İskenderun’daki 6 askerimizin şehit olduğu hain baskına gelince, bunun İsrail’in gemilere saldırısıyla  ilişkili olduğu söylendi. Öyle olup olmaması, örgütün ihanet şebekesi olduğu gerçeğini değiştirmiyor; sadece ihanetin derecesini etkiliyor. Örgütün son bir ayda gezici ekiplere kurdukları tuzaklar, karakol baskınları ve döşedikleri mayınlar yüzünden, aralarında polislerin de bulunduğu şehit Mehmetçiklerimizin sayısı 30’u bulmuştur.

*                   *                   *

Örgütün ve siyasi uzantısının yöneticileri, son zamanlardaki beyanlarında terörü yurt sathına yayma niyetlerini izhar etmişlerdi: “Bize kimse PKK terörist dedirtemez”, “Türkiye Kürtlere PKK’nın talep ettiği hakları vermelidir, vermemesi halinde silâhlı mücadele yoluyla elbette alınacaktır”, “Türkiye Cumhuriyeti, problemleri müzakere etmek üzere PKK yöneticileriyle, özellikle Sayın Öcalan’la görüşmelidir, onları muhatap kabul etmelidir”. Görülüyor ki son eylemlerin gerekçesi, “PKK’nın talep ettiği hakları almak üzere Türkiye Cumhuriyeti Devletiyle masaya oturmaktır”.

Bu taleplerin neler olduğu, açılım konusunda görüş alışverişinde bulunmak üzere Türk Ocakları Genel Merkezini ziyaret eden İçişleri Bakanımız Sayın Atalay’a Genel Başkanımızın sunduğu raporda belirtilmişti. Etnik fitne ve örgütü, özetle ayrı bir ulus devlet yerine iki unsurlu devlet – ortak devlet, Kürtlere özerklik, özerk bölgenin kendi bayrağı ve sembolü olmasını, bölge meclisleri kurulmasını, bölgenin kendi savunma gücünün oluşturulmasını, bölgenin kendi  başkenti olmasını, Anayasadan Türk sözünün çıkmasını istiyor
(http://www.turkocagi.org.tr/modules.php?name=Content&pa=showpage&pid=389).

Bu taleplerin kabul edilemez olduğu, açıktır. Bunu söylemek için dahi olsa, Türkiye Cumhuriyeti Devleti örgütü muhatap kabul etmez; çünkü ettiği anda zaten Türkiye’nin güneydoğusunda ayrı bir siyasi yapılanma isteğinin meşruiyetini kabul etmiş olur.
Aynı raporda,  etnik fitneyle mücadelenin terörle mücadeleden ibaret olmadığı, bununla beraber, terörle mücadelenin çözümün temel şartı olduğunu vurgulanmıştır: “Bu meselede en büyük sıkıntı PKK’nın bölgedeki varlığıdır. 5–6 bin silâhlı militanın bölge halkı üzerindeki tehdidi ortadan kaldırılmadan, insanların iradelerini özgürce sergileyebilecekleri bir ortam oluşturulmadan atılacak her adım havada kalmaya mahkûmdur. … Kısa, orta ve uzun vadeye insicamlı bir şekilde yayılacak bir “makro plânın” başarılı olmasının temel şartının PKK’nın silâhlı tehdidinin ortadan kalkması olduğu gerçeği göz önünde tutularak, bölgede refahı ve ekonomik kalkınmayı sağlayacak girişimcilere öncelik verilmelidir.”

Son olaylar bu görüşlerin haklılığını ortaya koymuştur. PKK’nın silâhlı tehdidini ortadan kaldırmadan yapacağınız hiç bir açılım etkili olmayacaktır. Bu ortamda bireysel haklar kapsamında ve bununla çoğu zaman karıştırılan grup hakları (kollektif haklar) net ve doğrı bir şekilde ayırt edilmeden yapılan her iyileştirme teşebbüsü, örgüt tarafından “bak görüyor musunuz nasıl aldık” şeklinde propoganda edilmektedir. Nitekim bir yıl önce Polis Akademisinde yapılan çalıştayın ardından Diyarnakır’da örgütün ve yandaşlarının düzenlediği mirtingin adı “Hizaya Gel” olmuştu.

AKP hükümeti, demokratik açılım paketinin içeriğini hala açıklamış değildir ama, açılımın fikir babası olan lideral aydın kesiminin verdiği akılla çözüm bulunamayacağını artık anlamış olmalıdır.