölümlük “Kırımoğlu; Bir Halkın Mücâdelesi” belgeseli, O’nun Kırım Türklerinin yaşadıkları acıları ve mücadelelerini konu alan çalışmalarından yalnızca birkaçı…
Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’yla karşılaşmasını da kaderine bağlıyor Karatay. ‘’Mustafa Bey, gerçekten de ender görülebilecek “müstesnâ” insanlardan birisi. Ben adının Mustafa olmasından çok etkileniyorum. Mustafa Kemâl Atatürk ve Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu… İkisi de gerçekten büyük insanlar. İkisinin de isimlerinin Mustafa olmasının tesâdüf olmadığını düşünüyorum. İkisi de halkı için çok büyük şeyler yaptı. Mustafa Kemâl; Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdu, Kırımoğlu ise 15 sene Sovyet zindanlarındaki işkencelere, baskılara boğun eğmedi, 303 gün açlık grevi çekti, buna rağmen mücâdelesine devâm etti ve halkını arkasına taktı, Vatan Kırım’a döndürdü. ‘’
Neşe Karatay; Kırımoğlu’yla bir arada oldukça, O’nun mücâdelesini derinlemesine tanıdıkça, O’nunla ilgili yazılanları okudukça; tek bir damla kan dökmeden, halkını bu barışçı mücâdeleye inandırıp; başına gelenleri umursamadan, halkını Vatan Kırım’a döndüren bu ufak-tefek adamın hayatının da belgelendirilmesinin kendi kaderinde yer aldığına inanıyor ve “Kırımoğlu; Bir Halkın Mücâdelesi” belgeselini yapmaya karar veriyor. Belgesel çekimi esnasında Kırımoğlu’yla konuştukça, O’nunla uzun zaman geçirdikçe, bu ufak-tefek adamın ne kadar çok büyüdüğünü ve insanı nasıl etkilediğini fark ediyor. Omsk’da, Cemiloğlu’nun 303 gün açlık grevi yaptığı Sovyet zindanları etrafında çekim yaparken, Sovyet askerleri ve KGB Ajanlarının kendilerine revâ gördükleri ürkütücü muâmele ve davranışların sonucunda; Cemiloğlu’nun, kudretli Sovyet İmparatorluğuna rağmen, 303 gün, zaman zaman çırılçıplak vaziyette ‘’açlık grevini’’ nasıl yapabildiğini, iliklerine kadar titreyerek, derinden hissediyor ve bütün bunların sonucunda böyle bir belgesel yapma düşüncesinin ne kadar isâbetli olduğuna karar veriyor.
Neşe Karatay, bu belgeseli çekerken;
Hiç bitmeyen bir umudu gördüğünü……
Vatanlarına giden yolda, yılmadan, azimle ilerleyen insanları izlediğini…
Ve….
Sükûta uğrayan hayállerin, daha güçlü bir şekilde, tekrar nasıl canlandırılabildiğini,
“İşte her şey bitti” denildiği anda, hayatın mucizevî bir şekilde tekrar nasıl yeşerdiğini,
“Yıkılmaz!” denilen koca bir devin, aslında nasıl kolayca devrilebildiğini,
“Bütün dünya güçlerini kullansan, başarılamaz” denilen işlerin, nasıl başarılabildiğini,
“Eğer, hayâtı daha da güzelleştirmek için, iyi niyetle, temiz bir kalple, sevgiyle ve sabırla çalışırsanız, o ışığın sizi hiç terketmeyeceğini”,
Evet, işte bütün bunları, Kırımoğlu’nun ‘inanılmaz’ gibi görünen hayat hikáyesinden tekrar tekrar öğrendiğini, ifâde ediyor.
Evet, Neşe Karatay, 24 sene önce karşılaştığı ilk Kırım Türkünden sonra, âdeta ömrünü Kırım dâvâsına, Kırım mücâdelesine adamış ender insanlardan biri oluyor.
Tıpkı Bir Anka Kuşu Gibi …
Zafer Karatay, gözlerini dünyaya açtığından buyana, kendisini Kırım Mücâdelesi’nin içinde buluyor. Kırım Türklerinin kurduğu Günalan Köyü’nde ve sonra Ankara’da ki eğitim hayâtında hep Kırım Mücâdelesinin içindedir. Henüz 17 yaşındayken, Ankara Kırım Derneği’nde halkoyunları ile başlayan bu çalışmaları, Kırım Türklerinin efsânevî yayın organı “Emel Dergisi”nin redaktörlüğü ve sâhipliği, Kırım Vakfı’nın Başkanlığı, 1991 yılından itibâren ise “Kırım Tatar Millî Meclisinin” Türkiye Temsilciliğini yürüterek devâm eder.
Zafer Karatay’ın hayâtında, daha doğrusu hayâtının gecesinde ve gündüzünde, çocukluk dönemlerinden itibâren, Kırım Mücâdelesinin dışında, bu konularda kendisi ile tamamiyle bütünleşmiş, yekvücut hâline gelmiş muhterem eşleri Neşe Karatay’ın dışında, hiçbir şey, ama başka hiçbir şey yer almaz. O, yalnızca Kırım’ı konuşur, Kırım’ı düşünür, Kırım’ı yazar ve bütün dünyâya Kırım’ı anlatır. Ama, esas olarak, Zafer Karatay’ın Kırım Dâvâsına yapmış olduğu en büyük katkı, TRT’de yapımcı olduktan sonra başlar. Böylece, Türkiye ve dünyâ, Neşe ve Zafer Karatay’ın muhteşem belgeselleriyle Kırım’dan ve şanlı ‘’Vatan Kırım’’ mücâdelesinden haberdar olur. İlk tanıştıkları 1989 yılından itibâren, Neşe ve Zafer Karatay’ın yedikleri içtikleri, gezdikleri tozdukları, yazdıkları yaptıkları hep Kırım’a âittir. Evlerinde büyüklerinden hikâyelerini dinledikleri, sürgüne muhatap olan insanları tanıdıkça, âdeta onlarla bütünleşirler ve çektikleri çileleri iliklerine kadar derinlemesine hissederler. Onların her türlü şiddete ve işkenceye rağmen verdikleri bu şanlı mücâdeleyi dünyâya anlatmayı kendilerine bir vazife, bir şiar edinirler.
Zafer Karatay, “Kırımoğlu; Bir Halkın Mücâdelesi Belgeseli” münâsebetiyle verdiği bir mülâkatta; “Bu belgeseli neden bu kadar acılarla gösterdik? Çünkü, bu insanların, yaşadıkları târifi imkânsız acılara, travmalara ve fâciâlara rağmen, hayâta nasıl tutundukları, tıpkı bir anka kuşu gibi külleri arasından nasıl yeniden doğarak hayâta sarıldıklarını; Bir vatan mücadelesini, bir din ve bir inanç mücâdelesini nasıl birlikte verdiklerini bütün insanlık tarafından anlaşılsın diye, bu acı ve dayanılması mümkün olmayan anıları dünyaya göstermek istedik.” diyor.
Zafer Karatay, konuşmasında, günümüze gelerek devâm ediyor; “11 Eylül’den sonra dünya çok değişti. Âdeta bütün Müslümanlar terörist, câni gibi gösterilmeye ve algılatılmaya çalışıldı. Biz bu belgeseli; biraz da “bunun böyle olmadığını” ortaya koymak için, sürgünü yaşayanların, ‘Vatan Kırım mücâdelesini’ yapanların ve aynı zamanda Sovyetler Birliğinin en büyük insan hakları savunucularının şâhitliklerine başvurarak, yaptık.” diyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor; “Yâni, görsünler ki, bu insanlar yalan söylemiyorlar. Bütün dünya görsün ki, bu insanlara yardım edenler arasında, yüreğinde merhamet olan, insan haklarına saygılı Rus, Ukraynalı, Ermeni, Yahudi, sözün kısası hangi millet den olursa olsun, Hakk’ı teslim eden başka insanlar da var. Böylelikle, “toptan bir millet kötüdür” demenin ne kadar yanlış olduğunu da göstermeye gayret ettik.’’
Zafer Karatay, konuşmasının bu bölümünde, Ukraynalı bir psikiyatrın değerlendirmesini naklediyor: Kendisi bugün Ukrayna Psikiyatri Cemiyeti Başkanı olan Gluzmann, “Mustafa Bey’e Allah bizden farklı bir özellik vermiş; ‘affetme kabiliyeti’. Ben ‘geçmişimle barışıp, geleceğimi kurtarmayı’ O’nun sâyesinde öğrendim. Yine, Biz, kitle mücadelesinin ‘şiddete başvurmadan, siláhsız, birlik ve beraberlik içinde nasıl yapılabileceğini’ O’ndan öğrendik. Ne zaman ki Kırım Tatarları insan hakları mücâdelesine katıldılar, o zaman bu mücâdele kitlesel bir mücâdele oldu, değer kazandı.’’ diye, hakkı teslim ediyor.
Zafer Karatay’ın aktardığına göre, Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu, târifsiz acılarla yoğrulmuş o çetin mücâdele günlerini anlatırken, bir hususu bilhassa vurgulamaktadır: “Biz Sovyetler Birliği’nde mücâdelemize başladığımızda, totalitarizme, haksızlığa karşı direnenleri nerdeyse karıları bile terk etmişti. Çocukları bile yanlarına gelmeye, hatta selám vermeye korkardı. Ama, bizim hiçbir insanımız, akrabamız, milletimiz Bizi yalnız bırakmadı. İşte, Biz esas gücümüzü bundan aldık ve, bizim bu şiddetsiz ve silâhsız mücâdelemiz herkese örnek oldu.”
Kırımoğlu, yukarıdaki sözleriyle, kendisinin öncülüğünde zafere ulaşan mücâdelenin sırrını da ortaya koymuş olmaktadır. Zafer Karatay, bu sözlerden hareketle, “İşte, Biz, bunun için, bu şanlı “insan hakları mücâdelesini”, Neşe’yle berâber bütün dünyâya taşımaya karar verdik.” demektedir.
Hayatlarını Kırım Dâvâsına adamış bu iki güzel insan, sonunda âdeta hepimize ders veriyorlar. “İsmail Gaspıralı’nın ‘Dilde, Fikirde, İşde birlik!’ şiarı ortak noktamız olmalı. Gaspıralı ‘Millete hizmet etmeye, elinden gelen işle başla!.’ diyor. Bizim elimizden gelen iş de buydu. Neşe’yle birlikte elimizden geleni yaptık ve yapmaya devam edeceğiz.’’
Evet… Bir âbide şahsiyet ve, iki adanmış ömür…
Kırımın büyük evlâdı, merhum büyük yazar Cengiz Dağcı’nın ifade ettiği “esas kahramanlar” işte bunlar olmalı… “Vatan Kırım’” mücâdelesini yapanlar ve bu mücâdeleyi aldıkları her nefeste dünyaya taşıyanlar… Selám olsun o kahramanlara…