Mesela Ömer Faruk Akün hocamız neye atasözü dendiğini şu cümle ile açıklamaktadır: “Halk tarafından söylenen, kendi içinde kapalı bir ifadesi olan, öğretici bir muhteva ve yüksek bir şekil taşıyan söze atasözü denir.” Sayın Aydın Oy da şöyle tarif etmiş: “Atalardan gelen ve onların yüzyıllar içindeki tecrübe ve müşahedelerine dayalı düşüncelerini öğüt ve hüküm şeklinde nakleden anonim mahiyette kısa ve özlü söz.” Daha pek çok tarifi verdikten sonra kendi görüşünü de şekilde ifade etmektedir: “Atalarımızın yüzyıllar içindeki deneyim ve gözlemlerine dayalı düşüncelerini öğüt ya da yargı şeklinde nakleden, doğrulukları kesinlik kazanmış anonim, kısa ve özlü sözlerdir.”
Dünyaya yayılmış insanoğlunun birbirine benzer, birbirinden ayrı taraflarının bulunması tabiidir. Renkleri açık, koyu yanmış olsa bile aynı hamurdan yaratılmaları onları birleştirir; fakat karşılaştıkları coğrafi zaruretler, yaşadıkları maceralar, dinî inanışlar farklılaşmalarına sebep olur. Bunun için değişik milletlerde oluşan atasözlerinin farklılık arz etmeleri normaldir. Buna dair örnekleri Albayrak kitabında ‘Atasözlerinin Teşekkülü’ başlığı altında vermektedir. Daha sonra kitabının konusu olan biz Türklerin atasözlerini ele almaktadır. Orhun abidelerinden başlayarak Divanü Lügati-t Türk’ü, Kutadgu Bilig’i, Atabetül Hakayık’ı, Dedem Korkut Kitabı’nı diğer köşe taşı sayılan eserlerimizi atasözleri açısından değerlendirmektedir.
Atasözünün özelliklerini de veciz bir şekilde belirtiyor: “Atasözleri sözlü gelenek içinde yer alan anonim halk edebiyatı ürünleridir. Her atasözü yüzyıllar boyu karşılaşılan olaylardan, edinilen deneyimlerden ve uzun gözlemlerden sonra varılan sonuçları sonraki kuşaklara aktarmak için en geçerli yöntemle, en etkili ve en özlü bir anlatımla ifade etme ihtiyacı sonucu doğmuştur.” Albayrak’ın bu belirttiklerinden de anlaşıldığı üzere atasözleri, deyimler bir milletin sosyolojisine, sosyal psikolojisine, hayat telakkisine, devlet anlayışına dair yapılan araştırmalarda çok ciddi rehberlik görevi ifa ederler. Almanların ‘Zaman paradır’ atasözü hayat telakkilerini ortaya koyarken, hiçbir dilde karşılığının bulunmadığını zannettiğim ‘Delikanlı’ deyimi de kültürümüzün, mantalitemizin gün ışığına çıkmasında önemli rol oynar. Ancak bizim mantalitemize sahip bir millet, ‘At ölür meydan kalır, yiğit ölür şan kalır’ atasözünü söyleyebilir.
Atasözleri milletlerin tarih içindeki birliklerini sağladıkları gibi, coğrafyalara yayılmış aynı milletin çocukları arasında bağ oluşturur. Kader bizi milletimizin çoğunluğundan kopardı; yüzyıllarca birbirimizden uzak kaldık. Atasözlerine eğilince, Özbek, Kazak, Türkmen’le Balkanlardaki bir Türk’le dilin ötesinde duygu ve mantalite olarak da aynı olduğumuzu idrak ediyoruz.
Goethe Alman kültürüyle yoğrulmuştur. O kendisini ne kadar dünya vatandaşı saysa da, su katılmamış bir Alman’dır. Ama eserlerinde bizim atasözlerimiz yer almaktadır. Mesela bir Alman’a, “Söyle bana dostunu, söyleyeyim sana sen kimsin” derseniz, size hemen cevabı hazırdır: “Goethe’nin cümlesi”. Goethe’nin eserlerinde atasözlerimizi kendisine mal ederek sık sık kullanmasının damarlarında dolaşan Türk kanıyla ne kadar ilgili olduğu ciddi bir araştırma konusudur.
Tarihimizi, sosyal bünyemizi dokuyan değerlerimizi araştırmayı ihmal ettik. Halbuki bu tip araştırmalarla kendimizi daha iyi tanır, kuvvetlendirmemiz gereken zayıf taraflarımızı ve yeteneklerimizi keşfederiz. Aynı özellikleri taşıyan milletleri, akraba kavimleri daha yakından tanımamızda da Nurettin Albayrak’ın eseri gibi kitaplar çok önemlidir. Bu çalışması gördüklerimizi, hatta yaşadıklarımızı anlamlaştırmakta, bilgi dağarcığımızı adeta canlılığa kavuşturmaktadır.