“Alimin ölümü, alemin ölümüdür “
…Evet, gerçek bir Türk-İslam Alimiydi, Sofuoğlu Hocamız…
1986 yılının başlarında, genç bir mühendis olarak atandığım TSE İzmir Bölge Müdürlügündeki görevim esnasında ziyaretine gittiğim zamanın 9 Eylul Universitesi Rektör Yardımcısı E.Ruhi Fığlalı Hoca’nın odasında kısa boylu ama sıcacık gülümsemesini sevenlerinin çok iyi bildigi Cemal Sofuoglu ile bizi Ruhi Hoca tanıştırmıştı…
İlk sohbetimiz de oracıkta sıcak bir ortamda olmuştu…
Kimi söylesem, hemen şecereleriyle bana onları anlatıyordu… O yıllarda hem de İzmir’de hem Ülkücü, hem de özde ülkücü, üstune üstlük bir de İlahiyat profesörü bir ağabeyi bulmak benim için tarifi imkansız bir mutluluk idi… Düşünsenize, Galip Erdem diyorum, Nuri Gürgür, Nevzat Kösoğlu, Abdurrahman Küçük diyorum, bana onlardan hatıralarını naklederek, sevincimi artırıyordu…Bir saati aşkın sohbete dalmışken, Ruhi Fığlalı hoca’nın ” beyler, iyiki tanışmıyor muşsunuz, bir de tanışsaymışsınız, ne olacaktı?” ironik ikazını farkedip, kalktık… Rektörlük koridorunda o yıllarda 9 Eylul Üniversitesinde asistan olan degerli dostlarim, Selahattin Sarı, Oktay Vural, Hidayet Altınakar ve Universitenin Genel Sekreteri olan H.Ali Türkaslan ile karşılaştık…Ruhi Hoca’nın ” haydi sayınız yeterli, kurultay bile yapabilirsiniz, ben çıkıyorum” dediği halen kulaklarımda…
Şimdi İst. Beykent Uni. Rektör Yrd. Selahattin Sarı ile Ülkü Ocakları Genel Başkanı iken, emrinde çalışmışım, Şimdilerde MHP Grup Bsk. Vekili ve İzmir Milletvekili olan Oktay Vural ile de 1970 yılında Diyarbakır Maarif Kolejinde başlayan okul ve dava arkadaşlığımız söz konusuydu…Bereketli bir gündü sizin anlayacağınız…
O gün başlayan kutsal bereket günümüze kadar süregeldi…
O günden sonra, Cemal Abi, beni İzmir İlahiyat’a davet etti.. Prof. Mehmet Şeker, Prof. Mehmet Aydın( eski Devlet Bakanı), Abdulkadir Şener, Erdogan Fırat, rahmetli hemşerim Muharrem Çelebi(şimdiki Tubitak bsk. Yucel Altunbaşak’ın kayin pederi), Avni Hoca, Mehmet Demirci, Ömer Dumlu, Hakkı hoca ve daha nice degerli hocalarımla aile dostu oluvermiştik..1988 yıl ı içinde İzmir 9 Eylül Üniversitesi Konut Yapı Kooperatifini “Ülkücü usulde” bir kongre ile devralmış, Mehmet Bilici bsk, beni de Kalite ve Standartlardan anlıyorum düşüncesiyle 2. Başkan yapmışlardı… Yönetimde Cemal Hocam, Mehmet Şeker, Tıp Fakültesi’nin Dekan Yrd. Dermatolog, Prof.Ali Tahsin Güneş hoca ve BMC’ de satış Müdürü Mak. Müh. Mecit Süzer beraberdik… Her hafta sonu şimdiki vefat ettiği evin inşaat şantiyesinde neredeyse her gün birlikteydik. Cemal hoca, ilimdeki titizliğini İnşaatın yapımı esnasında da, gösterirdi. Yapımcımız o yılların populer büyük firmalarından İNTES insaat şirketiydi. Ruhi Fıglalı hoca’yı da Koop. Denetleme kurulu baskanı yaparak, Toplu konut kredisini bir çırpıda halledivermiştik. Bu başarılı taktiğin de perde gerisi mimarları, Cemal hocayla Mehmet Seker idi…2,5 yıl gibi kısa bir sürede 5 blok 172 daireyi bitirip, iskana hazır hale getirmiştik. Şimdilerde, TSE eski Başkanımız M.Yılmaz Arıyörük, Mevcut 9 Eylül Uni. Rektörü Prof. Mehmet Füzun dostumuz, eski rektör Prof. Namık Çevik ve çok sayıda dostumuz burada oturuyorlar. Bendeniz maalesef, inşaatı bitirdigimiz yıl 1991 yılı başında Oktay Vural’ın Genel Müdür oldugu Botaş Genel Müdürlügu’ne Dogal Gaz Grup Bşk. Yrd. olarak atandıgım için çok uzun süre oturma fırsatım olmadı ama Cemal hocamla aynı blok’ta kura çıkmıştı bize…
1986 yılında, bendeniz uzun süreli teknik ihtisas çalışması maksadıyla Japonya’ya gitmeden önce yine Av. Metin Öney, merhum Av. Mevlut Aslışen, Oktay Vural, Selahattin Özhaseki, Sebahattin Çenet, Vedat Güldogan ve diger agabeyler ile İzmir Türk Ocagını yeniden kurmuştuk.
Sofuoglu hocam yıllarca orada konferans ve seminerler verdi, Hars heyetini oluşturdu, günümüze kadar da çizgiyi hiç değiştirmeden hizmetine devam etti. 90’lı yılların ortasında yıllardır hayali olan Kazakistan’a (Türkistan’a) gitti. Orhan Kavuncu’nun Kurucu Rektörü oldugu Hoca Ahmet Yesevi Universitesine geçici görevle gitti. O yıllarda yoğun bir aşk ve şevkle orada çok eksikliği hissedilen İslami Bilimler( İlahiyat) Fakültesinin alt yapısını kurmaya çalıştı. Kendi ifadesiyle “ilave tek bir lira ya da tenge almadan” imanla ugrastı… Oralardan “gönlü kırık ” döndü…
Kendi ifadesiyle “içe dönük hüsran ve Gönül kırıklıgı” nı ölünceye kadar sürdürdü… Kendisi Ankara’ya geldiginde Otel ya da misafirhanede kalmaz bizim evde kalmayı tercih eder, gece yarılarından sonraya kadar, eşim Çigdem ile oğullarımız Aybars ve Alper’in de dahil olduğu ateşli sohbetler eder, biz de onu ağırlamaktan çok mutlu olurduk… Yaş haddinden Emekli olunca da boş durmadı. Aynı Fakulteden Abdulkadir Şener ve Mustafa Yıldırım hocalarla birlikte bir kaç yıl titiz emek vererek, alanında en iyilerden olan ” Kuran Meali ve Tefsiri” ni tamamladılar. Büyük oglumuz Aybars’ın 2010 yılının Kasım Ayında yaptıgımız dügünündeki “en degerli hediye” olarak takdim etme inceliğini de göstermişti, dua çınarı koca Cemal ağabey…
Bundan birkaç yıl evvel, bir gece yarısı beni gece yarısı telefonla uyandırıp, sevgili Kızı Nilgün’le evlenmek isteyen bir tıp doktoru arkadaştan bahisle ” referansı sensin, Kerim’ciğim diye telefonda kız evladını evlendiren Türk Töresi baba hassasiyetiyle bir çırpıda bana onlarca soru sormuştu… Güzel bir tesadüfle, kızına talip olan ve Aydın’da doktorluk yapan benim hemşerim, çocukluk ve maarif koleji alt sınıfından okul arkadaşım Dr. Erdogan Kılıç’tan bahsetti ve araştırıp referans olmamı önerdi. Ben de ” Cemal Abi, onca aile ve ülkü yoldaşlığından sonra, kısmette hısımlıkta varmış” diyerek onu çok rahatlatmıştım. “Çok endişeliydim, rahatladım.” diyerek telefonu kapatmıştı…
Özellikle son yıllarda Ülkücü hareketteki kısırlık ve dalgınıklıktan çok dert yanıyor, en az haftada bir beni arıyor, “ne olacak bu Türk Milliyetçiliğinin aymazlık ve kısırlıgı?” diye dertleniyordu… Tepkileri belki keskin ama haklı idi. Yalnız belki de nazı geçtiği icin tepki ve öfkelerini İzmir’de yakın arkadaşı, Mehmet Şeker(bizim Alper’in Baklava hocası) ve Ankara’da bana boşaltırdı… Vefatından bir gün önce (dün) benim 30 Agustos ve Malazgirt Zaferi Mesajıma kısa cevap yazmış, yeterli bulmayıp, “Kerkük, Dogu Türkistan yanıyor, Ankara ne yapıyor” diye tüm sorumluluk noktasına koyup, epeyce öfkeli bir ses tonuyla dert yandı.” İcerideki Milliyetçi dagıklık ve uniter yapıda meydana gelen “can sıkıcı” gelişmelerden dert yandı. “Bu dert beni öldürecek “dedi ve bu sabah da bilmişcesine Hakk’a yürüdü…
2011 yılının yazında, bizim Prof. Orhan Arslan’ın “Kuran’ı anlamak” konulu konferans ve tv. konuşmalarını yoğunlaştırdığı dönemde, ben yarı şaka olarak “abi, bir ziraat profesörü meydanı boş bulup, habire Kuran’ı anlamak adıyla ahkam kesiyor” diye hafif yollu olarak tahrik etmistim. Aynı hafta sonu İzmir’den kalkıp gelmis ve Türk Ocağı Genel Merkezi “ocakbaşı sohbeti” kapsamında enfes bir konferans vermişti. Ben kendisini İzmir’e gitmek üzere Hava alanına götürürken “ziraatçı, miraatçı amma, bu Orhan Arslan’da bayağı iyi anlatıyor ve yorumluyor” diye de hakkını teslim etmişti..
Son dönemdeki icine düştügü kahır sendromuna güzel bir örnekle yazıyı bağlayalım… Kendisine de gönderdiğim, Kadir Gecesi mesajımda “hatırlamamız gerekenleri unutmama dileklerimle” diye yazmıştım. Aynı dakika icinde bana hatırlamamız ve unutmamamızdan, neleri kastettiğimi sormuş, ben de; “Cemal Hocam, Türk ve İslam dünyası ve eski dostları kastediyorum” yazmıştım. Cevap olarak bana gönderdiği sms mesajını silmemiştim. Aynen kopyalıyorum;
“Kerimciğim, ben Türkeş Bey’den de önce Türk Milliyetçisiydim, Erbakan’dan önce Müslümandım, elhamdulillah. Ben hiç birşeyi hatırlamak ihtiyacını duymuyorum. Zira unutulan şeyler hatırlanır. Benim yıllar önce lise yıllarında okudugum şiirleri ve Kutlu Dogum Haftalarında yaptıgim konuşma metinlerini İzmir’e geldiğinde paylaşmak istiyorum” demişti…