Uzun süredir “çözüm süreci” adı altında Türkiye’nin bir bölgesinde “özerklik” statüsünü gerçekleştirme adımları, Suriye iç savaşının bölge ve ülkemiz açısından doğurduğu tehditler ve son olarak da Gezi olayları yüzünden gerilen ve kutuplaşan Türkiye, 17 Aralık’tan bu yana, geleceğini etkileyecek üç önemli seçim sürecinde çok daha vahim ve kritik bir çatışma ortamına girdi. Karşılıklı olarak “paralel devlet, yolsuzluk, çete, İstiklal savaşı, casusluk, millî orduya kumpas, rüşvet” vb. suçlamaları arasında bir yandan hukuk devleti, öbür yandan millî birlik büyük bir fitne tehdidi altına bulunuyor. Türkiye, tarihte yaşadıklarına benzer bir fetret devrinden geçiyor. Uzunca süre dinî değerler ve muhafazakârlık kavramları altında birlikte yürüyen iktidar partisi ve Hizmet cemaati arasındaki kavgada sarf edilen sözler, ortaya atılan iddialar en çok da milletimizi ayakta tutan dinî değerlerimizi zedelemektedir.
Bir yanıyla gerçekten de büyük endişelere yol açan bu ortamın hayra tebdil olacağını ümid ediyoruz. Yüce Allah Kur’an-ı azimüşşan da öyle buyurmuyor mu: “Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.” (Bakara Suresi, 216. ayet) Resul-i zî-şan efendimizin “Sizin hayır bildiklerinizde şer, şer bildiklerinizde hayır vardır” hadisi uyarınca içinde bulunduğumuz buhran ve fetret ortamının hayırlı sonuçlar doğurmasını ümid etmek ve bunun için gayret göstermek her millî aydının, vatanseverin görevidir.
* * *
Geçtiğimiz 10-15 yıllık süreçte yaşananlar Türkiye’de demokrasi, hukuk, millî birlik alanlarında çelişkili görünse de kısmen hayırlı bazı sonuçlar da doğurmuştur. 28 Şubat tecrübesi insanların dinî inanç, ibadet ve uygulamalarına müdahalenin, Türk milletinin temel değerlerine karşı tavır almanın yanlışlığını apaçık bir şekilde ortaya koydu. Laikçi elitlerin büyük kısmının bu tecrübeden olumlu dersler çıkardığını ileri sürebiliriz. Nitekim geçenlerde tahliye edilen eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ bu alanda yapılan hatalara dair bir özeleştiri yapmak erdemini gösterdi. Öte yandan, İslamcı siyasîler ve elitlerin de 28 Şubat tecrübesinden olumlu sonuçlar çıkardıkları ancak süreç içerisinde elde edilen “mutlak” gücün hafıza-i beşeri nisyana sürüklediği de bir vakıa… Yine de bugün yaşananlar Türkiye’de artık ne laiklik ne de din istismarının doğru olmadığı noktasında bir uzlaşmaya gidilebileceğine işaret ediyor. Dinî ve millî değerlerimize saygı temelinde, farklı din ve mezheplere mensup yurttaşlar arasında eşitliği ve adaleti gözeten laik bir yönetim anlayışı üzerinde geniş mutabakat ortaya çıkmıştır.
Ne var ki Türkiye’nin kafasını kaldırıp çevresiyle ilgilenmesine, tarihî misyonuna uygun yeni bir perspektif geliştirmesine sıcak bakmayanların ellerinin altında her daim bizi iç çatışmalarla meşgul edecek malzeme mevcuttur. Nitekim, PKK ve bölücü siyasî hareket, özerkliğe gidebilecek bir yolu kavgasız inşa etmek saikiyle terörden şimdilik vaz geçtiğinden Türkiye’nin bir başka yumuşak karnı olarak görülen Alevilik meselesini şiddet ortamı yaratmak için kullanmaya çalışanların varlığı sır değildir. Haklı bir sosyal protesto eylemi olarak ortaya çıkan Gezi eylemlerininin bu yönde istismar edilmeye çalışıldığı da görülmüştür.
Mamafih bu sosyal meselelerimizi sadece ve öncelikle dış odakların kışkırtmalarına bağlayarak çözemedik, çözemeyiz. Burada, hiç şüphesiz Alevi yurttaşlarımızın kendi kimliklerini ve dolayısıyla varlıklarını tehdit altında görmelerinden kaynaklanan tepkinin önemli bir rolü olduğu açık. Devletin bu bağlamda üzerine düşen görevi yerine getirmemiş olması söz konusu psikolojinin ağırlaşarak devam etmesine, yurt dışında ve özellikle Almanya’da geliştirilen ve adeta İslam dışı nitelikte bir Alevilik eğiliminin içeride de boy atmasına katkı yapmaktadır.
Türkiye’nin acilen bu önemli meselede gerekli adımları atması ve Alevi vatandaşlarımızı rahatlatacak tedbirler alması elzemdir. Türk milletinin birliği ve bütünlüğü açısından yaklaşıldığında hem etnik fitneyi söndürmek hem de mezhep kavgasına yol vermemek için birey hak ve özgürlükleri temelinde, yurttaşların inançlarını kendi irade ve anlayışları doğrultusunda, birbirlerinin hukukuna riayet ederek yaşayabilecekleri bir demokrasi inşa etmeliyiz.
* * *
Nevruz kutlamalarında teröristbaşının ve Kandil’deki canilerin liderinin açıklamaları Diyarbakır’da ve İstanbul’da anayasa ve kanunlar ayaklar altına alınarak TBMM üyeleri tarafından okunuyor. Kürtçü siyasî partilerin temsilcileri açıkça özerklikten, federasyondan, ayrı bayraktan bahsediyor, sonra da biz ayrılmak, ayrı devlet kurmak istemiyoruz diye adeta insanların zekâsıyla alay ediyorlar. Terör yandaşları Kazlıçeşme’de “ya müzakere ya savaş” pankartını açabiliyor. Herhalde Türkiye Cumhuriyetinde hâlâ görevini kanunlar ve anayasa çerçevesinde, hiçbir etki altında kalmadan yapabilecek savcılar ve bir Yargıtay Başsavcısı vardır.
Türk devletinin bölünmez bütünlüğüne ve Türk milletinin birliğine açık bir saldırı varken siyasî partiler birbirlerini açığa düşürecek oyunlar peşinde. Esefle ifade etmeliyiz ki şu anda siyasî açıdan en şuurlu kesim Kürtçü-bölücülerdir, çünkü ne istediklerini çok iyi biliyorlar ve bütün adımlarını ona göre atıyorlar. Devletin yanlış politikası sonucunda daha düne kadar millî birlik için mücadele eden, devletin yanında yer alan bölge insanı PKK-BDP-HDP ihanet şebekesinin insafına terkedilmiş, adeta onların saflarına itilmiştir.
Türk milliyetçileri bu tabloda herhangi bir tahrike asla yer vermeden bölgeye ve bölge insanına yönelik yeni bir yaklaşım geliştirmenin yollarını aramalıdır. Hiç kimse şurasını unutmasın: Kürt ve Zaza etnisitelerine mensup kardeşlerimizin yarısı Türkiye’nin orta ve batı kesimlerinde yaşadığı gibi, evlilikler ve akrabalık ilişkileri dolayısıyla çok büyük oranda karma aileler mevcuttur. Kürt ve Zazaların Türk milletinin diğer unsurlarıyla ilişkileri, Osmanlı dönemindeki gayrimüslim-Müslüman ilişkilerinden çok farklıdır. Bin yıldır Anadolu mayasında, ortak din ve kültürün yoğurduğu bu beraberliği yok etmeye kimsenin gücü yetmeyecektir, yeter ki bizler akl-ı selimle hareket edelim.
Türkiye peşpeşe yapılacak üç seçimde sadece belediye başkanı, Cumhurbaşkanı ve iktidar seçmeyecek, bu milletin ve ülkenin geleceğini, millî devleti, üniter yapıyı da oylayacaktır. Etnik bölücü partinin yönetici ve milletvekilleri meydanlarda ve medyada açık açık “30 Mart’ta Kürdistan’ın statüsü oylanacak” diye ilan ediyorlar. Buna mukabil, bazıları hâlâ çözüm adı altında adım adım bölünmeye giden bu yolun inşasına örtük ya da açık destek veriyorlar. Bu vatanın insanlarını bütün olarak kucaklayan bir anlayışla, Türk milleti kavramı etnik ve mezhebi aidiyetlerin üzerinde milletin bütününü kapsadığı halde, bunun tersi doğruymuş gibi yapılan uygulamaların geldiği vahim boyutları iyi anlamak ve millî birliği yeniden kurmak için kardeşlik bağlarını güçlendirmeye yönelik tedbirler almak mecburiyetindeyiz.
* * *
Türkiye, bu ortamda Kırım ve Doğu Türkistan’da, Suriye ve Irak’ta yaşayan kardeşlerimizin meselelerine gereken dikkati maalesef gösterememektedir. Kırım Türkleri, Rusya’nın oldu-bittisiyle tekrar Stalin’in zulmünün tekrarlanması ihtimaliyle yüzyüze kalmıştır. Doğu Türkistan Türklerinin maruz kaldığı zulümler ortadadır. Türkiye’de geçmişten getirdikleri Rusçu ve Çinci mirasın yükünü taşıyan sözde solcu, sosyalist bazı kesimler Rusların ve Çinlilerin davranışlarını ilericilik olarak alkışlayabiliyor, İslamcılar ise dava-yı kavmiyet günahından (!) kaçınmak için olsa gerek Türk adının geçtiği yerlere kör ve sağır oluyorlar. Hem müslümanlığı hem de bağımsızlığı gerçek manada temellük etmiş olanlar Türk milletinin tabiî aydınları, Türk milliyetçilerdir. O halde bizim bu sorumluluğun hakkını vermemiz ve Türk-İslam âleminin ve bütün insanlığın mazlumlarının çığlığına cevap verecek bir söylem ve eylem biçimi geliştirmemiz lazım… Büyük medyanın sağırlığını sosyal medya yoluyla aşmanın yollarını aramalıyız. Bir enstitü, araştırma merkezi ve yayın organı gibi bütün gelişmeleri takip edip duyurmalı ve farkındalık yaratmalıyız.
Bu inanç ve düşünce ile şunu ifade ediyorum: Önümüzdeki dönemde Türk Ocağı, Türk milletinin bütünlüğünü, Türk dünyası ile işbirliği ve bütünleşmeyi, İslam dünyası ile dayanışmayı birbirini tamamlayan unsurlar olarak gören bir bakış açısı ve yaklaşımı entelektüel seviyede geliştirmeye, meselelerimizin tahlili ve çözüm yolları için görüşlerini ortaya koymaya daha yoğun bir çalışma faaliyeti ile katkıda bulunacaktır.
Allah yar ve yardımcımız olsun.