Bu haftaki Perşembe Sohbetinde “Osmanlı’da Şehirlerin Oluşumunda Vakıf Kültürü” konusuyla Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hüseyin Çınar bizlerle oldu.Sayın Çınar konuşmasında özetle şunları söyledi; Modern zamanlardan önce, İslam ve Türk yönetim anlayışına göre devletin başlıca görevi; adaleti sağlamak ve tebaanın can ve mal emniyetini temin etmektir. Bunların dışında kalan ve bir toplumun gelişmişlik ve refah düzeyini gösteren eğitim, kültür, sağlık ve sosyal hizmet faaliyetleri günümüzde üçüncü sektör olarak da kabul edilen vakıflara bırakılmıştı. Vakıf, Türk tarihinin sosyal, kültürel ve ekonomik hayatında önemli bir rol oynamış olan dinî, hukukî ve sosyal bir müessesedir. Bir başka ifadeyle, vâkıf, mülkünü elden çıkarak, menfaatini tamamıyla ihtiyaç sahiplerine tahsis ederek, Allah’ın mülkü haline getirmektir. Vakıf -özellikle Selçuklular ve Osmanlılar zamanında-Türk kültür sistemi içinde son derece önemli rol oynayan müesseselerdendir. Merhum Ord. Prof. Ahmet Esat ARSEBÜK’ün ifadesiyle; Vakıflar sayesinde bir adam vakıf evde doğar, vakıf beşikte uyur, vakıf mallardan yer içer, vakıf kitaplardan okur, vakıf bir okulda hocalık eder, vakıf idaresinden ücretini alır, öldüğü zaman vakıf bir tabuta konur vakıf bir mezarlığa gömülürdü.” Yüzyıllar boyunca fertler arasında yardımlaşma ve dayanışma yoluyla karşılıklı sevgi bağının kurulmasına hizmet eden, birer sosyal kuruluş olarak önemli bir yer tutan vakıflar, Osmanlı devlet nizamının kurulmasında ve devam etmesinde önemli rol oynamıştır. Kısacası vakfı, ben ve öteki arasındaki etkileşim ve dayanışma ruhunu somutlaştıran bir müessese olarak değerlendirmek mümkündür. Bu davranışın arkasında her hangi bir mecburiyet veya zorlama değil, insanlığa karşı ferdî sorumluluk hissi, vicdanî bir hizmet duygusu, diğer bir ifadeyle iyilik, şefkat, yardımlaşma, dayanılma, öteki’ni yâni başka bir insanı veya başka bir canlıyı maddî ve manevî açıdan huzura kavuşturma yolunda haz duyma ve benzeri kültür değerleri ve bu değerleri kendisine ilke edinmiş kişinin hür irâdesi yatmaktadır. Yalnız insanı değil her canlıyı sevmenin, bu tür davranışlarla gönül almaya, insanları mutlu kılmaya çalışmanın ibâdet olduğuna inanılıyordu. Kııtadgu Biligde Yusuf Has Hâcib, “…Sen herkesten iyi ol ve hep iyilik yapmaya çalış” diyordu. Öyleyse İslâm vakfını, müslüman toplumlarda, bu toplumlara mensup bir kişiyi harekete geçirerek, onun şahsî mallarından bir kısmını kamu hizmeti görecek kuruluşlara dönüştürmesi eylemi olarak tanımlamamız mümkündür. Program soru-cevap ve teşekkür konuşmalarıyla sona erdi.