“Mahmud birkaç niyyetüm var. Umarım ki Hak Teala ben zayıfa kuvvet verip, anı nasip ede. Evvel biri, şol İsfendiyar vilayetidir ki, Kastamonu, Sinop ve Koyulhisar’dır. Benim huzurumu bunlar giderir. Ve biri şol Trabzon’u bir cünüb kafir yiyip yürür. El-hasıl bunlar benim maksudumdur. Gece ve gündüz hayalimden gitmez” (Trabzon’un Fethi, Doç. Dr. Kenan İnan, Sosyal Bilimler Enst. Dergisi, 14. sayı, s71-84)
Biz bugün maalesef Fatih gibi himmeti yüksek insanları anlayamıyoruz. Onların bize emanet ettikleri şu toprakların ne zahmet ve sıkıntılarla alınıp bize bırakıldığının kıymetini bilmiyoruz. O yüzden de bu topraklara nasıl sahip çıkmamız gerektiğini de kestiremiyoruz.
* * *
Fatih’in, Trabzon’u nasıl aldığının uzun ve güzel bir anlatımı yukarıda kaynak olarak verdiğim dergide mevcut… O satırları okurken, Fatih’in ordusunda onunla birlikte Trabzon’a doğru yol alırken meydana gelen ve o gün çoğu tesadüfmüş gibi görünen hadiselerin perde arkasına bugün uzaktan baktığınızda ne büyük entrika ve fitnelerin döndüğünü de görüyorsunuz.
Düşünebiliyor musunuz, Uzun Hasan, kız kardeşini aldığı tekfuru korumak için, annesini Fatih’e ricacı gönderiyor. Bu kefere takımının maksadına ulaşmak için kimleri nasıl kullanabileceğinin en güzel örneklerinden birdir o.
Fatih’in o kadıncağıza “ana” diye hitap ettiğini biliyorlar ya maksatlarını elde etmek için onu dahi siyaseten kullanıyorlar. Biliyorlar Fatih o kadıncağızı kırmaz. O da saf saf gelip bin bir zahmetle, ordunun o sıkıntılı ve meşakkatli yürüyüşü boyunca Sultan Fatih’e eşlik ediyor.
Fatih ‘ana’ya müşfik davranıyor. O da bunun farkında. İstanbul’un fethi sırasında ‘Gavurcuklarımı koru Allahım!” diye dua eden Cibalili Ali gibi o kadıncağız da Trabzonlu gavurcuklarını korumak için Fatih’e “Hay oğul! Bir Durabuzun cün bunca bunca zahmatlar çekmek nedür?” der ve güya Fatih’e ‘çektiğin zahmetlere değmez bu şehir’ demek ister. Maksat ise, Trabzon’un, Fatih’in ‘cenabet’ dediği tekfurun elinde kalmasını sağlamak!
Nihayet şehir sarılmaya başlayınca, kadın bu kere de:
“Bu (Trabzon), benim gelinime teallüktür. (Yani Akkoyunlu emanitidir.) Bunu bana bağışla oğul” der.
Fatih ona şu cevabı verir:
“Ana bu zahmatlar Durabuzun çün değildür. Bu zahmatlar Din-i İslam yolundadır kim, ahrette Allah hazretine varıcak hacil olmayayuz (utanmayalım) diyedür. Zira kim elimizde İslam kılıcı vardır. Ve eğer biz, zahmatı ihtiyar etmesevüz (bu zahmetlere bugün katlanmazsak) bize gazi demek yalan olur.” (Aşıkpaşazade Tarihi, s. 208)
İşte Trabzon’un fethi, böyle bir ali himmet bir yüreğin armağanıdır bu millete. Biz onların hatırasına bile saygı göstermekten aciz hale gelmişiz. Basiretten yoksun, ferasetten bî haber, tarih bilincinden mahrum siyasetlerle ülkeyi bilinçsizce eski sahiplerine (!) peşkeş çekiyoruz.
Fatih’in Allah huzurunda utançlı hale düşmemek için sarf ettiği gayretin zerresi bizde olsaydı, Trabzon’daki o ayine müsaade edilmez, edilse de Fatih’in onu alıp İslam’a armağan ettiği güne denk getirilmezdi. Bir gün- Allah korusun- bu toprakları -tıpkı Endülüs gibi- terk etmeye mecbur kalırsak son Endülüs prensi Abudullah-ı Sağir gibi ağlamaya bile yüzümüz olmayacak!
Dervamı: http://www.haber7.com/haber/20100817/Sumela-ayininin-15-Agustos-hikmeti.php