Yunanistan’ın Uzlaşmaz Tavrının Arka Plânı
Nuri GÜRGÜR
Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias’ın geçen haftaki Türkiye ziyareti, iki ülke arasında beş yıldır yapılmayan üst düzey görüşmelere yeniden başlanması açısından önemli bir adımdı. İki ülkenin dışişleri mensupları arasında bir süredir yapılmakta olan “istikşafi” (çözüm arayıcı) görüşmelerin bakanlar arasında devamı, ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Atina’da Yunanistan Başbakanı Miçotakis ile görüşmesi kararlaştırılmıştı. Böylelikle sorunlara tam olarak çözüm bulunmasa bile, giderek yoğunlaşan hatta, bir ara Doğu Akdeniz’de savaş gemileri arasında sıcak çatışma ihtimaline dönüşen gerilimin dondurulması bekleniyordu.
Dendias Ankara’da önce Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından kabul edildi, ardından heyetler arasında iki saatten fazla süren bir görüşme yapıldı. Yunan tarafı görüşmeden sonra yapılacak basın toplantısında tartışma yaratacak ve diyaloğu olumsuz etkileyecek bir dil kullanılmamasını, içeride yapılan konuşmaların basına yansıtılmamasını istedi ve bu hususta mutabık kalınarak basın toplantısına geçildi.
Ev sahibi olarak ilk konuşmayı yapan Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, bu mutabakata uyarak son derece dikkatli konuştu. Dendias ile eski yıllara dayalı dostlukları olduğunu belirterek ona ilk adıyla “Nikos” diyerek iltifat etti. İki ülke arasındaki sorunların diyalog kanallarının tekrar canlandırılarak çözülebileceğini, bunlara üçüncü taraf üzerinden çözüm aramanın doğru olmadığını, ticarî ve ekonomik ilişkilerin yoğunlaşmasının iki ülkenin de yararına olacağını ifade etti. Ancak Dendias, cevabî konuşmasında tam tersine, bu tarz diplomatik görüşmelerde çok ender görülen, kaba ve saygısız ifadelerle Türkiye’nin ülkesinin egemenlik haklarını ihlal ettiğini, Kıbrıs’ta uluslararası hukuk ve BM kararlarına uymadığını, bu tutumunu sürdürdüğü takdirde AB’nin hâlâ masada bulunan yaptırım kararlarını yürürlüğe koyacağını söyleyerek açıkça tehdide kalkıştı.
Çavuşoğlu bunun üzerine Dendias’a içeride kararlaştırılanın aksine konuştuğunu hatırlatarak “kabul edilemez” ithamlarda bulunduğunu söyledi; “bu gerginliği sürdürmek istiyorsanız sürdürebilirsiniz, biz de sürdürürüz. Yaşanan süreçte AB ülkelerinden fayda sağlayamayacağınızı görmüş olduk. Size silah satarlar, biz çözüm öneriyoruz” dedi; Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de haklarını ve Kıbrıs Türklerinin hukukunu korumakta devam edeceğini vurguladı. Yunanistan’ın AİHM’nin kararlarına rağmen Batı Trakya Türklerinin kimliklerini inkara devam ettiğini, sığınmacılara insanlık dışı muameleler yaptıklarını hatırlatarak Dendias’a hak ettiği cevabı vermiş oldu.
Yunanistan Dışişleri Bakanı’nın, diyalog sürecini üst düzeye taşımak maksadıyla, yakın bir zamanda önce mevkidaşı Çavuşoğlu’nun ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Yunanistan’a ziyaret programının önünü açması bekleniyordu. Dendias’ın bu beklentilere aykırı tarzda, diplomatik kuralları çiğneyerek sergilediği saygısız tavır elbette şahsî ve fevrî çıkışı olarak değerlendirilemez. Ankara’ya gelirken Başbakan Miçotakis ile birlikte hazırladıkları plânı, basının önünde sahneye koyarak hem kendi kamuoylarına hem de AB’ne mesaj iletmek istediler. Çünkü Türkiye’nin son aylarda dış politikasında değişikliklere yönelmesi, Avrupa Birliği ve Akdeniz’deki kıyıdaş ülkelerle ve bu arada Fransa ile ilişkilerinde yaşanan sorunları görüşerek çözümlemeye çalışmasıyla, Akdeniz havzasında Yunanistan’ın yararlandığı siyasal tabloyu değiştireceği açıkça görülüyor. Atina bundan dolayı tedirgindir; nitekim son bir ayda Mısır ve Libya yönetimleriyle art arda görüşmeler yaparak pozisyonunu kaybetmemeye çalışıyor.
Yunanistan bağımsızlığını kazandığı iki yüz yıldan bu yana Türklerle girdiği hiçbir savaşı kazanamadığı halde, Batılı ülkelerin desteğiyle topraklarını aleyhimize yedi misli genişletti; buralarda yaşayan Türk ve Müslümanlara baskı ve şiddet uygulayarak onları topraklarını terke mecbur etti. Kıbrıs’ta Türkiye’nin müdahalesi sonucu amacına ulaşamadı. Bunun Temel nedeninin 1959’da rahmetli Fatin Rüştü Zorlu’nun mimarlığını yaptığı Londra-Zürih Anlaşması’nın olduğunu bildiğinden, Türkiye ile baş başa masaya oturup kendi açısından benzer bir yanlışı yapmaktan kaçınıyor olmasıdır. Atina’nın son dönemdeki en büyük politik başarısı, Türkiye ile sorunlarını, Kıbrıs başta olmak üzere Avrupa Birliği meselesi haline getirmesi, yükü doğrudan Brüksel’in üzerine yıkmasıdır.
Aslında bu durum yeni değil; Batılılar milattan önceki kadim Grek medeniyetine duydukları sevgi ve saygı dolayısıyla Yunanistan’a sürekli destek verdiler, sınırsız kredi açtılar. 1919’da bizi Anadolu’dan tasfiye amacıyla üzerimize saldılar. Akdeniz’de denize döküp perişan ettiğimiz halde, Lozan’da bütün güçlerini kullanarak kıyılarımıza neredeyse bitişik Ege adalarının onlara verilmesini, savaş tazminatını ödememelerini sağladılar. Rumlar Kıbrıs’ta Annan Plânını reddeden taraf olduğu halde AB’ye alarak onları ödüllendirdiler. Böylelikle Ada’da makul ve adil bir çözüm sağlanmasının önünü tıkadılar.
Fanatik Yunan milliyetçiliğinin ve Pan-Helenist ütopyanın beslendiği ana damar Türk düşmanlığıdır. Bunu çekip aldığınız takdirde motivasyon kaynağı kuruyan duygusal dünyaları boşlukta kalır. Yunanistan’da görüş ve ideolojileri farklı olsa da tüm partiler ve siyasetçiler toplumun desteğini alabilmek için Türkiye karşıtlığı yapma, hatta bu hususta yarışma gereği duyarlar. Batılılar tarafından sürekli şımartıldıklarından hep üst perdeden konuşurlar. Türkiye’nin gücünü ve çaplarının ne olduğunu bildikleri halde, arkalarındaki desteğe güvendiklerinden Türkiye‘yi Antalya körfezine tıkarak bölgenin enerji yataklarına ve nakil hatlarına el koymaya çalışıyorlar.
Miçotakis-Dendias ikilisi basın toplantısında bir yandan kamuoylarına mesaj vererek toplumsal tabanlarını güçlendirmek, diğer yandan Brüksel’in yaptırım tehdidini gündemde tutarak Ankara’nın bölge ülkeleriyle başlattığı normalleşme ve iş birliği girişimlerinin önünü tıkamak istedi. Türkiye’nin uluslararası hukuktan kaynaklanan hak ve çıkarlarını koruyabilmesi için dış politikasında başlattığı rasyonel adımları sürdürmesi, bunları sosyal, kültürel ve ekonomik gerçeklere dayalı şekilde genişletmesi gerekiyor. Öncelikle son on beş yıldır omuzlamaya çalıştığımız “Müslüman Kardeşler” ve siyasi ümmetçilik özentilerinin ülkemize maliyetini artık görebilmeliyiz. İhvan hareketi bizim desteklerimize rağmen ne Suriye’de ne de Mısır’da iktidar olabildi. Tunus’ta Gannuşi daha basiretli davranarak diğer kesimlerle uzlaştığı için tasfiye olmadı. Mısır, Suudi Arabistan, BAE İhvan’ı terörist diye nitelendirirken, Hamas’ı güvenlik tehdidi sayarken, bizim meseleye hissî açıdan bakıp desteğimizi sürdürdüğümüz sürece bu ülkelerle sağlıklı bir ilişki kurmamız mümkün değildir. Kahire, stratejik önemi ortada olan Libya konusunda neden karşımızda, neden Atina ile Deniz Yetki Anlaşması yaptı? Bu ülkelerin bize karşı oluşlarının kaynağı bellidir ve bunun giderilmesi bizim tutumumuza bağlıdır, tabii normalleşmenin gerekli olduğuna gerçekten inanıyorsak.
Türkiye’nin, Yunanistan’ın uzlaşmamakta kararlı politikasına ve AB’nin geleneksel “taraflı” tutumuna karşı, elini güçlendirebilmesi için vakit geçirmeden bir yandan kıyıdaş ülkelerle, diğer yandan Arap ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmesi, karşılıklı ekonomik çıkar ekseninde anlaşmalar yapması gerekiyor. Bunu sağlayabildiğimiz ölçüde Avrupa’dan farklı sesler duyulmaya başlayacaktır. Çünkü Batılı ülkelerde Merkel gibi meselelere pragmatik açıdan bakabilen siyasetçiler de var. Türkiye’nin büyük nüfusundan, kültürel ve tarihî farklılığından, çeşitli problemleri bulunan Ortadoğu ülkeleriyle bitişik olmasından, hukuk ve demokrasi konularındaki noksanlıklarından ürkseler bile, ekonomik, askerî ve jeopolitik potansiyelinin farkındalar. Zaten aralarına almamakta kararlı olsalar da gücümüzün ve imkanlarımızın farkında olduklarından bize kapılarını kapamayı düşünmüyorlar. Bizim de Avrupa ile ilişkilerimizi sürdürme mecburiyetimiz var. Ticarî, ekonomik, teknolojik ve bilimsel ilişkilerimizin ağırlık merkezi orasıdır. Çevremizdeki ülkelerle ilişkilerini geliştirerek elini güçlendirecek olan Türkiye’nin, kırmızı çizgilerini savunması çok daha kolay olacaktır.