PKK /YPG’NİN SDK ÜZERİNDEN GÖRÜNÜM DEĞİŞİKLİĞİNİN AMACI VE DEMOGRAFİK SORUNLARIMIZ
Nuri GÜRGÜR
İstiklal Caddesi’ndeki terör saldırısında, patlayıcıyı getiren Ahlam Albashir dahil olayla ilgileri belirlenen 50’den fazla şüpheli tutuklandı. Albashir ile karı-koca görünümüyle dört ay tekstil atölyesinde barınan bu eylemdeki ortağı henüz yakalanamadı. Bulgaristan’a kaçtığı söylense de izi bulunamadı. Bu terör olayı çeşitli yönlerden üzerinde titizlikle durulması gereken özellikler taşıyor. Yani iddianame hazırlanıp yargılaması yapılıp kararlar verilse de konu kapanmış olmayacak; saldırıyı yapanların ve onlara ülkemize girdikleri andan itibaren yardımcı olanların kimliği, Türkiye’de bulunma süreleri, terör örgütüyle bağlantıları üzerinden ileriye dönük projeksiyonlar yapılmadığı ve gerekli önlemler alınmadığı takdirde benzer saldırılarla karşılaşmamız kaçınılmaz hale gelecektir.
1) Tutuklananların tamamı Arap kökenli; sığınmacı sıfatıyla beş veya yedi yıldır İstanbul’da belli semtlerde kiraladıkları evlerde oturuyorlar; kaçak taksicilik, tekstil atölyeleri gibi işlerden geçiniyorlar. Birbirlerini biliyorlar. Kuzey Suriye’deki aşiretleriyle dolayısıyla PKK/SDG örgütüyle irtibatları sürüyor. Kısacası örgütün talimatlarını yerine getiren bir “hücre” konumundaki Türkiye’de halen 4 milyona yakın kayıtlı, bir o kadar da kaydı-kuydu bulunmayan sekiz milyona yakın Suriyelinin ne kadarının örgütle bu tarz bağlantılarının olduğunu bilemiyoruz; dolayısıyla “uyuyan hücreler”in ne zaman ve ne tarzda eylemlerle sahneye çıkacaklarını kimse bilemiyor. Ensar-Muhacir muhabbetinin yol açtığı bu sorunu görmezlikten gelmek benzer eylemlere zemin hazırlar. Albashir’in patlayıcının olduğu çantayı koyduktan sonra koşarak uzaklaşması, anormal telaşlı halleri yüzlerce kamerada olay mahallini izleyen görevlilerimizin dikkatini çektiğinden, adım adım izlenerek, olayın kısa sürede aydınlatılması büyük başarıdır. Bu yapılmayıp ortağı gibi kaçabilseydi saldırının örgütle bağlantısı tartışmalı hale gelecek, terör örgütünün ülkemizdeki sempatizanları kafaları karıştırmaya çalışacaklardı.
2) Eylemcilerin etnik kimlikleri ve aşiret bağlantıları PKK/YPG/SDG terör örgütünün militan eksikliğini giderebilmek için Kuzey Suriye’de bazı aşiretlerle “ortaklık” kurduğunu gösteriyor. Türkiye’de artık kalabalık gruplar halinde karakollar basmak, resmî binalara saldırmak gibi eylemleri yapamaz hale geldiler. Güzergâhlara uzaktan kumandalı patlayıcılar yerleştirmekle, Suriye’deki belli yerleşkelerinden roketler atmakla yetiniyorlar. Terör örgütünün siyasi ve ekonomik amaçlarla sivil hedeflere yönelik saldırılarını, kendi elemanlarına yaptırmak yerine, aşiretlerden derleyip eğittiği militanlarını devreye sokma kararı aldığı anlaşılıyor. Böylelikle Batılı ülkelerin kamu oylarında imaj kaybı yaşamayacak, eleştirilmeyecek; dolayısıyla aşiret mensubu Arapların yaptıkları ,İstiklal Caddesi’ndeki gibi, terör eylemleri sahiplenilmeyerek PKK, meşrulaşma girişimlerini sürdürme imkânı hesaplıyor. PKK’nın bu kurnazca taktiği Washington’daki yetkililerle birlikte hazırladığından kimsenin kuşkusu olmasın. Çünkü ABD uzun süredir Suriye Devrimci Güçleri’nin (SDG) PKK’dan ayrı bir örgüt ve terörist olmadığını, DEAŞ ile mücadele amacıyla kurulduğunu iddia ederek yaptığı yardımları haklı göstermek istiyor; Türkiye’nin de buna inanmasını, terör devletini kabul etmesini bekliyor.
3) Türkiye’deki başta Suriye olmak üzere, Afganistan, Pakistan ve değişik Afrika ülkelerinden gelen on milyonu geçtiği öngörülen sığınmacı sayısı her açıdan ağır bir sorun oluşturuyor. Nüfusumuz bir süredir çoğalmıyor; çünkü doğum oranları %2’nin altına düşmüş durumda. 1965 yılına kadar nüfus planlamasının hedefi nüfusumuzun artmasını sağlamaktı. Bu yıldan itibaren nüfus artışının sorunlara yol açtığı görüşleri etkili oldu, nüfus politikası değiştirildi. Özel sektör de devreye girdi, Koç Grubu Yozgat ve Manisa’yı pilot bölgeler yaparak bu yönde girişimler başlattılar. Bu durum kısa süre sonra bölgesel dengesizliklere yol açtı. Karadeniz, İç ve Batı Anadolu’da doğum oranları düşerken Güneydoğu’da aynı çizgide devam etti. 2015’te nüfusumuzun yaşlanmasıyla genç nüfus avantajımızı kaybetmekte olduğumuzu nihayet anlamıştık ama geç kalmıştık. Sosyolojik-ekonomik şartlar, kırsal nüfusun hızla azalması, çalışan kadın sayısının artması, çocuk bakımevleri sayısının yetersizliği, kısacası geçinme sorunları ailelerde bir veya iki çocuktan fazlasını külfet haline getirdi.
Buna karşılık özellikle Güney vilayetlerimizde sığınmacılardaki doğum oranı yüksek seyrediyor. Hatay Belediye Başkanı geçen yıl bu oranın bire üç olduğunu, böyle giderse sığınmacıların yerel yönetim seçimlerini kazanacaklarını rakamlarla açıklamıştı. Yapılan bilimsel araştırmalar, bir ülkede nüfusun yüzde beşinden fazlasının farklı dil ve kültürlerden, etnik unsurlardan oluşmasının demografik hatta politik sorunlara yol açacağını gösteriyor. Türkiye bazılarının ısrarla üzerini örtmeye çalıştığı demografik dengesizliği ciddiye almaya mecburdur. İstanbul’daki son olay sorunun terör yönünü somut şekilde gösterdi. Oysa meselenin bunun dışında daha birçok sıkıntılara yol açtığını polisiye olaylarla da her gün yaşıyoruz. Sığınmacıların topluma, kültürel yapımıza uyum sağlamaları yönünde bir eğitim ve kültür politikamız zaten başından beri olmadı. Türkçeyi bile öğrenmeye gerek görmeyen, eğitim almayan, okul yüzü görmeyen, belli yerlerde yığılan milyonlarca insanla nasıl bir hayat yaşayacağımızı keşke anlatan bir yetkili olsa. Saldım çayıra Mevla’m kayıra anlayışıyla bakalım nerelere savrulacağız.