DİN-AHLÂK İLİŞKİSİ
Türk Ocaklarının 34 yıldır yapageldiği Ramazan Konferanslarının bu sene üçüncüsünde ESOGÜ Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdüllatif Tüzer hocamız “Din-Ahlâk İlişkisi” hakkında konuştu. Büyük bir topluluk tarafından ilgiyle izlenen konuşmasında özetle;
İLKELER VE KURALLAR MANZUMESİ OLARAK AHLAK DİNLERİN VARLIĞININ ASLİ VE ZORUNLU UNSURUNU, HATTA ÖZÜNÜ OLUŞTURUR.
Meselenin en başında sorulması gereken temel soru şudur: Din ile ahlâk arasında bir ilişki var mıdır ve şayet varsa bu ilişki zorunlu mudur?
Dinler tarihinden bildiklerimize dayanarak diyebiliriz ki, insanların kendilerine ve birbirlerine karşı davranışlarını düzenleyen bir değerler, ilkeler ve kurallar manzumesi olarak ahlak dinlerin varlığının asli ve zorunlu unsurunu, hatta özünü oluşturur. Yani ahlaksız bir din düşünebilmek mümkün değildir. Oysa dinsiz bir ahlak düşünebilmek gayet mümkündür zira vahye muhatap olmayan eski zamanların ve uzak/ıssız/bakir coğrafyaların insanlarının kendi içlerinde ahlaki bir hayat sürdüklerini antropolojik çalışmalardan rahatlıkla anlayabiliyoruz.
Burada daha temel bir soru kendisini gösterir: Vahiyden bi-haber toplumların hem ahlâktan yoksun olacaklarını, yani iyiyi Tanrı bildirmeksizin kesinlikle bilemeyeceklerini ve birlikte iyi bir hayat süremeyeceklerini hem de dolayısıyla kurtuluştan mahrum olacaklarını söylemek Tanrı’nın adaleti, merhameti ve iyiliğiyle ne kadar bağdaşır? Bu nedenledir ki, İslam filozofları üzerinde derin etki bırakan Platon ve Aristoteles’ten ilham alıp, Mutezili ve Meşşai düşünürler marifetiyle Rönesans, Yeniçağ ve Aydınlanma çağı düşünürlerinde güçlü bir biçimde dile gelen doğal din anlayışı işte tam da bu sorunun cevabı mahiyetindedir.
Aynı zamanda doğal din, totalitarizme, tiranlığa, kurumsal dinin ve kimi dini toplulukların otoritelerinin keyfiliklerine, gayri ahlaki ve vicdani karar ve uygulamalarına ve de irrasyonel düşünce ve davranışlarına karşı da içten gelen güçlü bir meydan okumadır.
Peki nedir doğal din? Kant’ın ifadesiyle, bütün vahye dayalı dinlerin üzerine bina edilmesi gereken asli ve birincil ve de evrensel olan dindir. Doğal din, esasen, Tanrı tarafından yaratılan bütün insanların doğalarına Tanrı tarafından yerleştirilmiş ahlak yasasıdır (doğal hukuk) ki bu yasa en temel insani ödevlerin, hak ve özgürlüklerin kaynağı olduğu gibi insanların bir arada barış içinde ve eşitler olarak yaşamalarını mümkün kılan toplumsal düzenin de kaynağıdır.
Tam bu nokta da ahlak ile dinleri birbirine bağlayan köprü açığa çıkar. Zira hemen tüm dinlerin temel ahlak ilkesi olan altın kural, yani kendin için istemediğini başkası için de isteme, doğal dinin ya da hukukun en temel, en başta gelen kuralı olarak kendisini gösterir. İnsanı son derece bencil ve vahşi bir tabiatla , tasvir eden Hobbes’ta olduğu gibi aydınlanmacı Kant’ta da bu ilkeye rastlarız. Dolayısıyla doğal din, bireylerin en temel haklarını gözetmekle birlikte, özgeci, sorumluluk sahibi, eşitlikçi, davranışlarda bulunurken daima kendisi kadar başkalarını da düşünen bireylerden oluşan bir toplumu hedefler. Kısacası doğal din, biz ve birlik duygusunun en önemli kaynağı olarak görünmektedir. Genel olarak dinlerin de nihai hedefi benliği ve bencilliği törpüleyerek toplumsal düzeyde işte bu biz ya da birlik duygusunu ve yaşantısını yaratabilmektir.
Dolayısıyla denebilir ki, doğal din ile vahyedilmiş dinin nihai amacı aynıdır. Peki, aynıysa vahyedilmiş dine ahlaki bakımdan ne gerek vardır diye bir soru aklınıza gelebilir. Vahyedilmiş dinler, ahlaki değerlerin ve erdemlerin meseller, dini pratikler; törenler ve ibadetlerle yaşanarak ve yaşatılarak insanlarda alışkanlık haline getirilmesini sağlayan ve ahlaki düzeni sürekli kılan en önemli kurumlardır.
İlgiyle takip edilen derinlikli ve muhtevalı konuşma soru ve cevapları takiben Ocak başkanı Prof. Dr. Nedim Ünal tarafından kendisine Şükran Beratı takdiminden sonra tamamlandı.