Sığınmacılar ve Düzensiz Göçmenler | Prof.Dr. Mehmet ÖZ
İnsanlık var olalı sosyal, siyasi, iktisadi meseleler de var olmuştur. Döneme, bölgeye, şartlara göre sorunların mahiyeti de değişir. Yeryüzünde cennet, ancak ütopyalarda bulunur. Ülkemizin de milletimizin de elbette her dönemde problemleri vardır. Aileden devlete bütün yapılarda mesele, ortaya çıkan problemleri çözmek, hatta bunlar ortaya çıkmadan önleyici tedbirleri uygulamaktır. Türkiye’nin son dönemde hayat pahalılığı, işsizlik, yetişmiş gençlerin geleceklerini ülke dışında aramaları, sığınmacılar, düzensiz göçmenler gibi öne çıkan meseleleri var. Tabii ki bunların hepsi sonuç, bunların arka planında çok daha derin meseleler var. Tarım politikasından uluslararası ilişkilerde yaşananlara, Suriye politikasında ilk düğmenin çok yanlış bir yerde iliklenmesinden eğitim sisteminin 1990’lardan bu yana bir türlü rayına sokulamamasına, kovid-19 salgınından Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısına kadar pek çok başlık sıralanabilir.
Fert, aile, topluluk, millet ve devlet düzeylerindeki meselelerin çözümü için öncelikle bunların varlığını kabul etmek gerekir. Hatta daha da önemlisi, perşembenin gelişini çarşambadan görmektir. Kurumlar, devletler mevcut durum analizinden yola çıkarak geleceğe dönük öngörülerde bulunmak ve ona göre de siyaset geliştirmek zorundadır. Meselenin varlığı veya yakın vadede ortaya çıkabileceği tespit edildikten sonra mahiyeti ve ileride alabileceği biçimler üzerinde kafa yormak, senaryolar geliştirmek elzemdir. Muhtemel gelişmelere göre de makul ve etkili çözüm yolları üzerinde düşünmek, bunları tasarlamak gerekir. Türkiye’de bu işleri devlet düzeyinde geçmişte Devlet Planlama Teşkilatı yapmaktaydı. 2011 yılında kapatılan DPT’nin yerine Kalkınma Bakanlığı kuruldu. Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’ne geçilince 2018 yılında Kalkınma Bakanlığı ile Maliye Bakanlığının Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü yerine Cumhurbaşkanlığı bünyesinde Strateji ve Bütçe Başkanlığı oluşturuldu. Ülkenin geleceğine dönük makro planlamadan mahallî idareler ve sektörlere uzanan yelpazedeki plan ve programlar bu yapının uhdesine bırakıldı.
Tabiatıyla ülkenin mevcut ve muhtemel sorunlarının bir kısmı kalkınma ile ilgili olmakla birlikte çevremizde ve dünyada meydana gelen gelişmelerin doğuracağı, yukarıda bahsettiğimiz Suriye meselesi, kovid-19 salgını ve Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı vb. meseleler de söz konusudur. Böyle meselelerin ortaya çıkacağı anlaşıldığı andan itibaren devlet yetkililerinin eş güdümlü bir şekilde sonradan yaşanabileceklere, geleceğe dair öngörü ve tedbirler üzerinde çalışması zaruridir.
Son günlerde Türkiye’nin gündemine yerleşen Suriyeli sığınmacılar meselesini ele alalım. İşin başında, Suriye’de kısa sürede rejimin devrileceği varsayımıyla hareket edilirken hangi veriler esas alınmıştı? Yoksa Türkiye bir tuzağa mı çekilmişti? ABD’nin zaman içinde Suriye’de PKK’nın hamisi rolünü üstlenmesi, ikinci sorunun haklılığını gösteriyor. Türkiye, artık Suriye iç savaşında taraf olmuştu ve bundan kaynaklanan insani yükümlülüklerini yerine getirmek durumundaydı. Rusya, İran ve ABD’nin etkin olduğu sahada Türkiye, 2015-16 yıllarından itibaren devletin güvenliğini esas alan doğru bir politikayı devreye soktu, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekâtları ile Suriye’nin kuzeyindeki PKK’istan veya “Büyük İsrail Koridoru”na “Dur!” dedi. Türkiye’deki sığınmacıların güvenli geri dönüşü için daha hayati önemi haiz olan Barış Pınarı Harekâtı ise maalesef ABD-Rusya ikilisinin engellemeleri yüzünden arzu edilen sonuca ulaşamadı. Türkiye’nin 440 km genişliğinde bir güvenli bölge kurma hedefi, 120 km’lik alanla sınırlı kaldı. Son dönemde sığınmacılar ve göçmenler meselesinin kamuoyu gündeminde hararetle tartışılması sırasında Sayın Cumhurbaşkanı, Suriye’nin kuzeyinde inşa edilmekte olan briket evlerin sayısının arttırılarak 1 milyon sığınmacının gönüllü geri dönüşünün sağlanacağını söyledi. O bölgede mevcut nüfusun yanında 1 milyon kişinin daha oraya yerleşmesi ve hayatlarını idame ettirmesinin ne kadar mümkün olduğuna dair farklı görüşler dile getirilmekte. Şayet Barış Pınarı Harekâtı, hedefine ulaşsaydı şüphesiz bu proje daha gerçekçi olurdu. Yine de Türk Devleti’nin bu yöndeki irade ve kararlılığı önemlidir.
Türk Yurdu dergisinin Ağustos 2019 sayısında, “Türkiye’deki Suriyeliler Meselesi: Bugün ve Gelecek” başlıklı yazımızda, verilere dayalı olarak konuyu ele almış ve şunları söylemiştik:
“Türkiye’nin karşı karşıya olduğu mesele, salt bir “Suriyeliler Meselesi” olmanın çok ötesindedir. Türkiye’nin, Suriye başta olmak üzere o tarihe kadar çok iyi ilişkiler içinde bulunduğu pek çok Arap-İslam devleti ile arası açılmıştır. İslam dünyası kargaşaya sürüklenmiştir. Müslümanların kanları ve kaynakları üzerinden bir egemenlik mücadelesi yapılmaktadır. Suriye’nin Sünni Arap ve Türkmen nüfusu, âdeta ülke dışına çıkarılmıştır. Son dönemde muhalif grupların kontrolünde bulunan İdlib’de de rejime saldırılar artmakta ve burada yaşayanların Türkiye’ye doğru hareket ettiği, BM kaynakları tarafından bildirilmektedir. Suriye’de, Esad rejiminin dışında, PYD kontrolünde ama aslında ABD-İsrail güdümünde bir yapı kurulmaktadır. İlerleyen süreçte Türkiye’nin de kargaşaya sürüklenmesinin taşları döşenmek istenmektedir. Etnik (Kürt) ve mezhebî (Alevi) kışkırtmalardan alınamayan sonucun, Suriyelilerin de dâhil olduğu bir yapıda, yeniden köpürtülecek etnik çatışmalarla alınması planlanmaktadır. Bunun bir boyutu da Türkiye’nin nüfus yapısının değiştirilmesidir. Daha açık olarak söylemek gerekirse I. Dünya Savaşı sırasında uygulanmak istenen Sykes-Picot Projesi’nin bir benzeri, 1990’lardan günümüze ve belki önümüzdeki on yıllara yayılarak hayata geçirilmek istenmektedir. Burada Suriye İç Savaşı, çok kritik bir araç olarak kullanılmıştır.”
Bugün artık meselenin sadece Suriyeli sığınmacılarla sınırlı olmadığı, özellikle son dönemde İran üzerinde Türkiye’ye giren “düzensiz” göçmenlerin başta büyük şehirler olmak üzere çok daha nahoş görüntülere sebebiyet verdiği gözden kaçırılmamalıdır. Türkiye, hem sığınmacılar hem de düzensiz göçmenler konusunda uluslararası hukuk çerçevesinde ve Türk Devleti’nin bekasını esas alan bir bakış açısıyla hareket etmelidir. Göç İdaresi Başkanlığının verilerine göre Türkiye’de 21. yüzyıl başlarından 2014-15’e gelinceye kadar yıllık yakalanan düzensiz göçmen sayısı 60 binden 30 binlere, sonra yine 60 bine doğru seyretmiş; 2015’te 146 bini geçmiş ve 2019’da zirve yaparak 456 bine ulamış; daha sonra da düşüşe geçmiştir. 2021 rakamı 163 bin kadar iken bu yılın ilk dört ayında 65 bini aşkın düzensiz göçmen yakalandığı belirtilmektedir.[1] 2018’den bu yana en çok düzensiz göçmenin Afganistan’dan geldiği de kayıtlarda açıkça görülmektedir. Geçici koruma statüsü altındaki Suriyelilerin sayısı ise 3.762.686 olarak verilmekte; bunun 542.606’sı İstanbul’da kayıtlı iken İstanbul’u Gaziantep, Hatay, Şanlıurfa takip etmektedir. Kilis’in nüfusunun yüzde 73’ü, Hatay’ın yüzde 26’sı, Gaziantep’in yüzde 22’si, Şanlıurfa’nın yüzde 20’si, Mersin’in yüzde 13’ü, Mardin’in yüzde 11’i Suriyeli sığınmacılardan oluşmaktadır.
Türkiye’de resmen ikamet eden yabancı nüfusun, 2021 sonu itibarıyla 1 milyon 792 bin 36 olduğunu açıklayan Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, ülke sıralamasında Irak, 322 bin ile birinci konumda; Afganistan, 183 binle ikinci ve İran,128 binle üçüncü sırada yer alıyor.
Avrupa Sığınma Destek Ofisinin 2021 Raporu’na[2] göre Türkiye, en çok mülteciye ev sahipliği yapan ülke konumunda iken Suriye de 6,6 milyon ile dışarıya en fazla mültecinin çıktığı ülke durumunda. Aynı rapordan, mültecilerin yüzde 85’inin gelişmekte olan ülkelerde olduğu, bir başka deyişle dünyanın nimetini paylaşan gelişmiş ülkelerin bu konuda çok sıkı tedbirler alarak mültecilerin yükünü, ileride kendilerine rakip olma potansiyeli taşıyan ülkelere yüklediği açık bir şekilde anlaşılmaktadır.
Marmara’nın Kent Mültecileri-Belediyelerin Süreç Yönetimi (2021) başlıklı araştırma raporuna göre; “2011 yılından beri yaklaşık 6,7 milyon Suriyeli ülkesini terk etmek zorunda kaldı, 6,6 milyon Suriyeli ise ülke içinde yerinden edildi. Türkiye’de geçici koruma kapsamındaki Suriyelilerin sayısı 24 Şubat 2022 itibarıyla 3.746.674’e ulaştı. Ayrıca ikamet izni ile yaşayan bir milyon civarında yabancı bulunuyor. Türkiye’deki toplam 6 milyonun üzerindeki yabancı nüfus, ülke nüfusunun %7,2’sinden fazlasını oluşturuyor. 2021 yılı sonu itibarıyla kamplarda kalan Suriyelilerin sayısı yaklaşık 52 bin, yani geçici koruma kapsamındaki toplam Suriyeli sayısının %1,4’i oranında. Aynı rapora göre, yalnızca İstanbul’da 1 milyon 115 binin üzerinde kayıtlı uluslararası göçmen bulunuyor. İstanbul’da kayıtlı Suriyeli sayısı 601 bin iken yaşayan Suriyeli sayısı 963 bin. Bursa, ikamet izinli yabancı sıralamasında İstanbul, Ankara ve Antalya’nın ardından dördüncü sırada geliyor. Kocaeli’ndeki toplam mülteci nüfusunun %95’inden fazlası Suriyelilerden oluşuyor.”[3]
Bu rakamların dışında kayıtsız olanlarla ülkedeki sığınmacı ve düzensiz göçmen sayısının 7-8 milyon olduğunu iddia edenler de var. Resmî rakamları kabul etsek dahi 6 milyonluk bir nüfus, hiç de küçümsenemez. Mesele, yabancı düşmanlığı-Ensar ikilemine indirgenmeyecek kadar önemlidir. İçinde yaşadığımız yüz yılda dünyayı tasarıma tabi tutanların elinde küresel salgınlar ve vekâlet savaşlarının yanında göç de önemli bir silah olarak addedilmektedir. Kontrolsüz göçler sonucu nüfusu, ekonomisi ve sosyo-kültürel yapısı kökten değişikliklere maruz bırakılan ülkelere, ilerisi için âdeta istikrarsızlaştırma tohumları ekilmektedir. Türk Devleti’nin ve Türk milletinin alicenap tavrı, safdillik olarak algılanabilir. Onun içindir ki bu meseleyi, geniş bir bakış açısıyla ele almak, aşırılıklara savrulmadan ülkenin güvenliği, devletin millî vasfı ve milletin bekasına halel gelmeden hal yoluna koymak en önemli gündem maddesi olarak önümüzde duruyor. Unutulmasın ki Türkiye’nin millî devlet olarak bu coğrafyadaki varlığı ve gücü, Türk dünyası için de, İslam âlemi için de ve nihai kertede insanlık için de büyük önem taşımaktadır. On yılı aşkın süredir yaşadıklarımız, esasen bizi sureti haktan görünerek tuzaklara çekmeye çalışan güç odaklarının yaylım ateşlerine karşı verdiğimiz mücadeledir. Ezcümle, ortada ciddi bir mesele vardır. Toplumun sinir uçlarıyla oynanması ve kışkırtmalara karşı dikkatli olunması elbette şart. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk milletine yönelik “yüz yıl önce gelenler”, “bin yıl önce gelenler” şeklindeki densiz ifadeler zinhar telaffuz edilmemeli; mesele ciddiyet ve kararlılıkla çözüme kavuşturulmalıdır.
[1] https://www.goc.gov.tr/duzensiz-goc-istatistikler [2] https://euaa.europa.eu/sites/default/files/EASO-Asylum-Report-2021-Executive-Summary_TR.pdf [3] https://mbbkulturyayinlari.com/raporlar/marmaranin-kent-multecileri-belediyelerin-surec-yonetimi/