ÖZÜM AŞKTIR
Bir isim verdiler bana: talebe. Ben de talep ettim, bilmeyi istedim. Öğrenmeyi talep ettim. Öğrenci dediler bana; öğretmenimin ardına düştüm. Bir menzil öğredim: hayal. Bir isim öğrendim: Yûnûs! Yunus Emre’deki aşkı gördükten sonra ben de aşkı hayal ettim. Aşkı izledim, aşkı gördüm, aşka özendim. O bilmese de ben Yûnûs’u aşkıma rehber seçtim.
Savunmamış, bağırmamış, kırmamış, öyle bir yaşamış ki aşkın ve âşığın adı olmuş Yûnûs. İşte ben de gitmek istedim onun yolundan, okumak istedim doyasıya. Gözlerimi kapatıp hayal etmek istedim onun mısralarını, onun mısralarının beni nasıl esir aldığını ve bu esaretin içinde kalbimi serbest bıraktığını. Sanki kalbim bir kuş olmuşçasına “Hadi uç!” dediğini duyar gibi oldum gözlerimi yumduğumda. Niyetim uçmak mıydı, yoksa onda kaybolmak mı? Niyetim bulmak mıydı?
Neydi beni ona çeken? Yûnûs’un adıyla beni erenlere çeken neydi? Bu ilginin sebebi kalbimdeki istek mi? Yoksa onlardaki yaşanmış doyulmaz aşk mı özendirdi beni? Her bir eren bir duraktı benim yolculuğumda. Ya yolun sonu neredeydi? Gerçi yola, yolun sonu görülerek çıkılmaz ki!
Yunus Emre aşkı odun toplamakta mı görmüş de odun toplamış? Tabduk Emre aşkın yolunu belirlemiş de mi odun toplatmış? Ahî Evranlar, Somuncu Babalar, Hacı Bektaşlar, Yûnûslar, hele de “Bizim Yûnûslar” hepsi hakikate farklı yollardan yürüyüp varmış. Aşkın ne başı belli ne yolu ne de sonu belli. Sadece ve sadece tertemiz isteği belli. Önce aşkı istemiş hepsi. Kalbini verirse isteğine, ömrünü adarsa uğruna, işte o zaman görür kişi, keramet odunda mı, toplatanda mı, toplayanda mı? Yoksa asıl aşk, aşkı ve isteğini insanın içine koyanda mı?
Yunus Emre ne güzel demiş: “Aşk ile yola çıkmak ise niyetin, bela ile imtihan edilirsin”. Zül celali ve’l ikram, önce kahır sonra ikram. Allah dostunun sözündeki güzelliğe, yüreğindeki isteğe bakar mısın? Hangi insan çileyi çeker de daha çok istiyorum, der. Hangi gönül çileyi çeker de yine de sever. Ben Yunus Emre’yi duydum, okudum; ona hayran oldum önce ama sonra bir de baktım ki tüm erenler imtihan edilmiş; neler çekmiş de “Benim de canım yandı.” dememiş. İnsanın kendini, imanını yoklayası geliyor. İnsan, kızıyor ufacık şeylere verdiği tepkilere. Ders almak isteyene gönül çok, “gönlü bol gönül” çok. Yeter ki bakmak iste, yeter ki görmek iste.
Şimdi çıksam yola bir divane derviş gibi bulur muyum ki aradığımı ben de? Ya da aradığımı bulmak için iyice yanmam mı gerek önce? Ben talibim dostlar, yüreğim yeterse.
Belki dağ taş tepe yollar olmayacak karşımda, belki bir sarık ile hırka olmayacak alametim, ama ben yeter ki yüreğimi koyayım ortaya. Belki bir Yunus olamam, belki derviş de ama kupkuru toprak olmaktansa bir damla su zerreciği olmayı yeğlerim. Belki gönlüme bir damla düşer. O damla öyle bir damla olur ki namazımı eğilip kalktığım bir hâl olmaktan kurtarır. Hani demiş ya Yunus’um “Elbiseye kan bulaştığı zaman, onu yıkamadıkça temiz olmaz. İnsan gönlünden dünya pasını temizlemedikçe de kıldığı namazlar yerini bulmaz”.
Ben kalbimin pasını temizlemeye niyet ettim Yûnûs’un izinde. Onun çilesi içindeki bitmez sevgisini gördükçe ben de ona benzemek istedim. Gördüm ki yoluna, sonuna bakmadan uğraşmalı insan gerçek aşk için. Kapatmalı gözünü, kapatmalı ki nefis sussun, gönül görsün. Taklidi iman, yerini tahkiki imana bıraksın. Bugün belki Yunuslar yok ama neden aşka gönül vermeyi isteyenler olmasın. Neden Allah yolu “birr”, insanoğlu bu kadar çokken bu devrin de Yûnûsları olmasın.
Ey İnsan, söyle! Gönül kendine amaç edinse, erenleri kendine rehber seçse gerçek aşka varamaz mı? Özüne değil sözüne baktık biz aşkın. İçinde yüzmeye korktuk da kıyıdan izledik denizi. Kendimizi bilmeye de aşkı bulmaya da uzak kaldık. Ama ben talibim artık mademki Yûnûs okudum, aşkı duydum… Özlü sözler dökülmeyecek belki dilimden belki bu yolda, belki ışık saçamayacağım Yûnûs gibi etrafıma ama ben kıyıda bir kum tanesi yerine, denizde bir zerre olmaya talip olacağım ömrümce.
Yunus Emre “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir. Sen kendini bilmez isen bu nice okumaktır.” demiş. Biz de okuduk, belki de okuttuk, elbet ilim haktır ama kalbin varlığı da – erenler öğretti ki- aşktandır. Kalbine varan, özüne varır. İnsanın özü aşktır.