”İsrail–Filistin Savaşının Tarihsel ve Dini Arka Planı” Konulu bu haftaki sohbetimizde ESOGÜ İlahiyat Fak. Dinler Tarihi Öğr. Üyesi Dr. Aynur ÇINAR yer aldı. Sayın ÇINAR ilgiyle takip edilen konuşmasında özetle:
“Günümüzde 7 Ekim Hamas olayları ile başladığı söylenen ama gerçekte 3500 yıllık bir geçmişi olan İsrail-Filistin savaşlarını anlayabilmek için bir yandan iki yüz yıllık Siyonizm’in tarihine diğer yandan da Yahudi kutsal metni Tevrat’a bakmak gerekir. Tevrat, Tanrı’nın Hz. İbrahim ve Hz. Ya’kûb’la gerçekleştirdiği ahit uyarınca, antik dönemde Mezopotamya ve Mısır arasında göçebe bir halde dolaşan İbrânî halklara, Kenan bölgesinin vaat edildiğini belirtir. Buna göre Tanrı ile Hz. İbrahim ve Hz. Ya’kûb’un soyu sadece tek Tanrı’ya tapacak, ona hizmet edecek; karşılığında ise O, atalarından gelen soyu seçecek, onlar vasıtasıyla başka halkları kutsayacak ve Kenan topraklarını onlara vatan olsun diye miras bırakacaktır. Bu hüküm uyarınca İsrailoğulları ve onların soyu kabul edilen Yahudiler, bir toprak vaadi altında sadece tek Tanrı’ya kulluk etmekle mükellef kılınmamışlar, bunun bedeli olarak zamanının komşu halklarıyla dostane ilişkiler kurulması hususunda da özgür bırakılmamışlardır.
Söz konusu seçilmişlik ve toprak vaadi uyarınca en ağır hükmün altında kalan halk ise, şüphesiz, bölgenin yerleşik halkı Kenanlılar olmuştur. Tevrat’ın hükmü uyarınca bu halka uygulanacak kutsal savaş politikasına göre bu halklar ya külliyen imha edilmeli ya da sürülmelidir. Bu insanlar Tanrı mülkü üzerinde yaşadıkları için Tevrat, hiçbir şekilde onlarla ateşkes yapılmasına izin vermemiş, buna gerekçe olarak da yapılacak bir ateşkesin iki halkın birlikte yaşama tecrübesinin bir başlangıcı olacağı, bunun iki halk arasında sıhriyet bağı kurulmasına kadar ilerleyeceği, böylece Tanrı halkı olan İsrail’in kafir bir halk olan Kenanlılar tarafından asimile edileceği gösterilmiştir. Yahudilik açısından bu, o kadar katî bir hüküm olarak anlaşılmıştır ki tarihî süreçte İsrail’in yozlaşarak parçalanması sonra da bu devletin tarihten silinerek Yahudilerin nihai diaspora felaketine maruz kalmalarının sebebi, bu halkla kurduğu sıhriyet bağı ve bunun sonucu olarak Tanrısal ahde vefasızlık yapmaları olarak değerlendirilmiştir. Bundan dolayı Ezra döneminde, geçmişin günahının silinmesi adına tövbe edilmiş ve tam bir ırk seçilmişliğine dayalı, milli ve kapalı bir din anlayışı benimsenmiştir.
Yahudiler böyle bir sosyo-psikolojiye indirgenmiş din yapıları sebebiyle neredeyse 2500 yıldır hiçbir topluma entegre olamamışlar, hangi devletin hükmü altında yaşarlarsa yaşasınlar her zaman onlardan ayrı olarak kendi dinî ve millî çıkarlarını güden bir halk olarak yaşamışlardır. Böyle bir toplum olmaları sebebiyle bağlı bulundukları halklarla aralarında kültürel bir kaynaşma hiçbir zaman gerçekleşememiştir. Bilhassa Hıristiyanlar için Yahudiler, Hz. İsa’yı öldürmeleri hasebiyle, “Tanrı katili” sıfatıyla ötelenmişler ve ciddi sıkıntılar yaşamışlardır. Bunlar arasında bu halkın sürekli sahip olduklarına el konulması, kendilerine duyulan nefret sebebiyle pek çok şeyle suçlanmaları, sürekli sürgün hali ve soykırımı da saymak gerekir. 2500 yıllık tecrübe sonucu Yahudiler, Fransız İhtilali sonrası gelen ulus-devlet anlayışına geçerek, Tevrat’ta atıf yapılan Siyon merkezli bir “Yahudi Devleti” kurma idealini benimsemişlerdir. Bu fikir, Yahudilerin siyasi ve ekonomik anlamda XIX. yüzyıldan itibaren gelişmelerini sağlamış ve 1948’de İsrail devletinin kurulmasıyla gerçeğe dönüşmüştür.
Siyonizm, bir fikir olarak kurulduğu modern dönemin etkisi altında seküler bir üsluba sahip olsa da Theodor Herzl’in Yahudi Devleti adlı kitabında belirttiği üzere “bir hükmün gereği”dir. Kanaatimizce bu hüküm, Tevrat’ta dile getirilen “Arz-ı Mev’ûd” inancıdır. Yani Siyonizm’in fikir babaları olan Leo Pinsker ve Theodor Herzl açısından Siyonist bir devlet kurma girişimin temellerini Yahudi şeriatında bulmak mümkündür. Hâliyle şu an var olan İsrail devletinin bu topraklar üzerinde bekasını sağlamak üzere yaptığı her faaliyet, Tevrat’ın Tanrısal projesinin bir yansıması olarak görülebilir. Bunun sonucu olarak günümüzde İsrail ve Filistin arasında yaşanan savaş ve bilhassa Filistin’de gerçekleşen bu trajediyi sadece bir siyaset ve seküler bir savaş olarak görmek mümkün değildir. Kanaatimizce bugün şahidi olduğumuz bu soykırım, Tevrat’ta Kenanlılara uygulanması emredilen ve bizce meşru olmayan bir savaş hukukunun gereğidir. Böyle bir dinsel altyapısı olduğu hesaba katılırsa, söz konusu savaşın yakın zamanda biteceğini düşünmek, maalesef, mümkün görünmemektedir.” dedi. Çok sayıda sorulan Soru ve cevaplardan sonra Ocak Başkanımız Prof. Dr. Nedim ÜNAL konuşmacıya ŞÜKRAN BERATI takdim etti.https://www.youtube.com/watch?v=WfVR5toTZv4&ab_channel=ESK%C4%B0%C5%9EEH%C4%B0RT%C3%9CRKOCA%C4%9EI