Abdulkadir İLGEN
Ankara’dayım. Çocukluk yıllarımın şehri olan Cumhuriyet şehri Ankara. Gerçi o da hâlâ bozkırın yüzyıllara uzanan sefalet ve boğuşmasının çelişkisinden kurtulabilmiş değil. O da hâlâ o geleneksel girdabın içinde, öyle görünüyor. İnsanlar hâlâ ne yapacaklarıyla değil, kimin yanında saf bağlayacaklarıyla ilgileniyor.
Geleneksel ve köklü sivil toplum örgütlerimiz bile bu döngünün dışında değil. Oraları da artık içten güçten kesilmiş ayrıcalıklı insanların mesire yeri haline gelmiş. Onlar da işlevselliğini yitirmiş anıtsal birer tarihi kalıntı gibi hüzünle mukadder olan o yazgıyı, kendi yazgılarını bekliyor.
Derken, bazı dostları arz ediyorum. Osman Çakır’ı arıyorum. Kendisiyle vicahen tanışırız. Kitapları ve tarihe tanıklık eden nehir söyleşilerini keyifle okuduğum biri kendisi. Tabii Galip Abiyi kaleme alan Osman Oktay’la da tanışmak istiyorum. Osman Çakır buna Mahir Durakoğlu’nu da ilave ediyor. O da “Dava’nın Davasını” kaleme alanlardan biri.
-“Keçiören’de Kordon Pastanesinde, Kordon’da buluşalım” diyor Osman Çakır.
Bu üç kişi,12 Eylül öncesinin gençlik hareketleri içinde bulunmuş öncü isimler. Üçü de ülkücü. Hoşbeşten sonra onlar anlatıyor ben dinliyorum. Eskilere, Altmışlı yılların başlarına gidiyorlar. Anlattıklarından bir kısmı onların değil, kendilerinden önceki bir neslin yaşadığı şeyler.
Söz İbrahim Metin’e Nuri Gürgür ve Şerafettin Yılmaz abilerin ilk tanışmalarına gidiyor. O tarihlerde İbrahim Metin Türk Ocakları Gençlik Kolları üyesi. Nuri Gürgür ve Şerafettin Yılmaz müstakil.
Nuri abiyle İbrahim abi Kurtuluş Parkında sabaha kadar konuşuyorlar. Şeref Abi o zamanlar CHP’ye daha yakın. İlk temaslar böyle başlıyor. İhtilal heyeti de 60 ihtilalinden sonra Türk Ocakları üzerinde de bir operasyon yapıyor. 13 Kasım’dan sonra yapıyorlar bu operasyonu. Nuri abiler nesli bu operasyonla Türk Ocaklarından uzaklaştırılıyorlar. Vehbi Ünal bir dergi çıkartalım diyor. Kırk kişi dergi çıkartmak için imza veriyor.
Bu ekip bu tasfiyeden sonra Üniversiteliler Kültür Kulübünü kuruyor, daha sonraları derneği (ÜKD).
Söz nihayet dönüp dolaşıp Şeref Abinin1977 seçimlerindeki milletvekili adaylığına geliyor. Şerafettin abi o yıllarda hem Keskin’de avukatlık yapıyor hem de MHP GİK üyesi. Fakat birinci sıra kendisine değil Necati Gültekin’e veriliyor. Bu arada Ankara Çelikkale sokaktaki “akıl dükkânı” olarak bilinen büro da faaliyette. Nevzat Abiyle beraberler.
Nevzat Abinin anlattığına göre büro gerçekten de bir avukatlık bürosu olarak değil, bir tür gelenin gidenin uğrak yeri olan bir mekâna dönüşüyor. İyi de adamların geçinmesi lazım. Bu arada Ankara il yönetiminde aynı ekipten Süleyman Kürkçü ve Şakir Gözübüyük de var.
Osman Çakır da o yıllarda Kızılcahamam ve Çamlıdere’yle ilgileniyor. Diyor ki, 17 ilçe teşkilatını Şerafettin Abinin (Yılmaz) bürosunda topladık. Ve ilçe başkanlarının tamamı Şerafettin abinin adaylığını destekleyen bildiriye imza attılar. Ankara il başkanı da imzacılar arasında. Amaç ikinci sırayı almak.
Fakat her nedense parti içi dengeler her şeyi değiştiriyor. Böylece Necati Gültekin ikinci sıraya Şerafettin abi üçüncü sıraya düşerken geçmişinde jandarma binbaşı olarak görev yapma da olan M. İhsan Karaçam ilk sıraya geçiyor. İşin enteresan tarafı 12 Eylül’den sonra MHP GİK üyesi 39 kişinin tamamı tutuklanırken bu şahsa hiçbir şey olmuyor.
Bu arada Necati Gültekin’in hanımı da benim kocam senelerdir bu partinin kapısında beklerken nasıl olur da ikinci sıradan aday olur diye hayıflanıyormuş. Mahir Durakoğlu da “Şeref Abi kırk yıldır bu kapıda beklerken böyle bir cümleyi biz bile kuramıyoruz” diye iç geçiriyor.
1979 yılı MHP genel kurulunda Sadi Somuncuoğlu ve Nevzat Kösoğlu hariç ekibin tamamı tasfiye ediliyor. Ben araya girerek,
-Sebep nedir diye soruyorum.
-O da Nevzat Abiye dayanarak “Ne olacak, Türkeş hiçbir ekibe güvenmiyor ve müstakil bütün ekipleri tasfiye ediyor” iye cevaplandırıyor.
Bu arada söz tekrar eskilere gidiyor. 1957’de Türk Ocağı Gençlik Kolları yeniden teşekkül ederken bunun öncü isimlerinden birinin Necdet Sancar olduğu söyleniyor. O tarihlerde kendisi Ankara Gazi Lisesinde Edebiyat Öğretmeni imiş. Şerafettin abilerin devreye girdiği tarih de tam bu sıralar: 1959.
Bu arada İbrahim Metin’in Türkeş’le aralarında geçen bir olay da anlatılmadan geçilmiyor. O tarihler Türkeş yarbay. Türk Ocaklarına gelip üniformasıyla konferans veriyor. Fakat süre bitmesine rağmen Türkeş konuşmaya devam ediyor. Dinleyenlerden bir kısmı uyuklama noktasına gelmiş. Bu arada İbrahim Metin de perde arkasından “yarbayım bu iş tamam”, yeter artık süre doldu manasında arkadan müdahale etmeye çalışıyor.
O zamanlar bunlar genç tabii. İbrahim Metin bunu da “Türkeş’le münasebetsizliklerim” diye naklediyor. İbrahim Metin’le ilgili bir hatıra daha anlatıyorlar.
Muhtemelen Çanakkale Zaferiyle ilgili bir toplantı. İbrahim Metin Akif’in Çanakkale Mahşerini anlatan şiirini okuyacak. Şiiri ezberlemiş ama ne olur olmaz diye de kâğıdı ceketin cebine koymuş. Başlamış şiiri okumaya
“Şu boğaz harbi nedir yarabbi..”
Okumaya devam ediyor. Ediyor da bir taraftan da cebindeki şiirin yazılı olduğu kâğıdı bulmaya çalışıyor. Fakat ne çare, bir türlü aradığı kâğıdı bulamıyor. Sürekli ceplerini karıştıran ve el kol hareketleri yapan genci dinleyenler arasında Galip Abi de var. O da
– “Kim bu artist” diyormuş.
Nihayet şiir bitmiş bitmesine de İbrahim Metin de bitmiş.
Bir Ankara seferinin bereketi bunlar. Kim bilir Allah kısmet eder de, o devrin mihnetini çekmiş bu ağabeylerimizle tekrar bir araya gelir ve uzun soluklu bir nehir söyleşi yaparsak o devre ait neler çıkar neler.