Ersin Hocamızın Ankara’dan gelişi beklenirken,o sırada misafirimiz olan TRT yapımcısı ve Türk Ocakları Sanat ve Edebiyat Kurulu başkanı Arslan Küçükyıldız bey,”Türk Oyuncakcılığı ve Türk Zeka Oyunları”konulu çok zevkli ve ilgi çekici bir sunum yaptı.
Eskişehir Türk Ocağı geleneksel Perşembe Sohbetleri’nin bu haftaki konuğu, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Prof.Dr. Ersin Özarslan idi. ”Arif Nihat Asya’nın Şiirinde Memleket-Eskişehir” başlıklı konuşmasında sayın Özarsalan özetle şunları söyledi:
Kâinat varlıkların var olma ve varlıklarını sürdürme zeminidir. Her şey, her varlık bir yerde kaimdir. İnsanı ve diğer varlıkları yersiz, yurtsuz, mekânsız düşünmek mümkün değildir. İnsan, kendini mekân içinde bulur, ifade eder, gerçekleştirir ve varlığını devam ettirir. Mekân her hâliyle insan hayatında önemli bir yere ve işleve sahiptir.
İnsanın, üzerinde, varlığını idame ettirdiği mekânla münasebetinin birçok cephesi vardır. İnsanın mekânla yaşama ve maddî varlığı devam ettirmeye dayanan münasebeti ihtiyarî değil mecburî ve vazgeçilmezdir. Bunun yanında insanın ruhî, fikrî ve bediî (estetik) bakımdan da mekânla münasebeti söz konusudur. Bu da insan ve mekân münasebetinin mânevî cephesini teşkil eder. İnsanın mekânla mânevî münasebeti herkese göre değişiklik gösterir. Sıradan insanın hayatında çok mühim bir yer işgal etmeyebilecek olan bu münasebet, hassas ruhlu insanlarda özellikle sanatkârlarda çok önemli hâle gelebilir. İman, tesir, intiba ve ilham gibi hususlarda sanatkârın duygu ve düşüncelerine tesir eden mekân, ilhamın ve intibâların kaynağı, sanatın malzemesi işlevlerini de görebilir. Mekân insanda özellikle de sanatkârda duygu, hayal veya fikrin oluşmasına yardım veya kaynaklık eden yahut bunların oluşmasına sebep olan unsurlardan biridir. Bu bakımdan bir artistik sâik vazifesi görür. Bir şiiriyet unsurudur. Sanatkâr, duyguyu ya kendi benliğinden hâsıl eder, ya da kendi dışındaki varlık veya durumlardan ilham, intiba yahut tesir yoluyla edinir. Mekân, şairin duygu, hayâl ve fikirlerinin hareket veya dayanak noktalarından biridir. Mekân, görünüşü, mânâsı, işlevi veya önemiyle insana tesir eder. Onun duygu, hayal veya fikirlerinin oluşmasına yardım eder veya onları harekete geçirir. Mekâna mâna veren ve mekânı önemli kılan aslında insandır. Âşık için sevgilinin yaşadığı yer dünyanın merkezidir. “Kûy-i yâr” veya “nâzende sahra” her ikisi de mekân olarak mânâ ve ehemmiyetlerini “yâr” yahut sevgiliye borçlu değiller mi? Mekân insana tesir eder. “Tebdil-i mekânda ferahlık vardır” sözü bu tesirin müspet tarafını işaret etmektedir.
Ârif Nihat Asya, Eskişehir’i, zaman zaman ziyaret etmiş, zaman zaman da yolu üzerinde olduğundan buraya, Eskişehir’e uğrayıp geçmiştir. Gerek ziyaretlerinde, gerekse uğrayıp geçişlerinde, şair Eskişehir’den müspet intibalarla ayrılmıştır. Her ayrılışında gönlünden bir parçanın bu şehirde kaldığını söylemek mümkündür. Ârif Nihat Asya, Eskişehir’le kendisi arasında hissî zeminde bir yakınlık münasebeti kurmuştur. Bu yakınlığın unsurları arasında güzellik, huzur, benimseme ve sevgi vardır. Şair, şehri, gündüzleri kumral, geceleri de esmer bir kadına benzetir. Bunun yanında şehirde bir “vatan” havası bulur ve doğduğu yere benzetir. Bu husus, sevme ve benimsemeyle ilgilidir. Ârif Nihat Asya, kendisini Eskişehir’de doğmuş gibi hisseder. “Tıpkı doğduğum yer gibidir” ibaresiyle bir mânâda asıl doğum yeri olan İnceğiz’i kastederek tevriye sanatına başvurur, ifadesini zenginleştirir. Şair, Eskişehir’e olan ilgisinin karşılıksız olmadığına inanır. Şehrin de şairin bu sevgi ve ilgisinin farkında olduğunu ve bu yüzden onu özlediğini, her ayrılışında şairin gitmeyip orada kalmasını arzuladığını düşünür:
“Gündüz duru, kumral; gece esmer gibidir…
Özler beni.. tıpkı doğduğum yer gibidir….
Geçsem ne zaman –kucak açıp- Eskişehir,
Bana «Kal!» der gibidir.”
Bir dörtlüğüne, şehrin kozmik zaman içindeki hâlleri yansımıştır. “Akarsular gül, Yıldıztepe semti akşamları sümbül” rengini alırken bu hâl değişir, yerle gök tüter, birbirine karışır ve bozkır kendini gösterir. Bütün cihan kül rengine bürünür. Şair mekândan aldığı intibaları metafizik zeminde kâinatla birleştirir.
“Bir ülkedeyiz: akar sular gül rengi..
Akşamları, Yıldıztepe, sümbül rengi…
Lâkin ne büyük mu’cizedir vuslat ki
Yer, gök tütüp olmakta cihan kül rengi.”
Eskişehir’i uğrayıp geçişleri ve değişik ziyaretleri ile yakından tanıyan şair Eskişehir’i her şeyiyle, her hâliyle sever. Bu sevgide Eskişehir’in “gül tüten şahane akşamları”, “ufkundaki duman dağları” ve Eskişehir’in “koynundan akan Porsuk nehri” şehrin güzellikleri olarak kendilerini gösterirken, Eskişehir’in insanları, daha doğrusu güzelleri de sihirli edalarıyla nazlanarak dileklerini izhar ederler. Eskişehir güzelleri de “nazları ve edalarıyla” öne çıkarlar:
“Nazlarda dilek vardı, edâlarda sihir;
Sevdim seni her şeyinle ey Eskişehir
Gül gül tüten akşamla ne şâhâneydi
Ufkunda duman dağları, koynunda nehir!”
Eskişehir sadece fizikî güzellikler, naz ve eda yüklü güzellerden ibaret değildir. Eskişehir’in insanı cezbeden, davet eden “dallar, kıyılar ve şarkılar” gibi unsurların arasında ve arkasında insanı saran bir ruhaniyeti de vardır. Teravih namazını eda sadedinde imkân zenginliği olarak görünür:
“Dallar, kıyılar ve şarkılarla «gel» dediler..
Hatîf dedi: «Ey yolcu, terâvihi diler
(Kurşunlu)da kıl, diler (Alâeddin)de
Yorgunsan eğer, tutsun elinden (Yediler).»”
Dinleyicilerin heyecan ve beğeniyle takip ettikleri bu keyifli sohbet, Eskişehir Türk Ocağı Başkanı Prof. Dr. Nedim Ünal’ın teşekkür konuşması ile nihayete erdi.