Ahmet B. ERCİLASUN
Ayvaz Gökdemir’e Saygı
Ötüken 2009 Sayfa:114-120
1963 yılında, Kızılay’daki Çelikkale Sokağı’nda bulunan Üniversiteliler Kültür Derneği’nde gördüğüm genç Ayvaz Gökdemir olmalı. Ankara’ya, üniversite sınavlarına girmek üzere geldiğim günler. O zamanlar, sınavlar için gelen öğrencilere kalacak yer temin edileceği biz milliyetçilere duyurulmuştu. Ankara’da bu işle uğraşan yer de Üniversiteliler Kültür Derneği idi. İzmir’den Ankara’ya inmiş ve hemen derneğe gitmiştim. Orada bulunanlar, genç Ayvaz’dan saygıyla ve biraz da hayranlıkla bahsediyorlardı. Ayvaz geldi ve beni Hukuk Fakültesi arkasındaki yurda yerleştirdiler. Her hâlde bir gece kaldım, sınava girdim ve İzmir’e döndüm. İlk tanışıklık, 45 yılın gerisinde, sisler arasında kaldı. Birkaç cümle belki edildi; belki de hiç konuşulmadı. Fakat oradakilerin Ayvaz’a olan hayranlık hisleri hatırımdan hiç çıkmadı. Ben İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne girdim. Fakülteyi bitirdikten sonra da Atatürk Üniversitesinde Türk dili asistanı oldum. Böylece tanışıklık daha sonraki yıllara kaldı. Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun şiirini savunmak ve şiir üzerinde güzel bir tahlil yapmak üzere yazdığı yazının yılını hatırlamıyorum. Fakat şiir işte böyle tahlil edilir, demiştik. Galiba takma ad kullanmıştı ve yazının üslubu da tahlilin kendisi de bizi çok memnun etmişti.
Birkaç akşam süren görüşmeler Kars’ta oldu. Nevzat Kösoğlu, Ayvaz Gökdemir ve rahmetli Sezgin Kars’ta askerlik yapıyorlar. Galiba Necdet Özkaya da var. Talebem Sedat Yurtseven’in amcasının otelinde kalıyorlar. Kars kalesinin altında. Ben de doktora tezimin malzemesini derlemek üzere Kars’tayım ve tabiî aynı otelde. Sabah onlar birliklerine gidiyorlar; ben de yakın köylere derlemeye. Akşamları buluşuyor, konuşuyoruz. Ama sadece birkaç akşam. Çünkü ben Iğdır’a veya Ardahan’a geçiyorum ve otelden ayrılıyorum. Nevzat’ın deyimiyle akşamları otelde vatan kurtarıyoruz. Neler konuşuyoruz, nelerden bahsediyoruz, hiç hatırlamıyorum. Fakat o saatler zihnimde hep hoş ve neşeli zamanlar olarak kaldı. Avukat Yasin Bozkurt’un bürosuna beraber mi gitmiştik; onu da bilmiyorum.
1971 Güzünde Ankara’ya, Hacettepe Üniversitesi’ne geldim; kısa süre sonra da asker oldum. Her hâlde 1972’den sonra münasebetlerimiz sıklaştı. Ülkü-Bir’de, Türk Ocağı’nda, milliyetçilikle ilgili çeşitli toplantılarda. Ayvaz iyi bir hatip. Meclis kürsüsünden konuşsun diye bekliyoruz hep. O konuşunca televizyonun karşısında çakılı kalıyoruz. Türk Dil Kurumu başkanlığım sırasında, bir süre Atatürk Yüksek Kurumu’ndan sorumlu bakan da olmuştu. Yani resmen bizim bakanımızdı. O zaman da Kurum’un düzenlediği toplantılarda konuşur ve her zamanki gibi ağzına baktırırdı. Bişkek’te, Manas Üniversitesinde çalıştığım 2002 yılında da bakan olarak üniversiteyi ziyaret etmiş ve mükemmel bir konuşma yapmıştı. Anlaşılan Ayvaz Gökdemir’de beni en çok etkileyen şeylerden biri hitabetiydi. Siyasetle uğraşan laalettayin biri değildi o. Bilgili, kültürlü, sağlam bir muhakeme gücüne sahip, iyi yazan ve güzel konuşan bir siyasi idi. Milletvekilliğinden çok ülkücü bir kültür adamı olarak çevresini etkilediğini sanıyorum. Bir de cesareti. Üstüne bir etiket gibi yapışıp kalan “Komando Ayvaz” tabiri belki de bu sebeple bizi üzmezdi. Bu tabirde biz onun cesaretini, kahramanlığını bulurduk. Hem bir kültür adamı, hem de cesur ve atılgan. İnsanlarda genellikle bir araya gelmesi zor iki vasıf. Ayvaz’da bunlar bir aradaydı. Bu sebeple gençler tarafından da sevilmişti.
Ayvaz Gökdemir’in milliyetçilik anlayışında Sadri Maksudi Arsal’ın “Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları”nın önemli bir tesiri olduğunu sanıyorum. Üniversiteliler Kültür Derneği’ndeki seminerlerde galiba bu kitabı tanıtmıştı ve bu seminer küçük bir kitapçık olarak da yayımlanmıştı. Tıpkı Arsal gibi Gökdemir de milliyetçiliği sosyolojik ve psikolojik bir olgu kabul eder ve bu bakımdan her insanın tabiî olarak milliyetçi olması gerektiğini düşünür. Şu cümle onun bu düşüncesini açıkça ortaya koyar: “Milliyetçilik, kökü insan ruhunun derinliklerine ulaşan, insana sağlıklı bir kişilik ve emin bir kimlik kazandıran psikolojik ve sosyal bir zarûrettir.” Görüldüğü gibi insan psikolojisinin ve bir arada yaşamanın sadece tabiî bir neticesi değil, aynı zamanda bir ”zarûret”tir milliyetçilik. Dolayısıyla, herhangi bir sebeple milliyetçi olamayan insanlar “…bunalımda demektir. Ferdin bir topluma mensubiyet hissinde görülen belirsizlik, kültür karışıklığı demek olan kozmopolitliktir ve bu bir psiko-sosyal hastalıktır.” “Ferdin milliyet duygusundan uzaklaştırılması, millî kültürlerin bozulması ve yozlaştırılması, insan tabiatının bir nevi tahribidir. Millet, milliyet ve millî kültür aleyhtarı tutum ve davranışlar, ya bir suikastın yahut da patolojik bir hâlin ifadesidir.” Ancak Gökdemir için millî his veya milliyet duygusu yeterli değildir; o, milliyetçilikte “şuur” da arar. Şöyle diyor: “Milliyetçilik ise fertler bakımından, kendi milliyetine bağlılık duygusu ve şuurudur.” Gökdemir şöyle devam ediyor: “Milliyetçilik, aslını, neslini, cinsini, cibilliyetini bilmektir. Fert ve toplum olarak bir şahsiyet ve izzetinefis sâhibi olmaktır. Başka bir ifade ile hangi milletten olduğunu bilmek, milletini sevmek ve onun gayretini gütmektir.” Gökdemir’in sık sık tekrar ettiği “milletin gayretini gütmek” de onun milliyetçiliğinde önemli bir kavramdır. Sadece milletimi seviyorum, demek yetmez; milletin tehlikelerden korunması ve yükselmesi için çalışmak, yani milletin gayretini gütmek de gerekir. Gökdemir bu düşüncede idi ve hiç şüphesiz ömrü boyunca bu gayretin içinde olmuştu.
Gökdemir’de milliyetçiliğin dine aykırı olmadığı fikri de üzerinde çok durulan bir fikirdir. Meşrutiyet devri Türkçülerinin de önüne çıkarılan bu konu, milliyetçilik tarihimizde her zaman karşılaştığımız bir konu olmaya devam etmiştir. Gençliğimizden beri anlatmaya çalışmışızdır ki milliyet fikri Müslümanlığa aykırı değildir. Fakat birçokları ikna edilememiş olacak ki bugün ortalığı saran bir teokrasi yandaşlığı var. Tanrı’nın ayetleri gayet net ve açık. Gökdemir, Hucurat suresinin 13. ayetini hatırlatarak başlıyor: “Ey insanlar! Doğrusu biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler hâline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız.” Ayetleri tamamladıktan sonra Gökdemir devam ediyor: “Böylece ortaya ayrı renkler, deriler, ayrı diller ve kültürler çıkmıştır. Sosyal bir varlık olan, yani toplu yaşayan insan, ferdî seviyede olduğu gibi, toplum seviyesinde de farklılaşmıştır. Bir toplum içinde fertler, insanlık âleminde de milletler birbirinden farklıdır. Yaradılıştan gelen maddî-fizik farklar dışında, toplulukları birbirinden farklı kılan bir takım inançlar, âdetler, alışkanlıklar, düşünce şekilleri, tavırlar, davranışlar, kurumlar vardır ki ister maddî ister manevî cinsten olsun, bunların bütününe kültür diyoruz. Yaradan, insanlığı bir kültürler tayfı hâlinde temâşayı münâsip ve güzel bulmuştur. Onun için de insanlık, zaman ve mekân içindeki manzarasıyla muhteşem bir tayf hâlindedir.” Sonra Rum suresinin 22. ayeti: “Gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin çeşit çeşit olması da O’nun varlığının işaretlerindendir. Doğrusu bunlarda bilen kimseler için alınacak dersler vardır.” Her milliyetçi gibi Gökdemir de ayrı milliyetler ve dillerle yaratılmış olmayı bu ayetlere dayanarak Tanrı’nın bir hikmeti olarak kabul ediyor. Yani Tanrı, insanları böyle yarattım ve bu benim varlığıma delâlet eder diyor. Bütün insanları tek dilli bir millet hâline getirmek, Tanrı’nın varlığının delillerini ortadan kaldırmaya çalışmak değil midir? Gökdemir’i bu konu o kadar meşgul ediyor ki Türk Kimliği adlı eserinde, yukarıdaki alıntıları yaptığım “Milliyetçilik Bahsi” bölümünden sonra “Din-Milliyet-Millî Kültür” başlığıyla yeni bir bölüm açmak zorunda hissediyor kendini. Orada da din-milliyet ilişkilerini, hem dindarların, hem de materyalistlerin hatalarını ortaya koyarak işliyor. Materyalistler, “dînin bir kültür cevheri, kültür yapıcı ve kültürün bütünü üzerinde derin tesirleri olan târihî ve sosyal bir realite olduğunu görmezden gelir, ilâhî gerçeği olduğu gibi, beşerî gerçeği de red ve inkâr ederler.” Dindarlar ise “beşerî ilimleri, kültür ilimlerini bilmedikleri için, yalın kat bir bid’at ve hurafe mantığı içinde, dînî hayatla ilgili bir kültürleşme, kültür unsur ve kurumları oluşturma hadisesini “ anlayamaz ve kabul edemezler. “Hatâya düştükleri taraf, teolojik olmayan hâdiseleri, teolojik zeminde mütâlâa etmeleridir.” Zamanı ve insan idrakini “dondurmak ve durdurmak mümkün değildir.” Bu sebeple dinin aslî cevherine ilâve olarak “inananların yeni ihtiyaçlarına uygun yeni kültür unsur ve müesseseleri türeyecektir.” Gökdemir yeni kültür unsurları olarak edebiyat, mimarlık ve musiki eserleri üzerinde durur. “Hattâ bazı aykırı değer ve kurumların bile, bir renk değişikliği ile şâyân-ı hayret bir hayatiyet göstermesi mümkündür” tespitinde bulunur. Gökdemir, yeni kültür unsurlarına o kadar önem verir ki bu maksatla mevlid geleneği ile ilgili özel bir araştırma yapar ve bu önemli araştırmayı 13 Ekim 1989 tarihindeki Kutlu Doğum Haftası panelinde bir bildiri olarak sunar.
Ayvaz Gökdemir’in önemle üzerinde durduğu konulardan biri de “Anadolu medeniyetleri – Türkiye halkları” meselesidir. Türk aydınlarının zihnini her zaman kurcalayan, bazen samimî bir vatana sahip çıkma duygusundan, bazen Türk milletinin Anadolu’daki eskiliğini gösterme arzusundan, bazen de aşağılık duygusundan kaynaklanan Anadolu’daki eski medeniyet ve halkları Türk yapma gayreti, Gökdemir tarafından gereksiz bulunur. Ona göre “Türkiye vatanımızdır.’ diyebilmek için, ‘Türkiye’nin meşrû sâhibi ve mâliki Türk milletidir.’ diyebilmek için, 1071 ilâ 1990 arasındaki 919 senelik târih ve bu târih içindeki Türk varlığı” kâfidir. “Hayır, kâfi değildir, diyen varsa, buyursun, bedelini ödesin ve alsın!…Bu vatanı bizden almak isteyen ve buna gücü yetebilecek bir düşman varsa, onu Lidya, Likya, Frigya, Pamfilya, Kapadokya, Kilikya, Gordion, Efes, Hattuşaş, Hitit, Kadîm Yunan, Pers, Bizans isim ve hatıralarına sığınarak durdurmanın imkânı yoktur.” Gökdemir’e göre “kökler Asya’dadır.” ve Avrupalı da bizi böyle bilmektedir. Ancak şu da bir gerçektir: “Türk milleti 200 senedir Avrupalıyı kendisine örnek alarak kültürünü yenilemeğe ve geliştirmeğe çalışıyor. Avrupa devletleri ile münâsebetimiz nasıl olursa olsun, bu karar ve yöneliş doğrudur. Bütün mes’ele, bu doğru kararın doğru uygulamasını yapabilmek ve yöneldiğimiz istikâmette en rasyonel biçimde hedefe ulaşabilmektir.”
Bu yıl kaybettiğimiz Ayvaz Gökdemir’in, Türkiye’nin önemli siyaset ve kültür adamlarından biri olduğu muhakkaktır. Fakat bizim için önemli yanlarından biri de onun “bizden biri, içimizden biri” olmasıdır. Onu anlamak ve yaşatmak istiyorsak bıraktıklarını okumaktan başka çaremiz yok. Bengü Yayınları’ndan çıkan Türk Kimliği kitabını, milliyetçi olmak iddiasındaki herkes, bilhassa gençler mutlaka okumalıdır.