Sevgili okuyucular, bu Pazar Sohbeti’nde sizinle dertleşmeye ihtiyacım var. Son haftalarda meydana gelen olaylardan dolayı çok şaşırmış olduğunuzu biliyorum.
Kavramlar birbirine girdi; değer yargıları ters yüz edildi; doğru bildiklerimizin yanlış olduğu söylendi.
Doğru ve olumlu değişime elbette taraftarım.
Hayatım boyunca Türkiye’nin değişmesi ve ileriye gitmesi için var gücümle çalıştım.
Muhafazakârlığı aslâ tutuculuk ve statükoculuk olarak algılamadım. Lâkin, toplumda yılların birikimiyle ve tarihin akışıyla oluşan kıymet hükümlerinin, bir anda, zorla ve halka rağmen değiştirilmesinin mümkün olmadığını da çok iyi biliyorum.
Ömer Seyfettin’in, ‘Primo Türk Çocuğu’ adlı hikâyesini okumadan, halkın ‘Şapka Devrimi’ne idamı göze alarak neden karşı çıktığını anlamamıştım. Hikâyede anlatıldığı gibi, ‘şapka’ İslâm’a ve Türk’e karşı olanların, yani o yıllarda ‘düşman’ın sembolüydü. İttihatçılar da Cumhuriyet’in tek parti kadrosu da halkın değer hükümlerine ters gelen ve açıkçası pek de gerekli olmayan radikal değişimleri zorla dayattılar.
1950’den sonra demokrasiye geçilince, halk tepkisini oylarıyla göstermeye başladı. Menderes-Özal-Erdoğan üçlüsü de hep değişimden yana oldular ama milletin desteğiyle değişimi gerçekleştirerek önemli demokratik reformlara imzasını attılar. Bu reformları yaparken, milletin değer yargılarını dayatmayla değiştirmek şöyle dursun, bu ölçüye göre reformları gerçekleştirdiler.
Bu sayede de hep iktidarda kaldılar.
***
Başbakan Erdoğan, militarist ve jüristokratik vesayeti tasfiye ederek Türkiye’nin ufkunu ‘ileri demokrasi’ye açan liderdir. Ayrıca, dış politika, ekonomi ve sosyal politikada ne derece önemli değişim ve dönüşümleri gerçekleştirdiği inkâr edilemez. Erdoğan, aslında terörle mücadele konusunda da başarılı olmuştur.
Lâkin, son bir aylık dönemde meydana gelen olaylar kamuoyunda şok tesiri yapmıştır. Düşünebiliyor musunuz?
Milletin tamamına yakın kısmının (birkaç eski marksist, liberal özentili sözde aydınla onların taklitçileri ve PKK destekçileri haricinde herkes) vatan ve millet sevgisi olarak anladıkları ‘milliyetçilik’ tu kaka edilirken, eli kanlı teröristbaşının muhatap alınması normal bir tutum mudur?
Başbakan Erdoğan’ın da söylediği gibi, ‘savaş’, ‘barış’, ‘ateşkes’ gibi kavramlar, karşılıklı egemen devletler için kullanılır.
Terörist eşkıyanın dağa kaldırdığı kişilere ‘esir’ denmez. Adamlar hiç utanmadan gözümüzün içine baka baka esirlerin karşılıklı iadesinden bahsedebiliyorlar.
Şu kepazeliğe bir bakınız; Türkiye’nin Anayasası’ndan ‘Türk’ ve ‘Türk Milleti’ kelimeleri çıkarılmak isteniyor. Bütün bağımsız ve egemen dünya devletleri anayasalarında kendi aidiyetlerini, milletlerini, kimliklerini belirtecekler; benim tarih boyunca devletler ve imparatorluklar kurmuş milletim, ‘Büyük Türk Milleti’ bundan mahrum bırakılacak… Terör şantajıyla bu zilleti milletimize kabul ettirebilir misiniz?…
İyi niyetinden hiç şüphe etmediğim Başbakan Erdoğan, İttihatçı baskılarının, tek parti devrimlerinin ve halka yapılan darbeci dayatmaların nasıl akamete uğradığını çok iyi biliyor. Bir avuç PKK destekçisinin dayatmasıyla halka rağmen yapılan uygulamalardan netice alınamaz.
Bekri Mustafa’nın kıssasını bilirsiniz.
Teröristbaşı Apo’nun Mandela olup ‘barış'(!) getireceği bir işten ne beklersiniz?… Lâkin, biz sabırla beklemeye devam ediyoruz.