İki hafta önce, Sakarya Kültür ve Turizm Konseyi’nin daveti üzerine Sakarya civarında iki günlük kısa bir geziye katılmıştım. Bu benim için bir çeşit keşif gezisiydi. İstanbul’da yaşayanların burunlarının dibinde sayılabilecek Sakarya’da mesela Acarlar adı verilen kuş cenneti bir longozun (su basar ormanı) bulunduğunu kaç kişi bilir? Poyrazlar adında, ortasında şiir gibi bir gölün süzüm süzüm süzüldüğü el değmemiş tabiat harikasından kaç kişinin haberi var? Bırakın bunları, Sapanca Gölü’nün farkında mıyız? Büyük ölçüde korunmuş, her bakımdan tipik bir Osmanlı kasabası olan Taraklı’ya hiç yolunuz düştü mü?
İlk durağımız Sapanca’nın Mahmudiye köyünde birkaç yıl önce hizmete açılan, isminden pek hoşlanmasam da, atmosferinden ve kahvaltı sofrasının zenginliğinden etkilendiğim Natürköy’dü. Küçük bir derenin etrafına kurulmuş, yeşilin bin bir tonunu görebileceğiniz bitkilerle bezeli, isimleri saymakla bitmeyecek çeşit çeşit ağaçların yükseldiği bir mesire alanı…
Natürköy’deki harika kahvaltından sonra, aralarında benim de bulunduğum birkaç şanslı kişi, Yelken Kulübü’nün bir teknesiyle, bu kulübün iki usta sporcusunun idaresinde Sapanca Gölü’ne açıldı. Bunun benim gibi denizle, teknelerle vb. ünsiyeti fazla olmayan birisi için son derece heyecan verici bir tecrübe olduğunu ayrıca belirtmeye gerek var mı? Rüzgârın dilinden anlayan sporcuların dümeni ve yelkenleri ustaca kullanarak tekneyi istedikleri istikamete sevk edişlerini hayranlıkla izledim.
Yirmi beş dakika sürmesi planlanmış olsa da bir saati geçen ve haddinden fazla adrenalin salgılamamıza yol açan yelkenli safasının ardından bölgenin en eski köprüsüne doğru yola çıktık. Sapanca Gölü’nün suyunu Sakarya Nehri’ne ulaştıran Çark Deresi, Bizans İmparatoru Jüstinyen tarafından 559-560 yıllarında yaptırılan on iki gözlü muhteşem köprünün altından geçiyor. Türkçe adı Başköprü olan ve mutlaka görülmesi gereken bu köprü, birkaç yıl önce isabetli bir kararla trafiğe kapatılarak korumaya alınmış. İkinci gün gezdiğimiz Alifuatpaşa beldesindeki on dört gözlü II. Bayezid Köprüsü de ondan aşağı kalmaz.
Sıra, yazının başında ismini zikrettiğim Poyrazlar Gölü’ndeydi. Aynı ismi taşıyan köyün bitişiğindeki bu altı kilometrekarelik nefis göl, meşe ve palamut ormanlarının ortasında etrafa huzur yayan bir güzellik olarak nefes alıp veriyor. Bir ismi de Teke Gölü olan ve sularını Sakarya’ya boşaltan Poyrazlar’dan Acarlar Longozu’na geçtik. Karasu ile Kaynarca sınırları içinde yer alan bu göl ormanı, kelimenin tam mânâsıyla bir tabiat harikası… Yarısı bataklık olan longozda, manzara, ormanın hâkim ağaçları olan ve yirmi metreye kadar boylanabilen dişbudak, karaağaç ve kızılağaçlarca belirleniyor. Gürgen, akağaç, titrek kavak, üvez, kayın, kızılcık ve fındık, longozdaki diğer ağaç türleri… Sazlıkların ve nilüfer gibi su bitkilerinin bir arada yaşadığı, inanılmaz zenginlikte bir bitki örtüsüne sahip olan Acarlar’ın hangi köşesine baksanız nefis bir güzellikle karşılaşıyorsunuz. Nilüferler arasında kazlar ve ördekler yüzüyor. Aynı zamanda Anadolu’dan geçen iki önemli göç yolundan birinin üzerinde yer aldığı için bazı göçmen kuşların konaklama ve kuluçkaya yatma yeri olan Acarlar, barındırdığı 243 kuş türüyle tam bir kuş cenneti…
Sakaryalı bir ilim adamı olan Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Mustafa İsen’in öncülüğünde başlatılan “Marka Kent” çalışmaları sonunda eko-turizme açılan Acarlar Longozu’nun bütün güzelliklerini uzun ahşap yürüyüş yolunda yahut gezi teknesiyle ve deniz bisikletleriyle göle açılarak tatmak mümkün.
Sakarya’nın Karadeniz’le birleştiği noktadaki Karasu’dan ve tekneyle açıldığımız Sakarya Nehri’nin coşkun güzelliğinden de uzun uzadıya söz etmek isterdim. Fakat o zaman Taraklı’ya yer kalmazdı. E-5 Karayolu’nun epeyce dışında kalması dolayısıyla tarihî kimliğini ve şehir dokusunu büyük ölçüde korumayı başarmış bir ilçe olan Taraklı’da, Yavuz’un İran seferi sırasında Sadrazam Yunus Paşa tarafından yaptırılmış zarif bir de külliye var.
Safranbolu ve Cumalıkızık gibi korunmuş Osmanlı yerleşim yerlerini aratmayacak güzellikte bir ilçe olan Taraklı’da, her biri yeşillikler ortasında başlıbaşına bir güzellik olan tarihî yapıların bir kısmı restore edilmiş, bir kısmında restorasyon çalışmaları sürüyor. Mizah kültürümüzün renkli bahislerinden biri olan “yalaza”nın da Taraklı’ya has olduğunu sanırım bilmeyen yok. Bir çeşit organize şaka, argo tabirle “işletme” niteliği taşıyan yalaza, Taraklı’ya yolu düşen herkesin başına gelebilir. Bu şakalar o kadar maharetle tertip edilir ki, ebaenced Taraklılı olan biri bile yalazaya geldiğini çok geç fark edebilir.
Taraklı’nın hemen dibine harika bir termal tesis yapılmakta olduğunu, 2014 yılında açılışı yapılacak olan bu tesisin Taraklı’ya ilgiyi artıracağını belirtmeden geçmek istemem.
Az kalsın unutuyordum: Taraklı’ya gitmeden önce Geyve’nin bir köyünde üzüm hasadına katıldık ve dalından üzüm yedik. Geyve ovası, dediklerine göre, çay dışında her çeşit bitkinin yetiştiği bereketli bir ova, dağ taş bağ, bahçe…
Velhâsıl, gezilesi, görülesi yerler… Benden söylemesi…