Mekke’de bundan sekiz sene önce bir tarih ve kültür cinayeti yaşanmış, buldozerler kutsal topraklarda kalan en önemli Türk eserlerinden birini, Ecyad Kalesi’ni yerle bir etmişler ve kalenin yerine gökdelenler dikmişlerdi. Mekke’de sadece duvarlarıyla hâlâ ayakta kalmakta direnen Osmanlı kışlası da şimdi Ecyad’ın âkıbetine uğrayacağı günü bekliyor. Çok yakında yıktırılacak olan kışlanın yerinde bir otel yahut otopark inşa edilecek.

…………………………………………

MEKKE’de bundan sekiz sene önce meydana gelen bir tarih cinayetinin benzeri, çok yakında yaşanacak. Sultan Abdülhamid tarafından Kâbe’nin birkaç yüz metre ilerisinde yaptırılmış olan ve bugün harap halde bulunan Türk kışlası, Suudi yönetiminin kararıyla 2002 Ocağında yıktırılan Ecyad Kalesi gibi ortadan kaldırılıp otopark veya otel haline getirilecek.
Arabistan’daki Türk hâkimiyetinin son döneminde kışla olarak kullanılan bina, 1890’lı yıllarda İkinci Abdülhamid tarafından fakir hacılara mahsus bir misafirhane olarak inşa ettirilmişti. İnşaat, Abdülhamid’in Mekke’nin baştan aşağı elden geçirilmesini, eskiyen altyapısının yenilenmesini ve Kâbe’nin sellerden korunması için yeni su yolları inşa edilmesini içerisine alan bir projenin parçasıydı.
Misafirhane, birkaç yüz hacıyı barındıracak şekilde yapılmıştı. Abdülhamid’in iktidarı boyunca dünyanın dört bir tarafından Mekke’ye giden fakir hacılar bu binada para vermeden kaldılar ve yemek masrafları da, hükümdarın bu iş için ayırdığı ödenekten karşılandı.
Binanın hemen yanıbaşında bir mescid ve bir de karakol vardı.
1908’de İkinci Meşrutiyet’in ilânı, bir yıl sonra Sultan Abdülhamid’in tahtından indirilmesi ve Mekke’nin bazı isyancı kabileler tarafından tehdit edilmesi üzerine, misafirhane kışla haline getirildi. Bazı birliklerimiz Birinci Dünya Savaşı’nın ortalarına kadar burada kaldılar ve Şerif Hüseyin’in başlattığı isyanın başarıya ulaşması üzerine, diğer müstahkem mevkilerle beraber kışlayı da terkettik.
Türk birliklerinin Mekke’den çekilmeleri sırasında hüznün yanısıra büyük acılar da yaşandı:
Mekke Şerifi Hüseyin, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı başlattığı isyanı, Türkler’i hedef alan cihad fetvasını yayınlamasından önce, 1916’nın 10 Haziran sabahının erken saatlerinde tabanca ile duyurdu: İsyanını, Mekke’deki konağının penceresinden dışarıya bir el ateş ederek ilân etti.
Konağın etrafı bir anda 5 bin kadar isyancı ile doldu ve gelenler Mekke’deki Türk karakollarına ateş etmeye başladılar.
Kışlalardaki askerlerimiz henüz uyanmamışlardı.
Mekke’deki Türk birliklerinin olup bitenlerden habersiz bulunan kumandanı, karargâhından telefonla Şerif Hüseyin’in konağını aradı; isyanı bizzat ayaklanmanın liderinden öğrendi ve Şerif Hüseyin, Türk askerlerinin derhal teslim olmalarını istedi.
Kumandanın isteği reddetmesi üzerine yoğun bir çatışma başladı.
Ertesi gün Kâbe’nin hemen yanıbaşındaki Safa mevkiinde bulunan Başkarakol, isyancı Beni Haşim kabilesinin eline geçti. Ertesi gün Hamidiye’deki valilik binası işgal edildi, vali muavini karakollardaki askerlerden teslim olmalarını istedi ama subaylar yine reddettiler.
Mekke’deki çatışmalar tam 24 gün boyunca devam etti. İsyana karşı direnişin sürdüğü Cirval Kışlası’nın da 4 Temmuz 1916 günü Şerif Hüseyin’in birliklerinin eline geçmesi üzerine, Mekke’de 399 senelik Türk hâkimiyeti sona erdi.
Çok yakında yıktırılması ve yerine bir otelin yahut bir otoparkın inşa edilmesi beklenen kışla binası, Mekke’deki savunmamızın bugüne kadar ayakta kalabilen tek ve son sembolüdür.
Bugün bu sayfada gördüğünüz fotoğraflar, Mekke’de geçen hafta çekildi ve bana bir dostum tarafından ulaştırıldı.
Dışarıdan bakıldığında sağlam gibi görünen binanın içi tam bir harabe hâlinde, bazı kısımlarında ise artık sadece dış duvarlar bulunuyor. Binanın girişindeki salonun çatısı şimdilik yerinde ama ana çatı çok daha önceden çökmüş, Mehmetçiğin bir zamanlar talim yaptığı arka avlu çöplük niyetine kullanılıyor, avlunun henüz çöp dökülmemiş köşelerini ise yer yer yabanî otlar bürümüş.
Kutsal topraklarda dört asır devam etmiş olan varlığımızın son sembolü olan bu bina çok yakında Kâbe’nin hemen yanıbaşındaki Ecyad Kalesi’nin âkıbetine uğrayacak, yani yerle bir edilecek.
Bu yazıyı Türk kışlasının son durumunu Türkiye’deki resmî kurumları veyahut Diyanet Vakfı gibi malî güce sahip kuruluşları haberdar etmek için yazdım. Mâlum, Suudi Arabistan ile aramız bugünlerde pek iyi, dostluğumuz ve kardeşliğimiz mükemmel… Dolayısıyla birileri binayı Kral Abdullah’tan istese ama öyle beleş, hediye yahut lütuf olarak değil, parasını ödeyeceğimizi vurgulayarak talep etse, talep kabul edildiği takdirde kışlayı iyice bir elden geçirsek, ilk haline getirip en azından hacılarımız için misafirhane olarak kullansak…
Hem bize lâyık olanı yapmış, hem de kışlada 1916 Haziran’ında can veren askerlerimizin ruhlarını şâdetmiş oluruz…


************************************************************

‘Ecyad Kalesi’ni aynen yapacağız’ deyip yerine bu gökdelenleri diktiler

MEKKE’de 3 Ocak 2002 günü bir tarih ve kültür cinayeti işlenmiş, Kâbe’nin hemen yanıbaşında bulunan ve iki asır boyunca Türk birlikleri tarafından muhafaza edilen Ecyad Kalesi buldozerlerle yerle bir edilmişti.
Kale, Kâbe’nin revaklarıyla beraber Mekke’de zamanımıza gelebilmiş son Türk eserlerinden biri idi ve Arap yarımadasının elimizden çıktığı Birinci Dünya Savaşı’na kadar, birliklerimiz tarafından ana garnizon olarak kullanılmıştı.
Suudi yönetimi kaleyi yıkıp yerine bir gökdelen inşa etmeyi önce 1980’de denedi, hâttâ projeden Türkiye’yi haberdar bile etti ama Ankara her nedense tepki göstermedi. Yıkımdan, Pakistan’ın o yıllardaki lideri Ziya ül Hakk’ın “Bu kalenin sahibi İslam Tarihi’dir, yıkılması tarihe saygısızlık olur” diye araya girmesi üzerine vazgeçildi.
Derken, 2002’ye gelindi. Türk Dışişleri’ne kalenin yıkılacağı yolunda bazı haberler ulaşmış, Suudi tarafı ile temas edildikten sonra “bakanlığın girişimleri sayesinde yıkımın durdurulduğu” açıklanmış, hattâ “kalenin korunmasına karar verildiği” için Suudi tarafına üstüne üstlük bir de teşekkür edilmişti.
Diplomatlarımız böylesine derin bir uykuda oldukları sırada, Suudiler 2002’nin 3 Ocak günü Ecyad Kalesi’ni buldozer kepçeleriyle yerle bir ettiler. Söylemesi belki tuhaf olacak ama, yazılarımla ve televizyonlarda yaptığım konuşmalarla ortalığı ayağa kaldırdım. Ankara ile Riyad arasında diplomatik bir kriz çıktı, Suudi tarafı Ecyad meselesinin “içişleri” olduğunu ileri sürdü, hattâ daha da küstah bir ifade kullanarak “Tarihten söz edebilecek son ülke Türkiye’dir ve önce Ermeni meselesini halletmesi gerekir” gibisinden açıklamalar bile yaptı.
Yıkıma uluslararası kültür örgütlerinin de karşı çıkması üzerine, yalanlar birbirini takip etti. Suudiler kalenin Kral Fahd’ın emriyle yıktırıldığını duyurdular ve “Ecyad’ın bulunduğu alana hacıların ihtiyacı olan bazı binalar inşa edilecek, kale de aynı şekilde tekrar yapılacak” dediler ama birkaç ay sonra, bütün bu söylenenlerin tam aksi yaşandı.
Önce, Ecyad’ın kimin ve neyin uğruna yerle bir edildiği ortaya çıktı: Suudi Arabistan’ın o zamanki kralı Fahd’ın en küçük oğlu Abdülâziz işadamı olmuş, kalenin bulunduğu tepeye gökdelenler dikmek istemiş, Fahd da en sevdiği karısından olan küçük oğlunun hevesini kıramamıştı.
Kalenin yerine, birkaç sene içerisinde Kâbe manzaralı gökdelenler dikildi; inşaatı da Amerika’nın senelerden buyana dünyanın dört bir yanında aradığı Usame bin Ladin’in ailesine ait olan “Ben Laden Construction Group” adındaki Suudi şirketinin öncülüğünde kurulan bir konsorsiyum yaptı. “Zemzem Kulesi” adını taşıyan gökdelenlerden birindeki daireler 24 yıllığına devremülk olarak, dönem fiyatları 5 bin 972 dolar ile 284 bin 273 dolar arasında değişen meblâğlardan satışa çıktı, üstelik İstanbul’da faaliyet gösteren bir Türk şirketi, bazı daireleri Türkler’e de satma başarısını gösterdi!
Zemzem Kulesi’ndeki devremülklerin sahipleri, şimdi Kâbe’yi metrelerce tepeden seyrediyorlar…
Kutsal topraklarda ayakta kalmaya direnen Türk kışlasının çatısı çöktü, avlusu çöplüğe döndü, çok yakında da yerle bir edilecek.