Türk’ün Dünya’ya yön verme ülküsü: Kızılelma | Erhan AFYONCU
Kızılelma, “erişilmesi istenen ülküye, elde edilmesi amaçlanan muhayyel yere” denir. Türk büyüklüğünün, ilahi bir gayenin timsali haline gelen Kızılelma, Türk’ün dünyada var olma ve dünyaya yön vermesinin adıdır. Bu ülkü terk edildiği zaman Türk milleti de ölmeye başlamış demektir
Türk SİHA’ları savaş anlayışını değiştirip yeni bir savaş konsepti geliştirdi. Türkiye’nin gururu ve İslam dünyasının son asırlarda askeri sahada yaptığı en önemli silah olan “SİHA”ları üreten Baykar Teknoloji, savaş alanında bir devrim yaratacak insansız uçağa Türk tarihinde önemli bir yeri olan “Kızılelma” ismini verdi.
Milletlerin ulaşmak istedikleri ideallerine “ülkü, mefkure” denir. Bir millet mefkuresi varsa millet olur ve dinamizm kazanır. Kızılelma, genel olarak “erişilmesi istenen ülkü, elde edilmesi amaçlanan muhayyel yer” anlamında kullanılmıştır. Buna mukabil “elde edilmesi amaçlanan muhayyel yerin” neresi olduğuna dair farklı açıklamalar yapılır.
Aslında izahların bu denli geniş bir coğrafyayı kapsaması ve daima süreklilik arz etmesi Türk hâkimiyet telakkisinin dinamikliğini, değişen şartlara uyum sağlayabildiğini ve bu sayede Türk milletinin daima bir dünya hâkimiyeti tasavvurunun olduğunun da en iyi göstergesidir. Rahmetli Orhan Şaik Gökyay, Pal Fodor ve Osman Turan’ın bu konuda önemli araştırmaları vardır.
‘BAŞLIYA BAŞ EĞDİRDİ’
Kızılelma, sabit bir yer değildir. Kızılelma, Türk’ün bütün dünyaya hâkim olma arzusu ve gayretinin adıdır. Çünkü daha Hunlar ve Göktürkler’den itibaren günümüze intikal eden yazılı malzemelerden anlaşılmaktadır ki Türkler, tarih sahnesine çıktıklarından itibaren bütün dünyaya hükmetmek, dünyanın tamamına hâkimiyetlerini yaymak istemektedirler. Bunun en güzel ve ilk ifadelerinden biri Orhon Yazıtları’ndaki şu sözlerdir:
“Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıkda, ikisi arasında insanoğlu kılınmış. İnsanoğlunun üzerine ecdadım Bumin Kağan, İstemi Kağan oturmuş. Oturarak Türk milletinin ilini, töresini tutu vermiş. Dört taraf hep düşman imiş. Ordu sevk ederek dört taraftaki milleti hep almış, hep tâbi kılmış. Başlıya baş eğdirmiş, dizliye diz çöktürmüş.”
Orhun Yazıtları’nda bütün dünyanın hâkimi olmak üzere Türklerin bizzat Tanrı tarafından yaratıldığı ideali dile getirilmektedir. İşte bu ideal Kızılelma düşüncesinin bir ifadesidir.
Bu ideal, Türkler Müslüman olduktan sonra da devam etmiştir. Bunun da en güzel ifade edildiği kaynaklardan biri Dîvânü Lugati’t-Türk’teki şu sözlerdir:
“Yüce Tanrı, devlet güneşini Türk burçlarında doğdurdu; göklerin çemberini onların ülkeleri etrafında döndürdü ve onlara Türk diye ad verdi; mülk diye ülkelerin idaresini; onları zamanın hakanları yaptı; günümüzdeki insanların yuları ellerine verildi; halk üzre onları görevlendirdi; hak üzre onları kuvvetlendirdi; onlarla yaşayanları ve idareleri altında çalışanları aziz kıldı; onlar Türkler sayesinde muratlarına erdiler ve ayak takımının şerrinden esen oldular. Aklı olan herkes onlara katılmalı ve onların oklarından korunmalı. Onlara (seslerini) duyurabilmek ve onların gönüllerini kendilerine meylettirebilmek için en iyi yol onların dillerini konuşmaktır.”
HEDEF İSTANBUL VE ROMA
Türkler Müslüman olduktan sonra da dünya hâkimiyeti ideallerini devam ettirdiler. Bunun için İslam dininin cihad ve gaza ideolojilerini de değer dünyalarına kazandırdılar. Kuran’da ve Hz. Peygamber’in hadislerinde fethinin müjdelendiği iki Roma’yı ele geçirmek, yeni dünya hâkimiyeti idealleri hâline geldi. Bu Romalardan biri İstanbul, diğeri ise İtalya’daki Roma idi. İlk Kızılelma, 1453’te Fatih Sultan Mehmed tarafından fethedildi ve Türkler bir kez daha İslam dünyasının en önde gelen gazileri mertebesine ulaştılar. İkinci ideal olan Roma’nın fethi için yine Fatih ve Kanuni devirlerinde fetihler yapıldı ise de sonuca ulaşılamadı.
Aslında Batı Roma’nın fethi daha Yıldırım Bâyezid zamanından itibaren Osmanlı idealiydi. Nitekim İkinci Bâyezid, tahta çıkışını tebrik etmek üzere Edirne’ye gelen Venedik, Ceneviz ve diğer İtalyan devletlerinin temsilcilerine, “Roma’ya kadar gidip Saint Pierre Kilisesi’nin mihrabında atıma yem vereceğim” demiştir. Buna mukabil Batı Roma’nın fethi ve bu yolla dünya hâkimiyetini genişletme arzusu Türkler arasında hep bir ideal olarak kaldı.
Osmanlı düşünce dünyasında İstanbul’un fethinden ardından önce Belgrad, daha sonra da Viyana şehri Türk Kızılelması oldu fakat bunların hiçbiri tek başına Kızılelma mefkûresini temsil etmemiştir. Çünkü Türkler için Kızılelma her zaman bir ideal olarak kalmıştır. Bunu en iyi ifade eden olaylardan biri, cihan hükümdarı Kanuni’nin bir gün yeniçeri kışlasını dolaştıktan sonra askerlere “Kızılelma’da buluşuruz” diye seslenmesidir.
İDEAL ZAMANLA DEĞİŞTİ
Osmanlı’nın gücünün zirvede olduğu dönemlerde fethedilecek memleketleri ifade eden Kızılelma mefkûresi 18. yüzyıla gelindiğinde farklı anlamlarda kullanılmaya başlandı. Özellikle Rusya’nın bir dünya gücü olarak Osmanlı aleyhine ilerlemesi ve bir dönüm noktası olarak 1774 yılında Küçükkaynarca Antlaşması’nın imzalanmasıyla birlikte Türk Kızılelması, imparatorluğun sınırlarını muhafaza etme idealine dönüştü. Bu savunmacı yeni Kızılelma izahı sonraki yüzyılda daha da ön plana çıktı.
Bunun yanında fetih hülyaları kuranlar da Kızılelma’yı yeniden yorumladılar. Artık Batı’da aranan bir hedef değil, bizzat Rusya Kızılelma olarak görülmeye başlandı. Mesela Mütercim Âsım, kendisi tenkit etse de bir yeniçeri ileri geleninin, “Eğer eman vermeseler bizim yeniçeriler Kızılelma’ya dek giderler ve Moskov adını yeryüzünden kaldırırlar” dediğini nakleder.
1768-1774 Osmanlı-Rus Harbi’nde Âşık Mustafa’nın kaleme aldığı şu halk şiirinde de Kızılelma olarak Rusya hedef gösterilir: “Seyr eylesin küffar kılıç salmayı/Tövbe etsin Âl-i Osman’a gelmeyi/Dövüşe dövüşe Kızılelma’yı/İnşallah hünkârım alsa gerekdür/Âsi küffâr kasâvete dalmada/ Bütün bunlar şâdan olub gülmede/Donanma ederiz Kızılelma’da/Mesken tutup İslâm kalsa gerekdür.”
Ancak bu dönemde fetih telakkisiyle savaş naraları atanlar hayalperest olmakla itham edilmeye başlandı. Kızılelma diyerek yeni beldeler fethetmek isteyenler, “Kızılelma semtini Boğdan’dan gelen al yanak elma gibi yenir bir şey zannetmekle” itham edildiler. Bunda da hiç şüphesiz haksız da değillerdi. Nitekim imparatorluğun eski gücünden eser kalmamıştı, yeni ideal imparatorluğun önce bütünlüğünün muhafazası olmalıydı.
19. yüzyıla gelindiğinde Kızılelma, Avrupa’nın “Şark Meselesi” olarak gördüğü ve tamamen parçalamak istediği imparatorluğu bir arada tutmak idealine dönüştü. 20. yüzyılda, bir taraftan imparatorluğun parçalanmasına yönelik idealler güçlendirilirken diğer taraftan da özellikle Türk dünyasıyla artan irtbat sayesinde yeni bir Kızılelma tasavvuru gelişmeye başladı. Bunun da en önde gelen temsilcisi Ziya Gökalp’in “Demez taş kaya, yürürüz yaya, Türk’üz, gideriz, Kızılelma’ya” dediği “Kızılelma” manzumesidir. Gökalp’in yanında Ömer Seyfettin’in “Kızılelma Neresi” adlı hikâyesi de bu idealin halk nazarında diri kalmasını sağlamıştır.
Sonuç olarak Kızılelma, Türk tarihinin farklı devirlerinde şartlara göre çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Kimi zaman Orhun Yazıtları’ndaki gibi bir “kendine gelme ve aslını muhafaza etme” mücadelesi, kimi zaman Kutadgubilig ve Dîvânü Lügati’t- Türk’teki gibi bütün dünyanın hükümdarı olma a rzusu, kimi zaman yeniçerilerin ağzından düşürmedikleri, “hükümdarlarının atının gittiği yere kadar fethetme” arzusu, 19. ve 20. yüzyılda toprak bütünlüğünü muhafaza etmekle birlikte bütün Türk dünyası ile birleşme hülyası, Milli Mücadele’de işgalden kurtulma, hürriyet talebi oldu. Nihal Atsız, “Kızılelma ülküsü, Osmanlıların parlak çağlarında iyice belirip şekillenmiş ve konak konak, Türk büyüklüğünün, yükseklik fikrinin, ilahi bir gayenin timsali haline gelmiştir. Kızılelma ülküsünü bir delilik sayacaksak, büyüklükten değil, yaşamaktan da vazgeçmeliyiz. ‘Tarihî görevini yapmış ve artık ölmeye yüz tutmuş bir topluluk’ olmayı kabul etmeliyiz. Eski Asurlular, Hintliler, Romalılar gibi haritadan silinmeye razı olmalıyız. Buna razı değil isek milli ülkünün peşine düşmeliyiz” der. Kızılelma, Türk’ün dünyada var olma ve dünyaya yön vermesinin adıdır. Bu ülkü terk edildiği zaman Türk milleti de ölmeye başlamış demektir.
HÜKÜMDARLIK ALAMETİ OLARAK KULLANILDI
Kızılelma bir ideal olmakla birlikte neden “kızıl” ve “elma” metaforunun da tercih edildiği izah edilmelidir. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, tarih boyunca dünya hâkimiyetini sembolize eden muhtelif alametler kullanılmıştır. Bunlardan biri de hükümdarların ellerinde tuttukları altın küredir. Dünya hâkimiyetini sembolize eden bu alamet, hem Batı’da hem de Doğu’da kullanılmıştır. Mesela Osmanlı padişahlarına ait minyatürlerin bir kısmında sultanlar ellerinde altın kürelerle resmedilmiştir. Bunun yanında Divan-ı Hümayun’un olduğu odada da tavandan bir altın küre sarkıtılmak suretiyle Osmanlı’nın dünya hâkimiyeti vurgulanmıştır.
Türk tarihinde elma, bir meyve olmaktan ziyade hükümdarlık alameti olarak telakki ediliyordu. Bu yüzden dünya hâkimiyetinin sembolü olarak elma kullanılmıştır. Neden “kızıl” olduğu meselesine de temas etmek gerekir. Burada “kızıl” kelimesi, bildiğimiz kırmızı renkten ziyade, günümüzde de bazı Türk cumhuriyetlerinde kullanıldığı şekliyle, “altın sarısı” anlamında kullanılmıştır. “Golden apple” olarak günümüzde çok yaygın bir kullanıma sahip olan “altın elma” metaforunun temelleri eskiçağa kadar iner. Türklerde hükümdarın çadırının tepesinde bulunan “altın top” aslında Kızılelma’dan başka bir şey değildir.
Kaynak:
https://www.sabah.com.tr/yazarlar/erhan-afyoncu/2022/07/17/turkun-dunyaya-yon-verme-ulkusu-kizilelma