Eskişehir Türk Ocağı geleneksel Perşembe Sohbetleri’nin bu haftaki konuğu, “Osmanlı Devleti’nin İşleyişinde İman, Âhiret, Sanat ve Ehl-i Beyt’e Dair Muamelât ve Evrak Örnekleri” başlıklı konusuyla, Başbakanlık Osmanlı Arşivi Uzmanı Dr. Mustafa KÜÇÜK’tü. Misafirimiz düşüncelerini özetle aşağıdaki şekliyle aktardı:
“Osmanlı Devleti’nin san‘at ve san‘atkâra ciddî bir şekilde önem verdiği bilinmektedir. Bunu, Osmanlı Arşivi’nde ve Topkapı Sarayı’nda mevcut evraktan açıkça anlayabiliyoruz. San‘atkârların isim, künye ve maaşlarını zabteden ehl-i hiref defterleri, bu inancımıza delil gösterilebilir. Müzehhib, hattat, hakkâk, ebrûzen ile nakkaş, mimar, ressam ve mücellid gibi ehl-i san‘at mensubu zevât ile alâkalı sayısız evrak mevcuttur. Cami, mekteb, medrese, kışla emsâli binalar ile evlerin inşası için uygulanan muâmelât itina ile icra ve kayıt altına alınarak gerçekleştirilmiştir. Ancak son iki asır içerisinde Türk motiflerini kaybederek zayıflayan Osmanlı mimarîsinin tekrar zirveye erişmesi için Avrupaî bir tarzda eğitimin şart olduğu da padişah Sultan İkinci Abdülhamid’e sunulan layihalar arasında yer almıştır.
Osmanlı Devleti’nin tevhîd inancı ve Hazret-i Peygamber Aleyhisselâm’ın sünnetine bağlılığı, hemen her muamelâtında ve evrakının özünde göze çarpacak kadar açık ve âşikârdır. Hemen bütün evrakın Besmele-i Şerife’nin rumuzu (bihî) ile başlaması, Tanzimat Fermanı gibi mühim bir devlet belgesinde dahi, mutlak otoritenin Allahu Teâlâ olduğuna dair Mülk Suresi’nin ilk âyeti zikredildikten sonra halkın refah ve saadeti için gerekenlerin sıralanması ve üzerine düşen vazifeyi yapmayanların, kanun karşısında cezalandırılacakları belirtildikten sonra ayrıca Âhiret’te de bahtsız ve mutsuz olmaları için temennilerde bulunulması, devletin dinî unsurları günlük hayata dahil ettiğini –halkın dinî ve özel hayatına müdahale etmeksizin‑ ortaya koymaktadır. Devletler arası anlaşmalarda kullanılan mührün üzerindeki “el-Müstenidü bi-tevfîkāti’r-Rabbâniyye” (Allah’ın yardımlarına dayanan) ibaresi, bilâhire Türk milletinin Millî Mücadelesi’ni idare eden TBMM’nin de ilk yıllarda yayınladığı beyannâmelerin başlıca düstûru olmuştur.
İman ile alâkalı unsurları sadece Devlet-i ebed-müddet-i Osmâniyye değil, halk da benimsemiş ve kazıttıkları mühürlerde uygun olan âyet, hadis ve dualara yer vermişlerdir: “ene inde zanni abdî ve ene me‘ahû izâ de‘ânî” (Ben kulumun zannı üzerineyim, bana dua ederse ben de onu anarım, onunla birlikte olurum) hadîs-i kudsîsi, hemen hemen her Abdi isimli şahsın mühründe kullanılmıştır. Kezâ isimlerinin önünde: “Rabbi yessir umûra ‘Mustafa’” (Allahım, Mustafa’nın işlerini kolaylaştır) duası da pek çok zât tarafından hâkkedilmiştir.
Hazret-i Peygamber’in (s.a.v) ailesi demek olan Ehl-i Beyt’ine bütün İslâm âlemi gibi elbette Türkler de gerekli ilgi ve ihtimamı kusursuzca göstermişler ve bu maksatla, O’nun soyundan gelen şerif ile seyyidlerin işlerini idare eden Nakîbüleşrâflık kurumunu tesis etmişlerdir. Hazret-i Peygamber Efendimizin, seyyidü’l-kavmi hâdimuhum (Bir kavmin efendisi, ona hizmet edendir) düstûrunu siyaseten de benimseyen Osmanlılar, seyyidlerin izzet ve şeref içerisinde yaşamalarını temin etmek için onlara idarî ve malî haklar sağlamışlardır. Bu zümre ile ilgili kayıtlar düzenli bir şekilde muhafaza edildiği gibi, bir kişinin seyyid olduğunu tasdik eden Osmanlı Devleti’nin verdiği hüküm, diğer devletlerce de mu‘teber kabul edilmiştir.”