Çin tarafından bağımsızlığına son verilerek “Sinkiang” adıyla özerk bir bölgeye dönüştürülen Doğu Türkistan’da yaşanan baskı ve zulüm, son yıllarda sözde eğitim kampları adı altında milyonlarca Doğu Türkistan Türk’ünün eriterek yok etme (asimilasyon) ve beyin yıkama faaliyetlerine maruz kaldığı yeni bir aşamaya girdi. Aydınların, bilim adamı ve sanatçıların aşırılık suçlamasıyla hapislerde tutulduğu bu dönemde, sıradan Uygur veya diğer Türk unsurları ise kamplarda, Çin Komünist Partisinin evlerinde “misafir” olarak bulundurduğu kişilerin gözetiminde karanlık bir hayat yaşamaktadır. Çin Hükûmeti, ülke dışında eğitim gören gençleri geri çağırmış; dönenleri de hapse atmıştır. Türkiye Cumhuriyeti veya Kazakistan gibi başka devletlerin vatandaşı olan Doğu Türkistanlılar dahi akraba ziyareti için gittikleri Doğu Türkistan’da suçlu muamelesi görmekte ve ayrılmalarına izin verilmemektedir. Aileleriyle irtibat kuramadıkları için dertlerini yetkililere anlatmak üzere Ankara’ya geldiklerinde Türk Ocakları Genel Merkezi’nde ziyaretimize gelen grupta yer alan, T.C. vatandaşı Ömer Faruh; annesi, kardeşleri ve kızlarının sesini duymadığı için sosyal medyadan çocuklarının iadesi için feryat etmekte, o ve arkadaşlarının eylemleri karşısında Çin’in Türkiye’deki elçilik ve konsolosluğu sağır kalmaktadır. Ömer’in durumunda binlerce vatandaşımız var. Akademisyen T.C. vatandaşları bile Çin Hükûmeti tarafından terörist olarak yaftalanmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin dünyanın en büyük ekonomik gücü konumuna yükselen Çin ile ilişkilerini geliştirmesi olağandır. Doğu Türkistan Türklerinin kendi yurtlarında kendileri kalarak, yani dil, kültür ve inançlarını yaşayarak, yaşatarak hayatlarını idame ettirmesi, bu ilişkilerde kritik bir öneme sahiptir. Çin Hükûmeti, gerçekçi ve insani bir yaklaşımla bu meseleye eğilseydi aslında Çin ile Türk devletleri arasındaki ilişkilerin çok daha sağlıklı bir zeminde gelişmesine yardımcı olurdu. Ne yazık ki Çin Komünist Partisinin yöntem ve yaklaşımları, böyle iyiniyetli bir yaklaşımı hüsnükuruntu mesabesinde bırakmaktadır. O hâlde ne yapılmalı?
1990’lardan bugüne dünyada yaşananlar, dış siyasette tek veya çift kutupluluk döneminin geçerli olmadığını, devletlerarası ilişkilerde mesele temelli işbirliklerinin öne çıktığını göstermektedir. İki devlet, bir meselede müttefik iken bir başkasında rakip veya hatta hasım olabilmektedir. Türkiye hâlen NATO’da olmakla birlikte ABD, Yunanistan ve Fransa gibi devletlerle pek çok konuda tamamen zıt politikalar izlemekte, özellikle ABD, gerek içeride gerekse çevre coğrafyada Türkiye’nin üniter millî devlet yapısına kasteden oluşumlara aleni destek vermektedir. Buna rağmen Türk Hükûmeti ABD ile diğer bazı alanlarda işbirliği yapmaktadır. Yine mesela son dönemde yakın ilişkiler içinde olduğumuz Rusya Federasyonu’nun Kırım’ı ilhakına açıkça tavır koymakta, Suriye’de ise kâh işbirliği kâh rekabet içinde bulunmaktayız. Bu örnekler çoğaltılabilir. Çin ile ilişkilere bu açıdan baktığımızda da Doğu Türkistan meselesinde gerekli ve yeterli tepkileri göstermemizin zemini olduğu kanaatindeyiz. İkili ekonomik ilişkilerde Çin kârlıdır ve Kuşak-Yol Projesi de Çin’in küresel egemenlik mücadelesinde anahtar konumdadır. Türkiye’nin de bu çerçevede avantajları olabilir ama çıkarlar açısından bakıldığında asıl aktörün Çin olduğu meydandadır.
İşte böyle bir ortamda Türkiye Cumhuriyeti ile Çin Cumhuriyeti arasında 13 Mayıs 2017 tarihinde imzalanan “Suçluların İadesi Antlaşması”, ülkemizde tartışma konusudur ve Antlaşma’nın yakında TBMM tarafından imzalanması ihtimalinden söz edilmektedir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından 12 Nisan 2019 tarihinde, “onaylanması uygun bulunmak üzere” imzalanarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına gönderilmiş olan Antlaşma metni, TBMM Başkanı Mustafa Şentop tarafından 26 Nisan 2019 tarihinde imzalanmış ve 8 Mayıs’ta da ilgili komisyonlara sevk edilmiştir. Öte yandan 22 Aralık günü toplanan Çin Halk Cumhuriyeti Ulusal Halk Kongresi Daimi Komitesinin 24. Oturumunda bu Antlaşma oylanarak kabul edilmiş ve Antlaşma’nın Çin Parlamentosu tarafından onaylandığı 26 Aralık 2020 tarihinde duyurulmuştur.
Antlaşma’da yer alan bazı maddelerin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayıp Türkiye’de sığınmacı veya mülteci olarak yaşamakta olan Doğu Türkistanlıların çeşitli suçlamalarla Çin’e iade edilmesinin önünü açacağı konusunda yaygın endişeler vardır. Bu Antlaşma, iadesi mümkün olan suçlar, “zorunlu ve takdirî ret”, geçici tutuklama, hızlandırılmış iade vb. konularında hükümler içermektedir. İadesi mümkün suçlar ile ilgili 2. maddenin 1. fıkrasında; “a) İade talebinin bir ceza soruşturması veya kovuşturması yürütmek amacıyla yapılması hâlinde, suçun iki Tarafın kanunları uyarınca üst sınırı en az bir yıl süreli hapis cezası veya daha ağır bir cezayla cezalandırılabilir olması veya b) İade talebinin talep eden Taraf ülkesinde verilen bir cezanın infazını gerçekleştirmek amacını taşıması hâlinde, iade talebinde bulunulduğu sırada, iadesi istenilen kişi hakkında infazı gereken bakiye cezanın en az altı ay olması.” öngörülmektedir. Aynı maddenin 2. fıkrasında ise “İade amacıyla her iki Tarafın kanunlarının, iadeye konu suça aynı kategori altında yer verip vermemesi veya suçu aynı terimle tanımlayıp tanımlamaması önem arz etmez.” denilmektedir. Hukuk bilgisine güvendiğim, milletlerarası hukuk alanında uzman bir dostum, 2. maddedeki bu hükümlerin “Çin gibi bir rejim tarafından istismara son derecede açık olduğu” kanaatini taşıdığını belirtmiştir.
Antlaşma’da yer alan “zorunlu ve takdirî ret” nedenleri, elbette bir takım endişeleri giderecek mahiyettedir. Bu kapsamda, kişilere isnat edilen suçların siyasi suç olarak değerlendirilmesi veya bu kişilere sığınma hakkı tanınmış olması “zorunlu ret” sebebidir. Yine mesela talep edilen tarafın vatandaşı olanların iadesi kabul edilmemekte, “İadeye konu suça ilişkin talep eden Tarafta verilecek veya infaz edilecek cezanın talep edilen Tarafın temel hukuk ilkeleriyle bağdaşmaması ve talep eden tarafın, bu ilkelerin ihlal edilmeyeceğine dair talep edilen Tarafın yeterli bulacağı teminatlar sunamaması” da “zorunlu ret” nedenleri arasında bulunmaktadır.
Bu hükümler çerçevesinde endişeye mahal olmadığı görüşünde olanlar bulunmakla birlikte, Çin’in bu Antlaşma’yı kullanarak Türkiye’de yaşayan ve vatandaş statüsünü haiz bulunmayan Uygurların, çeşitli suçlamalarla iadelerini talep edeceği şüphesizdir.
Nitekim Doğu Türkistan konusunda uzman olan Doç. Dr. Ömer Kul’un sosyal medyada Çin’in “dwnews” web sitesinden aktardığı 24 Aralık 2020 tarihli yazıda, bu konudaki beklentilerin yanında Türk Hükûmeti’ne yönelik eleştirileri açıkça ortaya konulmaktadır. Özetle şunlar söyleniyor: “Şinciang’ın Bağımsızcıları T.C.nin korumasını kaybedebilir.” Türkiye Büyük Millet Meclisi bu Antlaşma’yı onaylarsa Türkiye’ye yasadışı olarak giden Çinli Uygurların bu ülkede kalmaya devam etmeleri zorlaşacaktır. Yazıda Türkiye’de her zaman Pan-Türkist düşüncenin etkili olduğundan dem vurulmakta ve “Şinciang’ta 1990’larda bölücüler daha şiddetli terörist saldırılara geçti. Türkiye ise (…) bu Pan-Türk ideolojisini destekleyerek Çin Hükûmeti’nin etnik politikasını bir tür siyasi zulüm diye kınadı.” denilmektedir. Devamında 2009 olaylarında o zaman Başbakan olan Erdoğan’ın Çin’i eleştirdiği ama daha sonra Türkiye’nin daha akla uygun bir siyaset izlemesiyle gergin ilişkilerin yumuşadığı belirtilmektedir. Yeni geçerli durumda (konjonktür) kovid salgını ve Türkiye’nin Çin aşısına muhtaç olmasının da bir etken olarak değerlendirildiği yazıda, iki ülke arasındaki “Suçluları İade Antlaşması”nın bu defa büyük bir ihtimalle imzalanacağı ve Türkiye’nin “Şinciang sığınmacılarının iade edilmesine engel teşkil eden yasal engelleri büyük ölçüde kaldıracağı” ifade edilmektedir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu mühim konuyu elbette etraflıca değerlendirecek ve Doğu Türkistanlı kardeşlerimizin mağduriyetlerine yol açabilecek mahzurları dikkate alarak bir karar verecektir. Bu konunun uluslararası hukuk çerçevesinde ve Çin’in insan hakları sicili dikkate alınarak karara bağlanması şarttır. Bilge Kağan’ın asırlar öncesinden Bengü Taşlara kazıdığı hitabını günümüz şartlarında yeniden iyi anlayıp değerlendirmemiz şarttır:
“Çin halkının sözleri tatlı, ipekli kumaşları da yumuşak imiş. Tatlı sözlerle, yumuşak ipekli kumaşlarla kandırıp uzaklarda yaşayan halkları öylece kendilerine yaklaştırırlar imiş. Bu halklar yaklaşıp yerleştikten sonra kötü niyetlerini düşünürler imiş. (…) Çinlilerin tatlı sözlerine ve yumuşak ipekli kumaşlarına aldanıp ey Türk budunu sen çok sayıda öldün!”
Unutulmamalıdır ki Türkiye, sadece bu ülkede doğanların değil aynı zamanda kendi öz yurtlarında zulme uğramış bütün mazlum ve mağdur Türklerin vatanıdır. Hiçbir kardeşimizin sudan bahanelerle baskıcı ve totaliter bir rejimin hüküm sürdüğü bir devlete iadesi kabul edilemez. Söz konusu Antlaşma’nın onaylanması hâlinde ortaya çıkacak uygulamaların vebali, hiç şüphesiz büyüktür ve Türk Devleti, yeni bir Boraltan faciası ihtimali karşısında son derecede dikkatli ve müteyakkız olmak zorundadır. Türk Ocakları olarak bizler, Batı Trakya’dan Kırım’a, öteki mazlum Türk yurtlarındaki kardeşlerimiz gibi her hâlükârda Doğu Türkistan Türklerinin maruz bırakıldıkları gayriinsani muamelelere karşı sesimizi yükseltmeye devam edeceğiz.