Müslüman ülkelerdeki Türkiye’nin İslam’dan uzaklaştığı yönündeki kanaat değişti. Ancak bu halkın dine yönelik tavrındaki bir değişmenin sonucu değildi. Halkın inancı geçmişten beri var olanla aynıydı ve bu durum ülkemizde dine dayalı bir yönetimin de destek bulamayacağını gösteriyordu ve bu konudaki endişeler yersizdi.
Türkiye’nin bir ulus devlet olarak kurulması zamanın bir gereğiydi. Osmanlı değerlerinin terk edilmesi bir tercih olduğu kadar galiplere verilen bir ödündü. Böylece terk ettiğimiz topraklarla benzerliklerimiz ortadan kaldırılmış oldu ve eskiyi ihya etmenin yolları kapandı. Şimdi bu duvarlar yıkılıyordu ve benzerlikler ortaya çıkıyordu. Ancak devletimizin herhangi bir soy ya da inanç temelinde kurulmadığı, geçmişte olduğu gibi insan odaklı olduğu belirgin hale geliyordu. Türk ve Kürt milliyetçiliğini savunanların siyasi etkileri sınırlı kalıyordu. Bu farklılığı bir çatışma nedeni olarak kullanmak amacıyla birçok tahrikler yapılmasına rağmen etkileri sınırlı kaldı. Bu sosyal yapımızın gücünü gösteriyordu. Yıllarca bölünme endişesi yaşanmış olmasına rağmen bunun gerçekleşmeyeceği görüldü. Bunun yanında ne bir İslam birliği ne de tüm Türkleri bir çatı altında toplamanın mümkün olmadığı, bütünleştirici olanın benzerlikler değil ortak hedefler olduğu anlaşıldı. Bu geçmişte birlikte yaşadıklarımızın da ancak ortak hedeflerle bir araya geleceğini gösterdi. Amaç geçmişi ihya etmek değil o günün değerleriyle yeni bir çevre oluşturmaktı.
İktisadi görüşümüzün özgün bir yanı yoktu. Batıdan alınan liberal görüş hiçbir değişikliğe uğramadan uygulandı. Zaten bu görüşün yerini alabilecek yeni bir yaklaşımımız da yoktu. Ancak yapılan eleştiriler de ulaşılan sonuçlarla ilgiliydi ve kimse yeni bir yol göstermedi. Bu durum bize özgü değildi. Komünist Parti tarafından yönetilen Çin hem dünya ekonomisinin hamallığını yapıyor hem de eşitsizliğin rekorunu kırmak üzereydi. Yani hedeflerle uygulanan metot arasında bir uyuşmazlık vardı ve bu ancak yeni bir teorik yaklaşımla çözülebilirdi.
Demokratikleşme ordunun siyasal etkinliğini yok etmek ve halkın iradesini mutlak belirleyici haline getirmek olarak algılandı. Ama halkı yönlendiren güçler üzerine herhangi bir tartışma yapılmadı. Yani toplum mühendislerinin halkı belirli bir biçimde yönlendirmesinin nasıl engelleneceği düşünülmedi. Bu mühendisler genellikle dış kaynaklıydı ve halkın iradesi ifsat edilebilirdi. Ordu ve milletin karşı cephelerde olması da toplum mühendislerinin eseriydi. Onları birbirinden farklı saymak bile bu projenin başarısı sayılmalıydı. Başka askerler para alırlar, bizim askerimizi anası uğurlarken cebine harçlık koyar.