Uygarlık bunalımı
Yoksa İbn-i Haldun yine haklı mı çıkıyor? “İbn-i Haldun kanunları” (eğer tarihin kanunu varsa) belki de yeryüzünün tespit edilmiş en eski düzenlilik ilişkilerinin ifadesidir. Ona göre, bütün uygarlıklar farklı dönemlerden geçerek ilerler, her uygarlığın yükselişi gibi düşüşü de vardır ve bunların belli yasaları bulunmaktadır. “Tavırlar yasası” uygarlıkların dayandığı zihniyet ve kurumsal yapı arasındaki ilişkileri ele alır. Hatırlatmak gerekirse, sadece Haldun değil, muhtemelen Montesqueu, Danilevsky hatta Sorokin‘e kadar uzanan tarih felsefesinin önemli isimlerinin birçoğu, uygarlıkların değişimleriyle ilgili felsefi problemler üzerinden Haldun’dan etkilenerek bir teori arayışına girişmişlerdir.
19. yüzyıl Batısı, aydınlanma mirasından pozitivizmi ve oradan Karl Polanyi‘nin tabiriyle “Büyük Dönüşüm”ü yaratmıştır. Bu dönüşüm içerisinde, aydınlanmanın yarattığı düşüncenin çoğulculaşması, sanayinin yarattığı endüstriyel ekonomi ve modernleşmenin yarattığı sınıflaşma ve bireyin, apayrı bir yeri bulunmaktadır. Bütün bunlar modern toplumun bir yüzüdür. Modern toplumun yüzlerinden bir diğeri ise geleceğe dönük ürettiği iyimserlik, kendisine güven ve Batı dışı toplumlara karşı bir “model” olma iddiasıdır. Bu iddia aynı zamanda, sadece Batı merkezli özgüveni değil Batı dışı uygarlıkları küçümseyen, kendi üstünlüğüne inanan bir fikri beraberinde taşır.
Batı’nın “model” olma döneminin yaklaşık 200 yüzyıl civarında sürdüğü söylenebilir. Bir anlamda, Batı modernleşmesinin ürettiği düşünceler ve toplumsal ilişkiler sistemi, bugün yeni bir çağın başında ciddi sorunlarla karşı karşıya kalmıştır. 19. yüzyılın iyimserliğini, sanayi ve refah toplumları çağının eşitlikçi ve özgürlükçü akımlarının yükselişini, 20. yüzyılın sonunda ortaya çıkan yeni toplumsal ekonomik ve uluslararası ilişki biçimleri başka bir renge büründürmüştür.
Doğu-Batı etkileşimi
Post-sanayi çağı eşzamanlı olarak küreselleşme denilen bir süreçle üst üste yaşanmaktadır. Bu çağın ortaya koyduğu sorular, aydınlanmanın rasyonalizmiyle, tabiatın mümkün olduğu kadar dönüştürülerek insan için düzenlenmesini esas alan faydacılıkla, uluslar arasında yaşanan eşitsizliklerin derinleşmesiyle ortaya çıkan savaşlar ve vahşet tablolarıyla, meydana gelen çelişkileri aşmak mümkün değildir.
Bu yeni insanlık durumu, Batı uygarlığının karşılaştığı sorunlar arttıkça drama dönüşmektedir. Şimdi yeni bir gelecek tahayyülüne ve yeni bir uygarlık anlayışına ihtiyaç bulunmaktadır.
Uygarlıklar kendi içlerine kapandıkları zaman var olan bazı sorun çözme kabiliyetlerini bile kaybederler. Bunun için günümüzde, Batı uygarlığının dinamizmini kaybetmesi, onun bu içe kapanmacı tavrından kaçınmasını zorunlu hale getirmiştir. Doğu-Batı diyaloğu hem Batı hem doğu açısından yeni bir uygarlık yaratmanın imkânı olarak ortada durmaktadır. Bu diyaloğun devletlerarası bir ilişki biçimi olarak anlaşılmaması gerektiğini, iki farklı uygarlık sahasının entelektüel diyaloğu haline dönüşmesine ihtiyaç olduğunu ayrıca belirtmeye gerek olmadığını düşünüyorum.