Bırakalım Roma’nın ikiye bölünüşünü veya Batı Roma’nın yıkılışını, Roma İmparatorluğu’nun varlığından bir Çinlinin, bir Hindistanlının, bir Tuva Türk’ünün haberi var mıydı? Diğer çağların başlayış ve bitişleri de aynı şekildedir. Yani Avrupalılar kendileri için önemli olan olaylarla çağları sona erdirip başlatıyor ve bunu bütün insanlığa mal ediyorlar. Böylece insanlığın hafızasını teslim alıyorlar. Bir milletin geçmişi teslim alındı mı, geleceği de istenildiği gibi şekillendirilir. Bunun en güzel örneği rahmetli Cengiz Aytmatov’un ‘Mankurt’ tiplemesidir.
İddia ediyorum ki bir Hotontolu kadar tarihimizi bilmiyoruz. Bu şartlarda bilmemiz de zor görünüyor. İlim yapmak için bazı temel eserlere ihtiyacımız var. Bizde bu kitaplara güvenmek mümkün değil. Mesela 1904 yılında Yemen’de büyük bir isyan çıktı. Oradaki kuvvetlerimiz isyanı bastıramayınca, Müşir Ahmet Fevzi Paşa’nın komutasında ordu gönderildi. En muteber ansiklopedide, gönderilen ordunun kumandanının Mareşal Ahmet Fevzi Çakmak olduğu belirtiliyor. Fevzi Çakmak’ın mareşal olması Sakarya Savaşı’ndan sonradır. Yemen’de isyanı bastıran Tatar Ahmet Fevzi Paşa’dır. Çakmak’ın adı da Ahmet Fevzi değil, Mustafa Fevzi’dir. Bu kadar basit konularda hata bulunan temel kitapları asıl alarak tarihimizi nasıl yazacağız?
Bir tarihçinin televizyonda yaptığı programda geçen gün söz Baltacı Mehmet Paşa’ya geldi; “Baltacı, sarayda odun yaran adama verilen unvandır.” dedi. Osmanlı’yı kurtarmak için de “Bugün Amerika Birleşik Devletleri’nde de liyakat asıldır. Hayatın neresinden başlanırsa başlansın, yeteneği onu en yüksek mevkilere götürebilir.” diye ilave etti. Devlet hayatında ‘Baltacı’, odun yaran adam değildir; saray muhafızıdır. Baltacılık mevkiinde bulunup da, ‘Baltacı’ lakabını taşımamakla beraber Nasuh Paşa gibi pek çok sadrazam buradan gelmiştir.
Tarihimizle ilgilenenler Açinaoğulları hanedanının önemini bilirler. Bugünkü Macaristan’ı merkez alarak Turani kavimlerin kurduğu devlete ilk defa ‘Türkiye’ adı verildi. (873) Bu devleti kuranlar Kıpçaklar, Peçenekler, Uzlar, Kürtlerdi. Buraya gelen Turani kavimlerin önünde güçlü devlet, yani dönemin Bizans’ına benzer kuvvet yoktu. Diğer bölgelerde kurulan güçlü devletlerimiz de uzun ömürlü olamadı. Hunlardan başlayıp Osmanlı’nın sonuna kadar uzanan çizgideki devletler uzun ömürlü oldu; çünkü bunların başında milletin tüm boylarının güvendiği Açinaoğulları vardı. Devlet başkanlarının doğup büyüdüğü yer haremdi. Milletimizin temel direğini sarsmak için hareme dair akla hayale gelmez yalanlar uyduruldu.
Bizi tarihimizden soğutmaya, ecdadımızdan koparmaya dair uydurulan bu yalanlara karşı mücadele veren aydınlarımızdan biri de sayın Can Alpgüvenç’tir. Son günlerde Kaynak Yayınevi’nde ‘Hayırda Yarışan Hanım Sultanlar’ adında kitabı yayınlandı. Harem konusuna da değindiği bu eserinde vakıf kurup halka hizmet eden padişah analarını, kızlarını güzel bir üslupla, tarihî gerçeklere uygun olarak anlatmaktadır. Tabhanelerden, kervansaraylardan, imarethanelerden, darüşşifalardan uzun uzun bahsetmektedir. Eserinde bilhassa tabhaneler dikkat çekiyor. Darüşşifalarda yani hastanelerde tedavi edilenler, sağlıklarına kavuştukları halde cemiyete karışacak derecede enerjileri yoksa buralarda bakılırlardı. Bugün bile sosyal yönüyle iftihar eden hiçbir devlette böyle bir kurum olduğunu sanmıyorum.
Osmanlı medeniyeti merhamete dayanırdı. Söz konusu merhamet sadece insanlara gösterilmezdi. Kanadı kırık leylekler için vakıflar vardı. Nalsız eşek kullanmak yasaktı. Buzağının içeceği sütü inekte bırakmayan uyarılırdı, uyarıya rağmen yine bırakmazsa, ineğe sahip olmak hakkı elinden alınırdı.
‘Hayırda Yarışan Hanım Sultanlar’ ciddi bir boşluğu dolduran emek ürünü bir eser. Milletçe Can Alpgüvenç gibi muzdarip aydınlara çok ihtiyacımız bulunmaktadır. Ancak onların sayesinde emperyalistlerin zihnimize attıkları pençeden kurtulacağız.