MADIMAK’TAN BAŞBAĞLAR’A… ÜÇ GÜN ARAYLA İKİ TARİHİ FACİA

Dün 29 yıl önce Sivas’ta, Madımak Oteli’nde 33’ü Alevi 2’si Sünni 35 yurttaşımızın hayatını kaybettiği, yürekleri kanatan facianın yıl dönümüydü. Yarın da, bu acı olaydan hemen sonra Kemaliye(Eğin)’nin Başbağlar köyünü basan PKK’lıların, içlerinde kadın ve çocukların da olduğu köylülerden 28’ini kurşuna dizerek, 5’ini evleriyle birlikte yakarak yaptıkları alçakça katliamın yıl dönümü. Her iki katliam yıllar geçse de acıları dinmeyecek iki büyük faciadır. Ancak bunca yıl geçmesine rağmen bu katliamlar etraflı şekilde araştırılmadı; sebepleriyle, failleriyle gerçek ortaya konulamadı. Dolaysıyla Sivas olayları belli ideolojik ve radikal mezhepçi gruplar tarafından yıllardır gerçeklerle örtüşmeyecek şekilde yansıtılıyor, propaganda ve tahrik malzemesi olarak kullanılıyor. TBMM’de şimdiye kadar bu faciaları araştırmak amacıyla bütün partilerin, iktidarın ve muhalefetin samimiyetle işbirliği yaptığı bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulmalı, bu iki olay kimsenin başka taraflara çekemeyeceği kesinlikte aydınlatılmalıydı. Bu olayların canlı tanıkları ve o günlerde bölgede görev yapan sivil-asker kamu görevlileri henüz hayattayken, gecikilmiş de olsa bu işlem mutlaka yapılmalıdır. Olaylar yarınki nesillere her yönüyle aydınlatılmış olarak aktarılmalıdır.

Çoğu CHP’yi destekleyen, sosyal demokrat çizgide olan bazı siyasetçilerin ve yazarların Sivas’taki facianın hemen ardından yaptıkları açıklamalar ve gazetelerinde yazdıkları yazıları hatırlayalım:

Altan Öymen: “Aziz Nesin’in bir süreden beri yaptığı konuşmaların büyük çoğunluğunun hoş karşılanmadığı muhakkak.”

Yalçın Doğan: “Önce Aziz Nesin’i durdurmak gerek.”

Ertuğrul Özkök: “Bir tahrik başka bir tahrikle büyüyor. Aziz Nesin’in hassasiyet yaratan, tahrike varan söylemi, karşı tahrikle birleşiyor. Bir gün tarih yazıldığı zaman bu katliamı gerçekleştirenler kadar buna psikolojik zemin hazırlayan insanlar da sorumlu olacaklardır.”

Sebahattin Önkibar: “Sivas olaylarının müsebbibi Pir Sultan Abdal’ı anma adı altında tahrik kıtalarının bölgeye gelmesine izin veren yetkililer ile mukaddesata dil uzatan Aziz Nesin’dir.”

Oktay Ekşi: “Nihayet beyin damarlarının kireçlendiği izlemini veren öte yandan bir hırs-ı piri ile yaşayan birinin hesapları.”

Bu görüşleri açıklayan isimlerin ortak özelliği, Cumhuriyet’in değerlerini, laiklik ilkesini benimseyen siyasi çizgileri bilinen insanlar olmaları ve bazılarının yaptığı gibi mezhepçi ideolojik saplantılara kapılmadan gerçekleri yansıtarak bu feci olayın aydınlatılmasını istemeleriydi.

Pir Sultan Abdal’ı anma toplantıları 1993 yılına kadar doğduğu köyde yapılırdı. O yıl SHP’li Kültür Bakanı Fikri Sağlar Sivas’ın en büyük toplantı salonunu tahsis etti. Pazartesi günü başlayan anma toplantısı son güne yani Cuma’ya kadar çeşitli etkinlikler yapılarak olaysız cereyan etti. Ancak son gün sabahı Aziz Nesin’in gelip toplantıya katılması ve yaptığı konuşma şehirde tansiyonu aniden yükseltti.

Mizah ustası Aziz Nesin, kendi ifadesiyle koyu bir “ateist” idi. O dönemde yönettiği Aydınlık Gazetesi’nde bu inancının propagandasını yapıyor, İslami inanç ve değerlere yönelik ağır hakaretler içeren yazılar yazıyordu. Benzer görüşte olan Hintli yazar Selman Rüşdi’ye özenerek dikkatleri üzerine toplamaya çalışıyordu. Bu tavrının yurt çapında tepki görmesinden memnundu. Ömrü boyunca savunduğu Marksist sol sistem, Sovyetler’in dağılmasıyla iflas etmişti. Bunun zihnindeki psikolojik etkisini hafifletmek için 85 yaşında ateizmi yeni bir ideolojik bayrak gibi yükseltip, karşı çıkanlarla en sert şekilde dövüşerek ömrünü kendince bir kahraman olarak tamamlamaya uğraşıyordu. Salondaki konuşmasının yanı sıra Sivas’a gelirken bazı gazetelere verdiği röportajda tahriklerini sürdürüyor, karşıtlarını bilim karşıtı cahiller ve yobazlar diye suçluyordu. Toplantıya katılırken amacına ulaşmış, gerilimi olabildiğince yükseltmişti. Ama ne yazık ki durumu yakından izleyerek gelişmeleri kontrolünde tutması gereken Valilik ve Emniyet gereken hassasiyeti gösterememiş, iki gün önce şehre gelen Aczimendiler’in halkı kışkırtmaya çalıştıklarını da fark edememiş, cuma namazının ardından toplanmaya başlayan grupların büyümesine adeta seyirci kalmıştı. Emniyet’in en etkili polis gücü olan Çevik Kuvvet bir gün önce Divriği ve Halfeti’de çıkan olayları bastırmaya gönderilmişti. Sivas’taki askeri birliklerin getirilmesi zamanında sağlanmamış, olaylar patlama noktasına gelinceye kadar etkili bir müdahale yapılmamıştı.

Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu, tören için bulunduğu askeri birlikte kılınan Cuma namazının ardından, kalabalığın oluştuğu haberini alır almaz camiye gelmiş, konuşma yaparak dağılmalarını sağlamıştı. Fakat akşam saatlerine doğru yer yer toplanan gruplar, konukların kaldığı otele doğru yönelirken gerekli müdahale yapılmadığından kalabalık kısa zamanda on bini bulmuştu. Ancak bu safhadan sonra olay yerine gelebilen askeri birlikler çaresiz kalmışlardı. Olaylardan sonra yapılan adli işlemlerde 190 kişi gözaltına alındı, 124 kişi hakkında DGM’de “Anayasal düzeni değiştirmek, din devleti kurmaya kalkışmak” suçlamasıyla dava açıldı; uzunca süre devam eden bu davada 33 kişi hakkında idam, 14 kişi için 15 yıla kadar ağır hapis cezaları verildi. Hükümler 2002’de kesinleştiğinde idam cezaları ağırlaştırılmış hapse çevrildi.

Sivas faciasından üç gün sonra Kemaliye’nin Tunceli sınırında bir Sünni-Türkmen köyü olan Başbağlar’a akşam namazı sırasında 30 kişilik PKK’lı grup baskın yaptı. 28 köylüyü camide acımasızca kurşuna dizdi. Beş kişinin olduğu evi içindekilerle birlikte yaktı. Katlettikleri köylülerin üzerine “Sivas’ın intikamını aldık” yazan mesajlar bırakarak çekip gittiler.

Mahalli bir şair şöyle anlatıyor: “Erzincan’ın Kemaliye İlçesi —Başbağlar köyünde Çin işkencesi — Tam beş yüz beş kurşun sıkıldı — Camiden evlerden toplandık — Kurşunu yiyenler yere çakıldı — Biz aslında Madımak’ta yakıldık.”

Başbağlar’da 33 yurttaşımızı kimlerin hangi maksatla katlettiği ortada ama onların kanları maalesef yerde kaldı. İlk başta 14 kişi gözaltına alınmış dava açılmıştı. Erzincan’daki DGM, tutuksuz yargılanmalarına karar verip hepsini serbest bıraktı. Katledilen köylülerin akrabaları ve yakınlarının davaya müdahil olma istekleri kabul edilmediği gibi sanıkların serbest bırakılmaları halinde bir daha bulunmayacakları ikazlarına da itibar edilmedi. Soruşturma son derece yüzeysel ve baştan savma yapıldı. Daha da tuhafı olay çıkmaması gerekçesiyle dava yüzlerce km. batıya, İzmir’e nakledildi. Buna rağmen katledilenlerin yakınları ve köylüler İzmir’e kadar gelerek hiç olmazsa şahit sıfatıyla dinlenmelerini istediler. Fakat ne kadar hazindir ki duruşma hâkimi onları şiddetle azarlayıp salondan çıkarttı. Sonuçta sanıklar elbette bir daha bulunamadı. DGM hâkimlerinin bu aymazlığı ve daha başından itibaren ciddi bir soruşturmasının yapılmaması sebebiyle dava rafa kaldırılıp unutuldu.

Bu vahşi katliam her yıl Başbağlar köyünde mütevazı bir törenle anılır, şehitler için dualar edilir. Gazetelerin pek azında bu katliamdan bahseder. Rahmetli Bülent Ecevit beş yıl sonra Başbakanlığı döneminde Başbağlar köyüne kadar gelip, köylülerin acılarını paylaşmıştı ama dava kapatılmış olduğundan artık onun da yapacağı bir şey kalmamıştı.

Sivas’taki facianın da bunun hemen ardından Başbağlar’da yapılan vahşi katliamın da artık aydınlatılması gerekiyor. TBMM’nin; belli çevrelerin ülkemizde yüzyıllardır var olan, toplumsal barış ve huzurumuz için tehdit oluşturan mezhebi fay hattını tekrar harekete geçirmeye yönelik kışkırtıcı çabalarını önlemek üzere gerekenleri bir an önce yapması, hatta sadece bu iki faciayı değil 1978 Kahramanmaraş ve 1980 Çorum olaylarını da bu vesileyle gün ışığına çıkarması gerekiyor.