Etno milliyetçi kürt siyaset devrimcilikten sözde demokratlığa doğru evrilirken Türkiye’de İslamcı siyasetin ulus devlet eleştirisinden önemli derecede faydalanmıştır. Hatta bir tür manivela gibi İslamcı siyaseti kullanarak kendisine yer açtığı bile söylenebilir. Bu günde aynı biçimde İslamcı siyasetin “din kartı”nı terör eylemeleri karşısında kullanması, karşı bir hareketle boşa çıkarılmıştır. 

PKK ile mücadelede “irşad faaliyetleri” yani Diyanet’e bağlı imam ve vaizlerin “bölücülüğe karşı milli birlik ve beraberliği” temel alan dini çalışmalar yürütmeleri hep bir devlet politikası olmuştur. Fakat Diyanet’deki Başkanlık değişimi ile birlikte “din kartı” birden kürt kimliğinin ayrıcı vasfını teyit ve tanzim edecek bir şekil almaya başlamıştır.

Şöyle ki, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın değiştirilen yeni yasasında 7 ayrı “Dini Yüksek İhtisas Merkezi” kurma yetkisi başkanlığa verilmiştir. Buna göre, ihtisas merkezlerinden ilki Diyarbakır’a kurulacaktır. Diyanetin, Diyarbakır’daki ihtisas merkezini şafilik üzerinden kendisini teşkilatlandıracağı basına yansımıştır. Diyanet işleri Başkanının Kutlu Doğum kutlamasında Kürtçe mevlit okuması, Kürtçe hutbe gibi uygulamalar Etno milliyetçi kürt siyasetine önemli bir bellek hatırlatmasında bulunmuştur. Tarihin küllerinde kalan Hanefi-Şafi çatışması yeniden Türk-Kürt çatışmasını besleyecek biçimde yeniden kurgulanabilir.

Bu projesinin bir sonucu olarak Diyanet aracılığıyla Doğu ve Güneydoğuda dini, üst bir kimlik olarak değil mezhebi bir kimlik olarak yeniden tanımlama çabası da meyvesini vermeye başlamıştır. Türkiye cumhuriyetinde millet ortak bir kimlik ve aidiyet olarak düşünüldüğünden Diyanet teşkilatı da din hizmetlerinde daha çok mezhepler üstü bir politika gütmeye çalışmaktaydı. İslamcı siyaset “Millet”i bir üst kimlik olarak kullanmayı reddettiğinden Dini alanda mezhep, cemaat ve meşreplere daha özel bir anlam atfetmeye başlamış hatta onları her alanda destekleyecek bir yapıya doğru kurumsallaşmaya başlamıştır.

İşte Etno milliyetçi kürt siyasetin arayıp da bulamadığı bu konjonktürel alan bizatihi Diyanet tarafından sağlanmış desek aşırı olmaz. Maalesef İslamcı siyaset ne dinin millet kurucu gücü ve rolünü anlayabilmiş ne de din-kimlik ilişkisini anlamlı bir şekilde tartışmayı başarabilmiştir.

Siz milleti etnik yapıların bir üst kimliği olarak değil de etnik yapıları bir araya getiren hukuki bir zorunluluk olarak tanımlarsanız yani bir üst kimlik olarak tek bir millet tasavvurunu baştan reddederek işe başlarsanız din tam aksine ayrıştırıcı bir unsur olarak işlev görür. “Millet” algısından bağımsız ya da bir millet tasavvuru inşa etmeye yönelik bir çabanın zati değeri olarak algılanmamış bir “din” çatışmanın en sert gücüne dönüşür. Bırakın bu gün Irak’da, Suriye’de, Libya’da yaşananları tarihte Cemel ve Sıffin’de birbirine kılıç çekenlerin daha henüz Hz. Peygamber’in sıcaklığını yeni unutmaya başlayan Sahabi olduğunu hatırlamak yerindedir. “Millet” tasavvurunun olmadığı yerde din etnik fitnenin kılıcına dönüşür ve önüne geleni kesmeye başlar.

Eğer bu gün Irak’ın Kuzeyinde Nakşi Şeyhlerin de desteklediği bir Kürt İslamcı hareket Türkiye’de etno milliyetçi siyaseti destekleyecek tarzda bir tavır ortaya koyuyorsa artık Devletin kendi elinden “din kartı”nı çıkardığını görmek gerekir. Buna bağlı olarak BDP’nin “sivil itaatsizlik” eylemlerini dini alana taşımasını ve Kürtçe ezanı, etnik fitnenin yeni bir aşamaya geçişinin göstergeleri olarak okumak daha doğru olur. Şafilik, Kürtçe mevlit ve Kürtçe Kur’an çalışmalarıyla Diyanet açılımı bir anda meyvesini vererek Kürtçe ezanla bir tür Müslümanların sinir uçlarını test etmiştir.

Din artık bir milli politika ve millet olmanın kurucu unsuru değil etnik aidiyetlerin bir aracına dönüşmüştür. Bu gün Diyanetin kabul edilemez bulduğu Kürtçe ezan aslında hem iktidarın hem de Diyanetin izlediği politikaların doğal bir sonucudur. Din eğer bir millete aidiyetle ilişkilendirilmezse kendine yeni kimlikler arar ve bulur. Siz dine Hanefi Türk’ e karşı Şafi Kürt kimliğini adres gösterirseniz o da etnik bir aidiyetin kurucu unsuru olarak hemen yerini alır. Bu gün Kürtçe ezan aslında Diyanetin politikalarının doğal bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Elbette bunu bu gün şiddetle reddedenlerin samimiyetine inanırsak, o zaman ön görülerinde ne kadar basiretsiz olduklarını söylemekten öte bir şey diyemeyiz.

Doğuda devletin “din kartını” Kürtçülük ve Şafiilik üzerinden oynamasının daha akıllıca olacağına inandırılanların Kürtçe ezanla kucaklarında buldukları kendi eserleri şimdi sanırım onları da dehşete düşürmüş gibi. O halde şapka önlerinde düşünmeleri gerekir, Kürtçe ezan bir kamu diplomasisi başarısı mı? Yoksa hezimeti midir?  

http://www.turkocagi.org.tr/modules.phpname=Yorumlar&pa=showpage&pid=751