Paralel yapı, hukuk devleti, yolsuzluk tartışmaları arasında mahallî seçimleri gerçekleştiren Türkiye, seçimlerin hemen akabinde Cumhurbaşkanlığı seçimi odaklı yoğun bir tartışma gündemine geçti. Gerilim ve kutuplaşma siyasetinin kaçınılmaz hale geldiği/getirildiği bu süreçte temel değerlerimiz büyük bir tahribata uğradı. Anayasa tartışmaları sürecinde en çok tahrif edilen kavram Türklük, Türk millet kavramı olmuştu. 17 Aralık sürecinde ise hukuk devleti, adalet, dinî ve manevî değerler, onları temsil iddiasıyla siyaset yapan veya sosyal, kültürel alanlarda hizmet eden kesimler arasında cereyan eden şiddetli kavgalar neticesinde büyük yara aldı. Elbette Cenab-ı Allah’ın peygamberimiz aracılığıyla insanlığa tebliğ ettiği ve milletimizin büyük bir samimiyetle benimseyip özümsediği dinimiz, aslî değerleri ve ilkeleri itibariyle sapasağlam duruyor. Bizim kastettiğimiz halkın din algısında meydana gelen olumsuzluklar ve toplumda dinî değerlerin itibarsızlaştırılması için pusuda bekleyenlere verilen fırsattır.
Bu tartışmalar arasında 23 Nisan 2014 tarihinde Başbakanlık tarafından, 1915 yılında meydana gelen olaylar hakkında bir taziye mesajı yayınlandı. Diplomatik bir dille hazırlanan bu mesajda, sözkonusu olaylarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin torunlarına başsağlığı dilenmiştir. Bu mesajın muhtevası bir yana, 23 Nisan günü yayınlanmış olması haklı tepkilere yol açmıştır. Türk milletinin varlığına kasteden emperyalist güçlerle işbirliği içinde, Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devletini arkadan hançerleyen Taşnak ve Hınçak çetelerinin sebebiyet verdiği “tehcir”in örtük olarak mahkum edildiğ bu mesaj, Türk Ocakları tarafından önümüzdeki yıl, yani 1915 olaylarının 100. Yıldönümünde Türkiye’nin soykırım iftirasını açık ya da örtük bir biçimde tanıması için yapılan baskılar karşısında atılmış ve arkası gelme ihtimali yüksek bir adım olarak değerlendirilmiştir. Yaptığımız açıklamada bunu şu şekilde ortaya koyduk:
“Tarihte devletler arasında ebedî dostlukların ya da düşmanlıkların olmadığı apaçık bir hakikat olmakla birlikte, geçmişten geleceğe uzanan millî bir siyaseti olmayan devletlerin ayakta kalamayacağı da bir başka gerçektir.
Şurası açık ki, 23 Nisan açıklaması, önümüzdeki yıl, sözde soykırımdan dolayı Türk milletinin özür dilemesi, Türk devletinin soykırımı tanıması yolunda atılan bir adım olarak değerlendirilecektir. Türk milletini idare edenlerin bunu idrakten yoksun olduklarını düşünmek dahi istemiyoruz.”
Bugün bir taziye mesajı yayınlanmıştır. Türkiye’nin yakın tarihini bilenlerin, dikkatli dil ve üslubuna rağmen bu açıklamanın bir başlangıç olduğunu anlamaları hiç de zor değildir. Taziye, tarziyeye yani özür dilemeye, tarziye ise tazminat ve toprak taleplerine kapı aralayacaktır. Ermeni meselesinde II. Abdülhamid devrinden 1914’e uzanan gelişmelere bakıldığında yabancı baskılarının Ermenilerin yaşadığı doğu illerinde, yani Trabzon ile altı vilayyette (biri Trabzon-Erzurum-Sivas; diğeri Bitlis-Mamuretül-aziz-Van-Diyarbekir çevresinde; aslında bugünkü Samsun-Amasya-Tokat hattından doğuya ve güneye doğru olan illerimizin tamamında) iki yabancı genel müfettişin görevlendirilmesiyle sonuçlandığı, Birinci dünya savaşı başladığı için bu kişilerden biri görev yerine gitmişse de görevlerinin aslında başlamadan bittiği bilinmektedir.
Birinci Cihan harbi başlarında, henüz “tehcir” denilen sevk ve iskân kararı ortada yokken Van’da büyük bir isyan çıkartan ve Ruslarla işbirliği yaparak idareyi ele geçiren komitacılar büyük bir katliama yol açtılar. Bu olay ve 1915 gibi Çanakkale’de ve diğer pek çok cephede bir ölüm kalım savaşı verilirken ordunun arkadan hançerlenmesi yüzünden Türk milletinin ve Türk devletinin nefsi müdafaa tedbiri olarak alınan “sevk ve iskân” kararı sayesindedir ki bugün o doğu vilayetlerinde (Erzurum’dan Diyarbakır, Urfa’ya uzanan hat) ezan sesi duyuluyor, Türkmeni, Arabı, Kürdü, Zazasıyla bütün Türk vatandaşları hayatlarını idame ettiriyorlar. Aksini iddia edenler, bir zamanların Müslüman Türk kenti Revan’a (bugün Erivan) bakabilirler.
Birinci Cihan harbinde Türk millet bir varoluş mücadelesi vermiştir. Savaş şartları yüzünden hayatlarını kaybeden insanlar için kimse sevinç duymaz, elbette ki masum insanların hayatlarını kaybetmesi üzücüdür. Bu insanların etnik kökenine göre, dinine göre verilen tepkiler, Haçlı zihniyetinin yansımasıdır. Balkanlarda, Kafkaslarda, Anadolu’da ölen, öldürülen milyonlarca Müslüman Türk’ün acısına bugüne kadar “ortak acı” diyen başka bir devlet oldu mu? 1915-22 arasında Anadolu’da Ermeni çeteler tarafından katledildiği belgelerle sabit 518.000 Müslümanın torunlarına taziye mesajı yayınlayan oldu mu? Bugün Ortadoğu’da oluk oluk Müslüman kanı akmaktadır. Terörü, şiddeti ve vahşeti Müslümanlara yamayan “medenî” Batılıların gözyaşlarını biz mi göremiyoruz?
Türk devletini yönetenlerin, tabuları yıkıyoruz sloganının cazibesine kapılmadan aklıselim çizgisinde hareket etmeleri lazım. Surda gedik açtırmamak gerekir. Ermeni meselesi, basit bir taziye ve özür meselesi değildir, bir Türk-Ermeni çatışması da değildir; bu mesele dün, Türk milletinin bu topraklarda bin yıldır kesintisiz ve ortaksız süregelen egemenliğine yönelik bir tehdidin aracı olarak gündeme getirilmiştir. Türkiye’den Ermenistan ile ilişkileri düzeltmesini isteyenlerin öncelikle Ermenistan’ın işgal ettiği Azerbaycan topraklarından çekilmesini, Türkiye üzerindeki toprak iddialarından vaz geçmesini istemeleri gerekmez mi? Ama hayır! Onların derdi, tıpkı Kıbrıs’ta olduğu gibi hep Türk’ü tavize, diz çökmeye zorlamaktır. Onun içindir ki, Türk devleti bu baskılara asla aldırış etmemelidir.
Unutmamalıyız ki, bizden aslında Türk olduğumuz için, Müslüman olduğumuz için, Hıristiyanlığın ilk yayıldığı bu toprakları vatanlaştırıp Müslüman Türk yurdu yaptığımız için, İslâm’ı kimseyi zorlamadan Avrupa’nın göbeğine kadar yaydığımız için, Viyana kapılarını zorladığımız için, Roma’yı fethe kalktığımız için özür dilememiz isteniyor. Bizi yönetenlerin, Birinci Cihan Harbi sonrasında, Anadolu’nun ortasına, Türklüğün yeni Ergenekon’una sıkıştırılan bu aziz milletin bir daha asla cihanşumül bir iddianın sahibi olmasına izin vermemeye azimli küresel güçlerin –hâşâ-herşeye kadir olmadığını idrak etmeleri, Allah’ın izniyle Türk milletinin Türk dünyasının ve İslam âleminin bayraktarlığı görevini kimsenin engelleyemeyeceğine iman etmeleri şarttır.
Siyaset ve diplomasi çerçevesinde sarf edilecek sözler, yapılacak işler, asla bu milletin geleceğini ipotek altına alacak ima ve manalar taşımamalıdır. 2015’e bir kala bu meselenin tarihî gerçekleri ortaya çıkarma davası değil, siyasî bir mesele olduğu bilinciyle mücadelemizi sürdürmeliyiz. Hükümet başta olmak üzere devletimizi temsil eden organlar Türk milletinin şerefine halel getirecek, ecdadımızın ve şehitlerimizin ruhlarını incitecek bir adım atmamalıdır. Türk milletini ve devletini suçluluk psikolojisine sokacak açıklamalar yapılmamalıdır. Aziz dost Mustafa Çalık’ın da dediği gibi, “Köklü ve büyük milletler, ‘ağlayıp sızlama’yı pek beceremezler”. Bizim asaletimiz, vakarımız, acılarımızı içimize gömüşümüz bazılarınca doğru algılanmıyor. Büyük katliamlara, işkencelere maruz kalmış, “aziz-i vakt” (efendi) iken “âdanın zelil kıldı”ğı (düşmanın aşağıladığı) ecdadımızın yaşadıklarını feryad ü figan ile dillendirmeyi zül addettik.
Türklüğü ve İslamı bu topraklardan silmeye azimli Haçlı zihniyetinin propagandalarına Müslümanlık adına hoşgörüyle yaklaşanlar, tarihle yüzleşmekten bahsedenler ruz-ı mahşerde şehitlerimizle nasıl yüzleşecekler? Bizim medeniyetimiz bir hoşgörü ve adalet medeniyeti idi, evet… Diğer unsurlar gibi Ermeniler de bu çatı altında huzur içinde yaşadılar. Ama, asla bizim irademizle meydana gelmediği, Ermenileri kışkırtan emperyalist odakların yönlendirmesi ve onlarla işbirliği yapan çetelerin sebebiyet vermesiyle ortaya çıktığı sabit olan hadiseler yüzünden kimse Türk milleti adına özür dilememelidir. Türk Ocakları olarak bugün yayınlanan taziyenin yarına tarziyeye yani özür dilemeye, sonra da diğer Taşnak taleplerine gelmemesi için yetkilileri ikaz eden bir imza kampanyası başlattık. Orada da belirttiğimiz gibi; “Türk milleti şerefli bir tarihe sahiptir. Hiç kimseye verilecek bir hesabı, hiç kimseden dilenecek bir özrü yoktur.”