“Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden / Birçok seneler geçti, dönen yok seferinden”
dediği gibi ölmekle gerçekten yok mu oluyoruz? yoksa başka bir âleme mi doğuyoruz.
İnsan öldüğünde, veya başka bir deyişle ahirete doğduğunda, belirli ölçülerde hazırlanmış olan mezar dediğimiz bir çukura gömülür. Ziyaret edilen yer anlamına gelen mezar, Türkçede eş anlamlı olarak kabir, makber, medfen ve merkad olarak da kullanılır. Mezarların bir arada oldukları yere ise mezarlık, kabristan veya hazire denmektedir. Ölen kişi mezara konulduktan sonra baş ve ayak ucuna birer taş dikilir. Bu taşların baş ucunda olanına baştaşı veya baş şahidesi, ayak tarafında olanına da ayak taşı veya ayak şahidesi denmektedir. İslâm’da vefat eden kişinin mezarına taş kitabe ve ayaktaşı dikme geleneği yoktur. Bu gelenek İslâmiyet öncesi Türklerin Şamanizm inancından gelmektedir. Mezar ve mezarlık kültürü Türklerin İslamiyet öncesi dönemlerinde köklü bir geçmişe sahiptir. Altay dağları eteklerinde, Pazırık başta olmak üzere pek çok yerde kurgan bulunmuş. Gün ışığına göre yön verilen mezarın etrafı ve üzeri çam kütükleri ile kaplandıktan sonra, üzerine toprak serilip, en üste taşlar yığılıyor. Bu yığının üzerine de kişiyi temsil ettiğine inanılan “taş baba” adı verilen kaba insan heykelleri konuluyordu. Böyle özel olarak yapılmış mezara kurgan deniyor.
Yine Orta Asya’ya ait diğer bir başka mezartaşı ise Balballardır. Balbal, öldürülen düşmanları tasvir eden mezartaşlarıdır. Önceleri, ölen kişinin hayatta iken öldürdüğü düşmanları tasvir ederken sonraları kahramanlık nişanı olarak dikilmeye başlamış. Dolayısıyla İslam’ın kabulünden sonra bu gelenek devam etmiş. Ayak taşlarına kazınan simgeler, Türklerin tarih boyunca atalarına, ecdadına ve geçmişine gösterdiği saygının değişmez ifadesinin tezahürüdür.
Mezar taşları üzerinde oyma ve kabartma olarak işlenmiş motif ve şekillerin sembolik olarak anlamları vardır. Biz taşlardaki bu sembollere başlamadan önce, taş nasıl hazırlanır kimlerin emeği var, kısaca bundan bahsedelim. Güzel bir mezar taşının yapımında; şair, hattat, nakkaş ve mermer ustasının emeği vardır. Kişi vefat edince yakınları bir şaire gidip, onun hayat hikâyesine göre bir metin yazdırırlar. Bu bir Ayet-i kerime, Hadis-i şerif, şiir veya kişiye ait bilgiler olabilir. Sonra yazı alınır hattata gidilir. Hattat taşın ebadında bir kağıda bunları yazar. Yazı işi bitince nakkaşa gidilir. Nakkaş taşın şeklini belirler ve vefat eden kişinin sağlığında başına taktığı sarık, fes veya serpuşu, başlık olarak çizer. Ayak taşına da değişik kompozisyonlar veya süslemeleri çizer.
Nakkaştan sonra sıra mermer ustasınındır. Usta eline aldığı çekiç ve elmas uçlu çelik çubuğu büyük bir sabır ve maharetle, kalem gibi kullanarak istenildiği şekilde, taşı ortaya çıkarır. Burada en büyük emek mermer ustasınındır. Hattatın da nakkaşın da sanatkarlığı, ustanın hünerine bağlıdır. Hal böyle olunca da ortaya çıkan mezar taşı bir sanat eseri haline gelir. Bu sanat eseri taşların üzerindeki sembollere bakarak, bulunduğu bölgenin ekonomik, sosyal, sanat, kültür ve eğitim düzeyleri ortaya çıkarılabilir. Aynı zamanda taşın üzerindeki biçim, sembol ve yazılardan, kabirde yatan kişi hakkında kadın, erkek veya çocuk olduğu kolayca anlaşılabilir.
Erkek mezar taşlarının başlık kısımlarında genellikle sarık, fes ve kavuk bulunur. Osmanlıda 1828 yılından sonra giyilmeye başlanan fes, mezar taşlarında en fazla kullanılan başlık biçimidir. Fesler hangi padişaha ait ise kabirde yatan kişi de o padişah döneminde yaşamıştır. II.Mahmud döneminde giyilen feslere Mahmudî, Abdülaziz döneminde giyilenlere Azizî, II.Abdülhamid döneminde giyilenlere Hamidî fes adı verilmiştir. Yine erkek baştaşlarında; tarikatlara göre değişiklik gösteren sarıklara da tâc denilmekte ve nakşî, bayramî, melâmî, kâdirî, mevlevi, gülşenî tacı gibi isimler verilmektedir. Kadın mezar baş taşlarının dikkat çeken yönü ise; baş kısmının çiçeklerle süslü olması. Ayrıca takı olarak kullanılan taç, kolye, küpe ve gerdanlıkları sembolize eden şekiller bulunması.
Ayak şahidelerindeki sembollerde kadın erkek ayırımı genelde yoktur. Çok özel mezarlarda belki görülebilir. Ayak taşlarında; gül, lâle, servi, hayat ağacı, meyveli ağaç, asma, hurma, çiçek gibi meyve ve bitki motiflerinin yanı sıra ejder, kandil, şamdan, kılıç, mühr-ü Süleyman gibi birçok motif ve geometrik şekiller de kullanılır. Bunların her birinin değişik anlam ve manaları vardır.
Kılıç motifi, erkek mezar taşlarında kullanılır ve kabir sahibinin asker olduğunu simgeler.
Halk arasında genelde “selvi” denilen Servi ağacı, ölüm ve faniliğin sembolüdür. Ruhun Allah katına yükselişini temsil eder. Yaz-kış yeşil kalan ve özel bir kokusu olan servi, dik duruşu ile vahdeti, yani “Bir”i temsil eder. Allah lâfzının ilk harfi olan Elif’e de benzetilen servinin rüzgârda sallanırken çıkardığı “HÛ” sesiyle Allah’ı zikrettiğine inanılır. Yine halk arasında; her “HÛ” dediğinde kabir sahibinin bir günahının bağışlandığına, kabir başındaki servi kuruduğunda kişinin günahının kalmadığına inanılır. Uç kısmının bükük olması, yaratanın karşısında boynu bükük kalmayı, insanın acziyetini ifade eder. Boynu bükük servi, kaybedilenin ardından boynu bükük kalmayı ve sabretmek gerektiğini de hatırlatır. Bütün bunların yanında Servi ağacının oldukça önemli bir özelliği de: Ceset kokusunu absorbe edip yani emip ve dışarı vermemesi. Ecdadımız bunu keşfetmiş olmalı ki, bütün kabristanlara servi ağacı dikmiş.
Haşhaş bitkisi ve çam kozalakları” ebedî uykuyu ve cenneti temsil eder.
Meyve ölümsüzlük sembolüdür. Müslüman için hayatın meyvesi cennettir. Bu sebeple meyve, sembol olarak Allah’a dönüşü ifade eder. Zira meyve geleceğin tohumunu içinde taşır, çünkü o özdür.
Hurma motifi, kabir sahibinin “hacı” olduğunu simgeler.
Gül motifiilahi güzelliği ve aşkı sembolize eder. Hz. Muhammed’in (sav) remzi olmasından kaynaklanmaktadır. Sarıklarda, kavuklarda ve diğer başlıklarda bu motife sıkça rastlanır. Kırık gül dalı motifi, gelinlik çağında vefat eden kızların mezar taşlarında kullanılır.
Lâle motifi, Allah’ı sembolize eder. Zira Allah ismindeki harfler ile lâle kelimesinin yazılışındaki harflerin ebcet hesabına göre sayı değerleri aynıdır.
Ters Lâle gelinlik çağında ölen genç kızların mezar taşlarına işlenir. Ters lâle, Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da baharda açan, çiçekleri aşağıya bakan bir bitkidir. Hıristiyanlarca da kutsal sayılan bu çiçeğin, Hz. İsa (as) çarmıha gerildiğinde, Hz. Meryem’in döktüğü gözyaşlarıyla yetiştiğine inanılır.
Kandil motifi, ölünün yolunu aydınlatıcı bir mana ile yüklüdür. Mezarda yatan kişinin kabrini aydınlattığına, onu karanlıklardan yani bilinmeyen tehlike ve felaketlerden koruyacağına inanılır.
Mühr-i Süleyman motifi; bolluk, bereket ve güç sembolü olarak kullanılır. İç içe geçmiş iki üçgenden oluşan altıgen yıldız şeklindeki motifin, Süleyman Peygamber’in yüzüğündeki şekil olduğu söylenir. Mühür olarak da kullanılan yüzüğün üzerinde ism-i âzâm’ın yazılı olduğu rivayet edilir. Burada yeri gelmişken çok önemli bir konu üzerinde durmak istiyorum. Malûmdur ki İsrail Devleti’nin bayrağında da bu simge var. Süleyman (as) peygamberin soyundan geliyoruz diye bunu simge olarak almışlar. Bu sembolün bulunduğu cami, medrese, kale, hamam gibi tarihi mekânlar gerek mezar taşları, kırılıp dökülmektedir. Bunu yahudi bir usta yapmış, inancını da buraya resmetmiş gibi çok cahilane çok bilgisizce bir anlayışın sonucu pek çok tarihi eserin zarar gördüğüne bu satırların sahibi gibi pek çoğumuz şahit olmuşuzdur. Süleyman a.s, hem sultan hem peygamberdi. Büyük bir gücü vardı. Hayvanların, kuşların, rüzgârın dilinden anlar onlarla konuşurdu. Bu sebeple olsa gerek, ecdâdımız; kişinin veya devletin gücünü sembolize etmek için gerekli gördüğü yere Mühr-i Süleyman motifini işlemiş. Mesele bundan ibarettir. Yoksa ne yahudi ustayla ne de yahudilikle hiçbir alâkası yoktur.
Sümbül motifi, Halvetiyye ve Sümbüllüye tarikatının sembolü olarak kullanılır.
Yasemin çiçeği, kadın mezar taşlarında kullanılır. Hz. Fatıma’nın (R.A) sembolüdür.
Mezar taşları üzerindeki simge ve semboller sadece bu kadar değil. Yörelere, inanışlara göre çok çeşitleri vardır. Bugün bizlerin yanlarından geçerken sadece “bakıp geçtiğimiz” mezar taşları, kültür ve medeniyetimizin tapu kayıtlarıdır ve gözlerden uzak tutulmaması gerekir.