Batı medeniyetinin Hıristiyanlık, Roma hukuku, Yunan felsefesine dayandığı çok sık ifade edilmektedir. Bunların yanında 16. yüzyıldan itibaren müspet bilimler de yer almıştır.
Giderek Batı’da fonksiyonunu artıran müspet bilimler, ortaçağın kaderciliğinin yerine determinizmi, “Üstad dedi ki”ye karşı tenkit melekesini geliştirmişlerdir. Bunların doğurduğu Rönesans’ın Batı’ya şunları mal ettikleri ileri sürülmektedir; din konusunda hoşgörü, siyaset alanında demokrasi ve hukukun üstünlüğü. Kanaatlerince Batı’yı maddeten ve manen kuvvetli yapan bu değerlerin üniversal olduğunu şöyle ifade etmektedirler: “Ortaya çıkan bu değerlerin hedefi Hıristiyanlık veya İslamiyet, Alman veya Bulgar, doğulu veya batılı, köylü veya şehirli, hükümdar veya tebaa değil, doğrudan doğruya insan ve insanlıktır.”
Hıristiyanlık Hz. İsa’nın tebliğ ettiği şekilde kalmamıştır; eldeki güvenilir İnciller birbirlerinden farklı oldukları gibi, hepsinde bilgi açısından maddi hatalar vardır. Mesela dünyanın sabit olması, güneşin etrafında dönmesi veya Hz. Adem’le Hz. İsa’nın arasında 4444 yıl bulunması gibi. Oysa vahyin mantığında hata olması mümkün değildir. Dolayısıyla bu İnciller belli bir bilgi seviyesine gelmiş bulunanları tatmin etmemektedir; fakat kültürlerinin oluşmasında ana unsur olduğu için fazla ses çıkarmamaktadırlar. Bir de eldeki İnciller insandan ziyade, Hıristiyanlara hitap etmekte, hedef kitlesinin diğer din mensuplarına bakışını etkilemektedirler. Aksi takdirde Amerika’ya göç eden Avrupalılar o gaddarlıkta bulunamazlar, yerlileri, İnka ve Aztek medeniyetlerini yok edemezlerdi.
Müspet bilimlerin Avrupalıların malı olmadığını da belirtmeliyiz. Bunlar insanın idraki seviyesinde tarihin karanlıklarından beri vardı; dünyayı gezen bir özelliğe sahiptirler; nerede ortamını bulurlarsa orada konaklar, meyvelerini verirler. Değişik kaynaklardan beslenen müspet bilimler, ortaçağda Müslümanların elinde en üstün seviyesine ulaşmışlardı. Bugünkü Avrupa’nın ilminde Müslümanların, bilhassa İbn-i Sina’nın, Biruni’nin çok büyük payı bulunduğunu inkâr kabil değildir. Yunan felsefesini de geliştirip Batı’ya intikal ettiren Müslüman ilim ve fikir adamlarının başında Farabi gelmektedir.
Köklerini Mısır, Hindistan’da bulan Yunan fikir ve düşüncesi, müspet bilimler Batılılara kuvvet vermişlerdir. Fakat Batılıların ele geçirdikleri bu gücü üniversal anlamda kullandıklarını iddia etmek mümkün değildir. Söz konusu değerleri menfaatleri uğruna maymuncuğa dönüştürmüşlerdir; yeri gelir demokrasiyi, yeri gelir diktatörlüğü desteklerler. Batı’nın refahında bu değerlerden ziyade sömürgeciliği etkili olmuştur.
Sömürgeyle zenginleşen Batı’da ister istemez okullaşma yaygınlaşmıştır; ciddi bilgi birikimine ulaşanları ilânihaye sürü gibi kullanmak mümkün değildir. Ne acılar çektikten, nice insanlar kan gölünde boğulduktan sonra, demokrasi hayatlarına katılmıştır. O bir değer değil, bir mecburiyet olarak ortaya çıkmıştır; fakat onu insanların mutluluğu için değil, kendi refahları uğruna kullanmaktadırlar. Bunu da yadırgamamak lazımdır; zira kültürlerin temelinde, onların taşıyıcısı olan insanın telakkisi bulunmaktadır.
Kültürlerin mihrakı Tanrı anlayışlarıdır. Hıristiyanlara göre Hz. İsa hem Tanrı’dır hem de Tanrı’nın oğludur. Fani dünyaya gelmiş; en büyük acıları çekerek insanlara örnek olacak bir hayatı arkasında bırakarak makamına çekilmiştir. Bu da Hıristiyanların zihninin somut esaslara göre oluşmasını sağlamıştır. Bunun için maddenin bütün kombinezonlarını ifade eden dillerinde soyut kavramlar azdır; mesela amca, dayı aynı kelimedir; sonradan annemin kardeşi, babamın kardeşi diye açıklarlar; gelin, görümce, elti ve benzerleri aynı kelime ile ifade edilirler. Bütün insanlığa hitap eden değerler ise daha çok soyut kavramlarla oluşurlar. Bu da ancak somut, lokal hadiselerden kurtulmakla mümkündür; bunun için Batı medeniyeti üniversal olmak yeteneğine tam sahip değildir.
Hedefimiz ne Batı ne de çağdaş medeniyet, sadece ilim olmalıdır. Çağın ilimlerine sahip olabilirsek, hatta üzerine bir şeyler daha koyabilirsek, ancak milletçe yaşama imkânını elde edebiliriz. İlimler de kültürümüzle yoğrularak kendimize has bir medeniyetin oluşmasını temin ederler.