Bir besmele ile 2012-2013 faaliyet dönemine Perşembe sohbetlerine başlamış oluyoruz.Cenab-ı Allah aziz milletimizin bekası için ocağımız için hayırlara vesile kılsın.Ümit edilir ki burada konuşulan her kelime milli kültüre gelecek de oluşturacağımız mirasa katkıda bulunur.Ümit ederim ki evlatlarımız bunlardan gerektiği gibi istifade ederler.Özellikle genç evlatlarımız buradaki dinledikleriyle erdemli insan olmanın yollarını ararlar.Genç evlatlarımız gelecekte bu milletin bekasında önemli işler yapmaya hazır olmalıdırlar.Kendilerini hazırlamalı kendilerini yetiştirmelidirler ve kendilerini sıradanlıkdan çıkartıp farklı bir hale getirmelidirler.Büyük düşünen büyük rüyaları olan ve o istikamette kendini hazırlayan gelecek için kendini tanzim etmeye çalışan insanlar olmalıdırlar.Ümit edilir ki yavrularımız evlatlarımız burada yapılan sohbetlerden feyz alarak bu kutlu ocağın çatısı altında yapılan hizmetlerden gerektiği gibi istifade ederler. Bu düşüncelerle yeni dönemimizin hayırlı uğurlu olmasını milletimizin geleceği için hayırlı güzel gelişmelere vesile olmasını temenni ediyoruz.’dedi.

Ocak başkanımız daha sonra birkaç gün önce kaybettiğimiz değerli büyüğümüz,dostumuz Tekin ÇOLPAN’ı hayırla yad ederek sözlerine devam etti.’Tekin Çolpan’ın çok farklı çok değişik bir insandı.Anlaşılması çok zor ama anlaşıldığında çok sevilen bir insandı.Çok kaygılı bir insandı.Çok muzdarip bir insandı.Milletimizin derdi onun derdiydi.Milletimizin bütün kaygıları onun kaygılarıydı.Milletimizin olduğu her yerde o vardı, fikrini beyan ederdi,düşünürdü yapabileceği bir şey varsa da onları yapmanın gayreti ve çabası içinde olurdu.Tekin Çolpan arkadaşımızı ,dostumuzu,büyüğümüzü Cenab-ı Hak kabrini gülizar etsin,kabrini cennet bahçelerinden bir bahçe yapsın.Cenab-ı Allah onu cenneti ile müşerref kılsın.’diyerek sözlerini son verdi.

Daha sonra Osmangazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekan Yardımcısı Doç Dr. Cemil Yücel sohbete başladı.Sayın Cemil konuşmasında özetle şunlardan bahsetti;

EĞİTİM SİSTEMİMİZDE NELER OLUYOR ?

‘Eğitim sistemimizin bir istikamet ve gaye problemi vardır. Eğitim sisteminin bir ruhu yoktur. Kime ve neye hizmet ettiği, ne için var olduğu zihinsel dünyamızda hiç yerini bulmamıştır. Mevcut eğitim şartları içinde yaşadığımız coğrafyanın ve kültürün birer sonucu da değildir. Yani bizim insanımızın hayat biçimi ve yaşama şartlarına bir cevap olarak oluşmuş bir eğitim yapısı da yoktur ortada. Nereden ve ne için icap ettiği belli olmayan bir mekanizma kurulmuş ve insanlar bu mekanizmanın içinde rutin tepkilerle yıllarını harcamaktadır. Eğitimde olup bitenlere bir anlam arayışı mesaisine bile gerek duymayan bir toplumla karşı karşıyayız. Okulun neden var olduğu, çocuğun ne için okula gönderildiği, devletin vazifeleri gibi konular tartışma konusu bile değildir.

“Her hükümet döneminde eğitim sisteminde sil baştan değişiklik yapıldığına” ilişkin şikâyetler çok sık dillendirilse de, bunun aslı ne yaptığını bilmemenin tezahüründen ibarettir. Çoğu zaman değişiklik zannedilen uygulamalar eğitimin özüyle alakalı değildir. Her değişiklik yeni bir problem de yaratmaz bu anlamda, çünkü eğitimin bir felsefesi yoktur. Sızlanmaların altında yatan ise rutinlerimizi değiştirirken yeni düzenlemeleri yapmadaki zorlanmalardır. Sonuçta yeni diye ifade edilen uygulamalar bir eğitim davasına hizmet etmez.

İyi bir eğitimin içeriği ve işleyişinin neler olabileceğinin listelenmesi istense, bunların hemen her birinin bizim sistemimizde ihlal edildiği ortaya çıkacaktır. Böyle bir liste çıkarmak ve bunun icabını yapmak aklımızın ucundan bile geçmemesi çok ilginç değil midir?

Aslında bugün tüm dünyadaki okul işleyişinin köklerinde kilise bulunur. Sanayi devrimiyle birlikte fabrika anlayışındaki işçi işveren anlayışı bu kilise işleyişi ile yoğrulmuş ve bugün yaşadığımız okul anlayışı doğmuştur. Çağlar geçmiş, toplumlar farklılaşmış ancak okul hala o dönemlerin anlayışıyla işletilmeye devam etmektedir. Bizim ülkemizde de 60 yaşındaki bir insan bugün bir ilkokula gittiğinde hiçte yabancılık çekmeyeceği bir işleyişi tecrübe edebilmektedir. Dede ile torunun kuşak çatışması yaşamayacağı belki de nadir ortamlardan biridir sınıflar. Öğretmenimizin öğretmeninin öğretmeni dersleri nasıl anlatıyorsa aynı şekilde anlatmaya devam ediyor öğretmenlerimiz. Ülkemizde çok uzun yıllar boyunca Ayşe’ler hep ip atlamış, Ali’ler de top tutup durmuşlardır.

Eğitim özü yerine, servis ayarlama, iyi sınıfa kaydettirme, uygun fiyata dershane bulma, çok test sorusu çözdürme eğitim konuları olmuştur ailelerin. Çocuklarımız için iyi adam olsunlar, sorumluluk sahibi olsular, öz güvenlerini geliştirsinler, estetik değerleri olsun, ahlaklı davransınlar diye endişe duymaya dahi imkan vermeyen bir mekanizma kuruldu. Bu ancak azılı bir dış gücün hayallerini süsleyebilecekken, bunu okullarımıza biz yerleştirdik. Toplumda doktor, mühendis, avukat, öğretmen, polis, dışında birde herhangi bir devlet memurluğu dışında eğitim çıktısı düşünülemez hale gelmiştir. Koskoca devletin on binlerce okulu, yüz binlerce öğretmeni milletin evlatlarını sıralayıp eleme üzerine inşa edilmiş bir anlayışa hizmet etti. Tüm kaynaklar sınırlı sayıdaki üç beş üniversite sırasına oturtulacak kişileri tespit etmeden öteye geçmeyen bir canavarı desteklemek için kullanıldı.

Milyonlarca çocuk timsahlarla dolu bir nehire benzeyen eleme sıralama sınavlarına sürüldü, sadece karşı kıyıya geçecek 10 15 bin çocuğun kim olduğunu görmek için. Geri kalan milyonlarca çocuğun timsahların dişlerinde boğulup parçalandığını seyre dalıp, “ adil bir yarıştı, geçenlerin başarılılar olduğu tartışılamaz” diyerek avunduk. Kimse çocukların aynı nehire sürülmemesi gerektiği, nehrin timsahlardan arındırılması lüzumunu hissetmedi. Hatta çocukların sürü olmadığı ve bir yere sürmenin yanlışlığı da konuşulmadı. Garip olan sürüye çocuğunu katmak istemeyen de çıkmadı. Zaten isteseler buna izin verilemezdi. Sürünün çobanı sorgulanamazdı. Bu günlerde ortaya çıkan değişiklikleri bu nehiri kurutmak, sürüyü çobandan kurtarmak, timsahları çocuklardan uzaklaştırmak için yorumlamalıyız.

Bu noktada en önemli soru: “Çocuğun Kime Ait Olduğu” sorusudur. Biz her şeyden önce bu soruya bir cevap aramalıyız. Çocuk aileye mi, devlete mi yoksa kendisine mi aittir. Devletin ailenin ve çocuğun hakları arasında nasıl bir denge kurulacağı kararlaştırılmalıdır.

Toplum olarak eğitimin amacının ne olduğunu, çocuklarımızın sağlığı ve mutluluğunun nasıl sağlanacağını, devleti ve coğrafyasıyla barışık neslin nasıl yetiştirileceğini konuşmaya başlamazsak hiçbir reform derdimize çare olmayacaktır. Bunları konuşup hangi mekanizmaların bunu yok ettiğini görüp yeni bir sistem oluşturmaya yönelmeliyiz.

Eğitim sistemimizde neler oluyor? Neler olması gerektiğini konuşmadığımızdan olanlar olup gidecek. Biz yine timsahların başkalarının çocuklarını boğmasını ummaya devam edeceğiz. Kendi çocuğumuz için istediğimizi başkalarının çocukları içinde isteme zamanı gelmelidir.

Çocukların daha erken yaşlarda okullaşması, orta okulda seçeneklerin artırılması, lise çeşitliliği yerine program çeşitliliğine gidilmesi, daha kaliteli bir öğretmen yetiştirme arayışları, SBS’nin kaldırılması, dershanelerin kapatılma gerekçelerinin yaratılması, üniversite sayı ve kalitesinin artırılması gibi değişiklikler aslında daha fazla fırsatın ve alternatifin çocuklara sunulması anlamında ise olumlu gelişmelerdir. Bu gelişmelerin altında yatan anlayış henüz halka anlatılamamıştır. İnsanlarınızın kendileri için uygun alternatif okul imkânlarını çeşitlendirecek politikalara geçilmesi gerekmektedir. Gerekirse devlet hizmet satın alma yoluyla ailelerin kendi seçecekleri özel okullardan yararlanması yolu da açılmalıdır.’dedi.


Sayın Yücelin konuşmasından sonra sohbete soru cevaplar ve çay ikramı ile devam edildi.Bu konularla ilgili Milli Eğitim Bakanlığına danışmanlık yapan Osmangazi Eğitim Fakültesi Dekanı Prof.Dr.Selahattin Turan’ın da fikirleri ile katkı sağlaması ve sorulara verdiği cevaplarla sohbete ayrı bir değer kazandırdı.Samimi bir havada gerçekleşen sohbetten sonra diğer hafta yapılacak Perşembe sohbetinde buluşmak ümidi ile program son buldu.