‘…Türk uçağının geldiği güzergâh İsrail uçaklarının daha önce üç kere hava sahamıza girmeye yeltendiği güzergâhtır. Dolayısıyla o taraftan gelen bir uçak, Suriye askeri açısından İsrail uçağı olarak algılanıyor. Düşman uçağı olarak kabul edildi ve hızlı bir biçimde tepki gösterildi. Ateş edildi. Uçak merkezî radarda görünseydi uyarılırdı.
(…) Radarlarımızı yükseklerde bizim hava sahamız dışında görmüş olabilirler. Ancak girdiği andan itibaren görülmemiştir. Konuştuğumuz alan 20 km.lik bir uzaklık. Bu mesafe bir iki dakikalık bir süredir uçak için. Sonrasında görülmüyor, çünkü alçaktan uçuyor. Nitekim 2007’de İsrail o binayı vurduğunda ve aynı güzergâhtan çıkış yaptığında radarlarımız o uçakları görmemiştir(…)’
Esed’in uçağımızın düşürülme ve sebebi ve süreci konusunda ettiği bu laflara biz elbette inanmıyoruz. Biz devlet ricalinin bugüne kadar yaptıkları açıklamalara inanıyoruz, inanmaya devam ediyoruz elbette. ‘İsrail o binayı vurduğunda ve aynı güzergâhtan çıkış yaptığında radarlarımız o uçakları görememişti’ şeklindeki sözlerini önemli bulduğumuz için bağlamından kopmaması amacıyla diğer sözlerini de buraya aldık.
Esed’in ‘o bina’ dediği yer esasen gizli bir askerî tesisi barındıran önemli bir binaydı. El-Kibar ya da Deir El-Zuhr denen mahalde bulunan bu tesis, İsrail ve Amerika’ya göre inşa halinde bulunan gizli bir askerî nükleer tesisti. Suriye burada Kuzey Kore kaynaklı nükleer teknoloji ile nükleer silahlarda kullanılan plütonyum üretmeyi amaçlıyordu. Suriye bu iddiaları reddetmiş, sadece tesisin askerî bir tesis olduğunu kabul etmiş, nükleer program ya da çalışmayla ilgisinin olmadığını defalarca söylemişti. Bugün de aynı şeyi söylüyor zaten.
Ne var ki, BM’nin nükleer gözlemci ve denetleyici kurulu olan Milletlerarası Atom Enerjisi Kurumu (IAEA), Suriye’nin bu sözlerine inanmamış, Suriye makamlarının bu konuda kendileri ile yeterli derecede işbirliği yapmadığını öne sürerek Suriye’yi BM Güvenlik Konseyi’ne 2010 yılı Haziran’ında şikâyet ve havale etmişti. Bu arada El-Kibar’ın İsrail uçakları tarafından imha edilmesinden yaklaşık 8 ay sonra (2008 Mayıs’ında) IAEA müfettişleri El-Kibar tesisinde inceleme yapmışlar ve toprakta uranyum ve grafit izleri, kalıntıları tespit etmişlerdi. Suriye makamları taleplerine rağmen IAEA’nın burada yapmak istedikleri ek teftişlere izin vermemişler, tesis ve civarına hiç kimseyi sokmamışlardı.
El-Kibar konusu söylediğimiz gibi yaklaşık iki yıldır BM Güvenlik Konseyi önünde duruyor. Konsey bu konuda suskun ve hareketsiz bekliyor. Ne yapacağı da bilinmiyor. Suriye’de öne çıkan kanlı ve zalim süreç içinde belki de bu konunun geride kaldığını düşünüyor, kim bilir.
Biz esasen İsrail’in El-Kibar’a 6 Eylül 2007 günü yaptığı ve bugünlerde Esed tarafından gündeme getirilen saldırıyı çok önemli bulmuş ve hakkında 27 Eylül 2007 tarihinde bu köşede ‘6 Eylül’de Ne Oldu?’ başlıklı bir yazı yazmış ve bunun sonunda ‘…6 Eylül’de ne oldu? Bunu bizim de bilmemiz şart; çünkü İsrail uçaklarına ait yakıt tankları bizim topraklarımıza (yani Hatay civarına) düştü’ demiştik.
Daha sonra bundan yaklaşık bir yıl önce de 7 Temmuz 2011 tarihinde konuyu hatırlatan ‘El-Kibar Muamması’ başlıklı bir yazı daha yazmıştık. Bunu da şöyle bitirmiştik: ‘…Suriye işte bu şekilde, açıklayamadığı bir gizli program sebebiyle Konsey gündeminde bulunuyor. IAEA, iddialarında haklı ise ve Suriye gizli bir program geliştirme çabası içindeyse bu bize bir uyarı, ders olmalı. Suriye, IAEA’yı, milletlerarası camiayı, taahhütlerine rağmen aldatma yolunu seçtiyse bu Suriye’nin güvenilmez bir ülke olduğunu bir defa daha gösteriyor.
Biz bunu öteden beri biliyorduk; ama bazıları bunu hiç görmediler, anlamadılar. Artık belki anlıyorlar ama bu da bir şey ifade etmez. Daha önce anlamaları için birçok başka şeyin yanı sıra El-Kibar muammasını ve safahatını iyi izlemeliydiler.’
Esed’in son röportajında gündeme getirdiği El-Kibar, Türkiye açısından da işte böylesine önemli bir konuydu. Bu konuya hak ettiği siyasî ve askerî önem verildi mi, verildiyse ne kadar? Bunları bilmiyoruz; ancak biz konuyu bugün bir kere daha hatırlatmadan da edemedik. Ayrıca belki bir gün İsrail’in El-Kibar’ı nasıl vurduğunu da yazabiliriz.