Kökleri Aydınlanma Felsefesi’ne kadar inen Batı tipi modernleşme süreci ve bununla bazen atbaşı, bazen yan yana, bazen de önlü arkalı ilerleyen ticaret ve sanayi kapitalizminin ortaya çıkardığı yeni yapı ve süreçler; sadece Batı dışı toplumlarda değil, bizatihi Batı toplumunun kendi içinde de, zincirleme denilebilecek bir dizi reaksiyonu tetiklemişti. Bu süreçle birlikte geleneksel imparatorlukların sonuncusu olan Osmanlı devlet ve toplum hayatında meydana gelen tereddüt ve arayışları, Batı’da meydana gelen gelişmelerden habersiz olunmasından ziyade, bütün bir yapıyı temelinden sarsan “medeniyet krizinin” yarattığı şokla açıklamak daha uygun olabilir.
Devlet ve toplum hayatının bütün kademelerinde doğal mecrasındaki gelişim süreci kesintiye uğratılmış bir bünyenin karşı karşıya kaldığı bir imtihan devresinde, her ıslahat teşebbüsü yeni bir kriz hâlinde kendini hissettirirken, en büyük darbeyi “devam” ve “bütünlük” fikri almıştı. İktisadî zihniyette yaşanan gelgitlerin temel sebebi de, mahiyet olarak birbirinden tamamen farklı iki farklı yapı –gelenek ve modernlik- arasında bir ahenk kurmaya çalışan Tanzimat ricalinin zihnî açmazlarının doğal bir sonucu olarak değerlendirilebilir.
Binlerce yıllık merkezî bir devlet geleneğinden gelen ananevî bir yapının, ortaya çıkma şartları kendisinden tamamen farklı sınıflı ve sivil bir yapıya evirilmekle ancak başarılabilecek çok radikal bir dönüşümü gerçekleştirmesi, tabiatıyla kolay değildi. Bir anlamda iktisadî davranışın perde arkası olan zihniyet dediğimiz hadise, tek bir sebebe irca edilemeyecek “çok sebepli” karşılıklı bir ilişkiler ağının tezahürü olarak kendini gösterir. Türk modernleşme sürecinin bu kritik safhasında “iktisadî zihniyete” dair ara durakların tespiti, aralarındaki geçiş, duraklama ve tereddütlerin mahiyet ve derecesiyle bunları yönlendiren dip dalgalarına ait haritanın çıkartılması, her şeyden önce “gelenek” ve “modernite” arasındaki temel karakteristiklerin belirlenmesiyle mümkün olabilir.
Bir tereddüt devri olarak nitelendirilebilecek Tanzimat döneminde, kendini “devlet” yerine koyan merkezî bürokrasinin, II. Abdülhamit’in temsil ettiği “devlet dışı” modernleşme çizgisinden farklı bir çizgiyi, “devlet üzerinden” modernleşme teşebbüsünü, iktisadî sahada olduğu kadar hayatın bütün safhalarında gerçekleştirme gayreti, bu devrin hâkim karakteristiğidir. Aynı çizgi II. Meşrutiyet ve İnkılâpçı nesillerin de tipik davranış tarzıdır. Bu çatallanmada birini “resmî” diyebileceğimiz devletçi bürokrasi, diğerini ise “sivil” diyebileceğimiz geniş halk yığınlarının oluşturduğu ana gerilim hattı, o günden bugüne, bütün devirlere damgasını vurmuştur.
Bugün “devlet dışı” alanda gerçekleştirilen Türk modernleşme teşebbüsü, ironik biçimde muhafazakâr kesimler tarafından gerçekleştiriliyor. Tanzimat’tan bugüne devlet üzerinden Türk modernleşmesinin en ateşli savunucuları ise, bugün itibarıyla bu çizginin en keskin muhalifleri hâline gelmiş bulunuyor.
Bu iki çizginin ekonomik davranış biçimlerine hayat veren sâikleri, iktisadî zihniyetin ana karakteristikleri olarak belirtilebilir. Bizim burada yapmaya çalıştığımız şey ise, girilen bu süreçleri olumlamak ya da olumsuzlamaktan ziyade, sadece bir “anlama” gayreti olduğunu belirtmemiz gerekir.” dedi.