Madde madde yazıyorum.
1. Alfabe kelimesindeki -fa- hecesi kısa söylenir, uzatılmaz.
2. Dil başka alfabe başkadır. Alfabe kullanmadıkları zaman da insanların dilleri vardı. Yazısı olmayan Güney Amerika yerlileri de dilsiz değildir, onların da konuştukları bir dil vardır. Arap kökenli bir alfabe kullanan Farsların günümüzde yayımladıkları gazeteler, kitaplar Arapça değil, Farsçadır. Alfabeleri aynıdır ama Arapça ile Farsça bambaşka dillerdir. Latin kökenli alfabeler kullanan Fransızların, İngilizlerin, Almanların günümüzde yayımladıkları gazeteler, kitaplar Latince değil, Fransız, İngiliz, Alman dillerinde yayımlanmaktadır. Bugün kullandığımız Latin kökenli alfabeyle yayımlanan Yeniçağ, Sözcü, Hürriyet gibi gazeteler de Latince değil Türkçedir. 1928’den önceki gazetelerimiz, kitaplarımız da Arap alfabesiyle yayımlanıyordu ama Arapça değil Türkçe idiler.
3. Osmanlı döneminde de dilimizin adı Türkçe idi. Lisân-ı Osmânî (Osmanlı dili) terimi 1850 yılında Ahmet Cevdet Paşa tarafından ortaya çıkarılmıştır. O tarihten önce yazılan eserlerde dilimizin adı daima Türk olarak geçmiştir. Dil ne kadar ağır olursa olsun Türk olarak anılmıştır. Ahmet Cevdet Paşanın çıkardığı Lisân-ı Osmânî terimine de itirazlar olmuş, konu 50-60 yıl boyunca aydınlar arasında tartışılmıştır. Süleyman Hüsnü Paşa, Şemsettin Sami ve Meşrutiyet Türkçülerinin güçlü itirazları sonunda, Osmanlı lisanı terimi 1910’larda kullanımdan kalkmıştır. Bugün Osmanlıca veya Osmanlı Türkçesi terimi sadece belli bir dönemi anlatmak için Türklük bilimi (Türkoloji) alanında kullanılmaktadır.
4. Osmanlı döneminde Arapça-Farsça kelime ve kurallarla dolu ağdalı dil sadece sanat amacıyla yazılmış eserlerde kullanılmıştır. İnsanlar konuşurken bugünküne yakın bir dille konuşuyorlardı. Ne padişah, ne vezirler, ne hanım sultanlar, ne de diğer saray erkânı… Hiçbiri o eserlerdeki ağdalı dille konuşmuyordu. Hatta eserlerin sahipleri de kitaplarında kullandıkları ağdalı dille konuşmuyordu.
5. Osmanlı döneminde sade dille yazılmış eserler, ağdalı dille yazılanlardan daha çoktur. Onlar sanat eseri olmadıkları için edebiyat kitaplarında yer almamıştır. Edebiyat dersleriyle ilgili kitaplarda sadece gazel ve kasideleri gören bugünün insanı, Osmanlı döneminde bütün kitapların ağır dille yazıldığını sanmaktadırlar.
6. Sade dil, sadece Yunus Emre, Karacaoğlan gibi tekke ve halk şairleri tarafından kullanılmamıştır. Kanunnamelerde, özellikle din konulu eserlerde ve daha birçok kitapta sade dil kullanılmıştır. Arap harfleriyle, sade bir Türkçeyle yazılmış bu eserler üzerinde üniversitelerimizin Türkoloji bölümlerinde pek çok tez yapılmıştır.
7. Atatürk, Cumhuriyet döneminin en büyük Türkçüsüdür. 1932 yılında, her kelimesi öztürkçe olan bir dil oluşturma işine girişmiştir. Ancak 1935 Güz’ünde bu işten vazgeçmiştir. 1935 Kasım’ında “Dil Yazıları” başlığıyla Ulus’ta bizzat yazdığı yazılarda millet, devir, zaman, ehemmiyet, hatıra, hakikat, sabah gibi kelimelerin Türkçe aslından geldiğini ispat etmeye çalışmış; dolayısıyla onların dilden atılmasına gerek olmadığını vurgulamıştır.
8. Günlük dilde özleştirme hareketinden vazgeçen Atatürk, terimlerin Türkçe köklerden yapılması işine devam etmiş, geometri terimlerini de kendisi özleştirmiştir.
9. Dil tartışmaları bugün için geride kalmıştır. Osmanlı dönemindeki ağdalı eserlerin diline dönmek mümkün değildir. Bütün kelimeleri Türkçe kökten gelen bir dil de mümkün değildir. Bugün artık oturmuş, sağlam bir dilimiz vardır ve bu dille, üst seviyede pek çok sanat ve düşünce eseri yazılmaktadır. İnsanların dillerindeki bozukluk ve zayıflık ise dilin değil eğitimin meselesidir.