Akdeniz’in Kilidi Rodos’un Fethinin 500. Yılı
Eskişehir Türk Ocağı Perşembe sohbetinde bu hafta Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Mehmet Yaşar ERTAŞ konuşmacıydı. Sayın Ertaş Rodos’un Kanuni Sultan Süleyman Tarafından fethinin 500. Yılı olması münasebetiyle Rodos’un Türk Tarihi ve Akdeniz hakimiyeti bakımından stratejik önemini anlattı. Sayın Ertaş özetle;
16. yüzyıl başında kadim dünyanın merkezi olan Akdeniz ve çevresinde siyasi, ekonomik ve kültürel olmak üzere hemen her alanda büyük bir kırılma ve değişim yaşanıyordu. Bu süreç doğal olarak Akdeniz’i çevreleyen coğrafyadaki bütün toplumları, dini grupları, ticari faaliyetleri ve siyasi güçleri derinden etkiliyordu. Fransa Kralı I. Fransuva ile Habsburg İmparatoru V. Şarl arasındaki iktidar mücadelesi; Luther’in papaya ve katolik kilisesine karşı başlattığı dini mücadele; Safevi Devleti’nin kurulması; Safevilerin Osmanlı aleyhinde genişlemek için Avrupa ile kurduğu yakın diplomatik temasları; Portekizlilerin Kızıldeniz ve Basra üzerinden Akdeniz’i besleyen ticaret yollarına yerleşmesi ve papanın da desteklediği bir haçlı ruhuyla Müslümanların kutsal topraklarını tehdit etmesi; Memluk Devleti’inin Portekiz karşısındaki çaresizliği; Baharat yolu üzerindeki tehdidin başta Venedik olmak üzere Akdeniz ülkeleri için korkutucu bir hal alması, siyaseti ve ticareti etkileyen büyük bir aktör olarak korsanların faaliyetleri ve son olarak Osmanlı ilerlemesi karşısında Akdeniz havzasının bir Müslüman Hristiyan çatışmasının merkezi haline gelmesi söz konusu etkinin en bariz tezahürleriydi.
16. yüzyıl başlarında Osmanlı Devleti’nin Akdeniz siyaseti ise bu kaotik konjonktürün bir sonucu olarak çok yönlü ve uluslararası dengeleri göz önüne alan bir stratejiye dayanmaktaydı I. Bayezid, I. Selim ve Kanuni Sultan Süleyman’ın hükümdarlık dönemlerinde ciddi bir süreklilik ve tutarlılığa sahip Osmanlı siyasetinin üç büyük önceliği vardı. Birincisi imparatorluğun doğusundaki henüz kurulmuş olan Safevi Devleti’nin tehdidini ortadan kaldırmak, ikincisi Avrupa’daki en büyük rakibi olan Habsburg İmparatorluğu’nu çökertmek ve Orta Avrupa’ya yerleşmek, üçüncüsü ise Portekiz donanmasının baharat ticaret yolu üzerindeki ambargosunu kaldırmak, Doğu Akdeniz’in ticari gücünü korumak ve kutsal toprakların güvenliğini sağlamaktı. Akdeniz sahası ise dış politikadaki her üç önceliğin kesiştiği en önemli merkez ve Osmanlıları büyük bir dünya imparatorluğuna dönüştüren ticari, siyasi ve askeri hamlelerin odak noktası olmuştur. Özellikle Mısır ve Suriye’nin fethi, Osmanlı siyasetinin Akdeniz’deki stratejilerini doğrudan belirlemiş ve Doğu Akdeniz’i kendi denizi haline dönüştürmesini zorunlu kılmıştır.
Rodos bu politika karşısında Avrupa’dan aldığı destek ve kurduğu diplomatik ilişkilerle Osmanlıların büyük stratejilerinin önünde ciddi bir engeldi. Mısır’ın fethiyle birlikte İstanbul ile Mısır ve Doğu Akdeniz limanları arasındaki deniz yolu güvenliğinin sağlanması ve fethi henüz gerçekleştirilmiş olan Mısır ve Suriye’deki siyasi ve iktisadi egemenliğin tesisi için Rodos tehdidinin bertaraf edilmesi gerekiyordu. Keza Rodos, Menteşe’nin karşısına denk gelen bölgede, Anadolu ve Doğu Anadolu’nun güvenliği açısından stratejik önemi haiz, Anadolu’nun bir uzantısı olarak denize yayılmış Oniki adanın da merkezi konumundaydı. Batnoz, Lipso, Leryoz, Kilimli, İstanköy, İstanpulya, İncirli, İlyaki, Sömbeki, Kerpe, Herki ve Kaşot gibi adalardan oluşan bu adalar grubu, St. Jean şövalyeleri tarafından hem deniz yolunu hem de Anadolu kıyılarını tehdit edecek düzeyde kale, kule ve palangalarla tahkim edilmişti. Bunun yanı sıra manevi ve psikolojik faktörler de Rodos’un fethinin zorunlu görülmesinde büyük bir etkiye sahipti.
Bu yüzden Rodos adası Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1522’de kuşatıldı. Akdeniz’in kaderini değiştiren bu kuşatma çok zorlu geçmiştir. Padişahın İstanbul’dan çıkışından geri dönüşüne kadar yaklaşık sekiz ay süren seferin yaklaşık altı ayı kuşatmada geçmiştir. Osmanlı paşaları arasında kalenin nasıl düşürüleceğine dair ciddi fikir ayrılıklarının hatta çekişmelerinin yaşandığı kuşatmanın başarısında Sultan Süleyman’ın azmi, inancı ve kararlılığının büyük payı vardır. Marmaris’ten adaya geçerek altı ay boyunca bizzat ordusunun başında durmuş olması büyük bir liderlik örneğidir.
Kalenin düşürülmesi için büyük bir hazırlık yapılmış ve Osmanlı askeri gücü tam tekmil Rodos’a götürülmüştür. Kale başlangıçta topla dövülse de kalenin mimari yapısı ve savunma sistemi yüzünden toplar etkisiz kalmıştır. Bunun üzerine Osmanlı kurmayları zaferi getiren iki yöntemi devreye sokmuşlardır. Bunlardan birincisi toprak sürerek kale önünde bir tür topraktan tabya inşa edilmesidir. Bu yolla ateş üstünlüğü Osmanlılara geçtiği gibi topraktan oluşturulan tepeler sayesinde gerideki askeri birliklerin güvenliği sağlanmıştır. Ayrıca sürülen toprak hendeklere doldurularak sur duvarlarına doğru yürüyüş yolları açılmış ve kaleye yapılan hücumlar kolaylaşmıştır. İkinci yöntem ise Topların etkisiz kaldığı Rodos’un kalın sur duvarlarını çökertmek amacıyla lağımlara ağırlık verilmesidir.
Avrupa’dan yeterli destek bulamayan Rodos şövalyelerinin tek ümidi, havaların soğuması ile birlikte Osmanlı ordusunun geri çekileceği inancıydı. Bahara kadar Avrupa’dan yardım toplanacağı gibi top ve lağımlarla harabeye dönen kale de tamir edilecektir. Ancak Sultan Süleyman’ın Rodos’ta kışlama kararı adadakilerin umutsuzluğa sürükledi. Kaledeki siviller gibi askerler de artık savaşa devam etmek istemiyorlardı. Kaleyi savunma imkânının kalmadığı görülünce St. Jean şövalyeleri, 20 Aralık 1522’de, yaklaşık iki yüzyıldan beri ellerinde tutukları Rodos’u teslim etmeye razı oldular.
İçinde bulunduğumuz 2022 yılı Rodos’un fethinin 500. yılı olması hasebiyle büyük önem arz etmektedir. Çünkü kıta sahanlığı, adaların statüsü ve Anadolu’nun güvenliği meselelerinin tartışıldığı bir dönemde hiç şüphesiz Anadolu’yu denizden çevreleyen adalardaki tarihsel birikim ve hafıza Türkiye’nin en önemli gücüdür. Bu açıdan Rodos’un konumu ise özeldir. Akdeniz’e açılan donanmanın hareket üssü olan Rodos, İstanbul’dan Mısır’a, İzmir’den Cezayir’e kadar uzanan Akdeniz’deki Türk varlığının ve zaferlerinin tanığıdır. Rodos’taki 3000 kadar Türk’le birlikte şehirdeki dini, idari, askeri ve sivil yapılar Osmanlı mirası olarak yaşamaya devam etmektedir. Süleymaniye Camii, Pargalı İbrahim Paşa Camii, Sultan Mustafa Camii ve Hamamı, Hafız Ahmed Ağa Ağa Kütüphanesi (Fethi Paşa Kütüphanesi), Fethi Paşa Saat Kulesi, Murad Reis Külliyesi Osmanlı mirasının adadaki en canlı örnekleridir.
Sefer günlüğüne göre Rodos seferi için 16 Haziran 1522 Pazartesi günü İstanbul’dan ayrılarak Üsküdar’a geçen Kanuni Sultan Süleyman; İzmit, İznik, Kütahya, Denizli, Muğla üzerinden 41 günlük bir yolculuktan sonra Marmaris’e ulaşmış ve 43. gün Rodos’a geçmiştir. 29 Temmuz Salı günü başlayan kuşatma yaklaşık beş buçuk ay sürmüştür. Rodos’un fethinden sonra 2 Ocak 1523 günü adadan ayrılarak Marmaris’e geçen Kanuni; Marmaris, Ula, Muğla, Saz, Alaşehir, Akhisar, Susığırlık, Subaş, Balabanlı, Umurbey ve Dil üzerinden 19 menzillik güzergâhı 26 günde almış ve 29 Ocak 1523 günü İstanbul’a dönmüştür. Padişahın bizzat katıldığı, Rodos’un fethi ile sonuçlanan bu sefer 233 gün sürmüştür.
Rodos’un fethi Akdeniz tarihinde bir dönüm noktasıdır. Bu tarihten sonra Osmanlı savaş gücü hızla Akdeniz’e yayılmış Suriye limanlarından Fas’a kadar uzanan sahada Osmanlı donanması egemenliğini kurmuştur. Bu fetih aynı zamanda Sultan Selim’in Suriye ve Mısır fetihlerinin de tamamlayıcısıdır. Çünkü St. Jean şövalyelerinin Rodos’taki varlığına rağmen Osmanlıların Mısır’da egemen olmaları mümkün değildi. Keza korsanlık tarihi için de bir dönüm noktası olan bu fetihle Müslüman korsanların önündeki büyük bir engel ortadan kalkarken Akdeniz’deki Hristiyanların ileri savunma hattı ve korsanlık üssü düşmüştür. Kale Osmanlı hâkimiyetinde güçlü bir garnizona dönüştürülürken, Akdeniz’deki en önemli deniz üslerinden de biri olmuştur.
Osmanlılar, Rodos kalesindeki tarihsel birikimi korudukları gibi yaptıkları imar faaliyetleri ile Rodos’u kısa sürede bir Türk İslam şehrine dönüştürdüler. Fakat fetihten dört yüz yıl sonra, 1911’de İtalyan işgaline uğrayan ada fiilen Türk hâkimiyetinden çıktı. 1912’deki anlaşma gereği geçici olarak İtalya’ya bırakılan Rodos’un statüsü II. Dünya savaşına kadar tartışmalı kaldı. Bu süre zarfında Türk tarafı adadaki haklarıyla ilgili masaya otursa da 1947’de II. Dünya savaşının galipleri adayı Yunanistan’a teslim ettiler.