Hat sanatı hakkında dört önemli kitabı bulunan Hoca’nın asıl ihtisas alanı divan edebiyatıydı. İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun olduktan sonra 1949-1952 yılları arasında Tahran Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Fars Dili ve Edebiyatı üzerine master yapmış, yurda döndükten sonra bir süre Başbakanlık Arşiv Genel Müdürlüğü’nde ve Dışişleri Bakanlığı’nda çalışmıştı. 1957 yılında Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde İslâm Tarihi asistanı olarak akademik hayatına başladı, fakat bu kürsüde fazla kalmadı, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Eski Türk Edebiyatı Kürsüsü’ne geçti. 1963’te doktor, 1967’de doçent, 1980’de profesör oldu. 1963-1967 yılları arasında Londra Üniversitesi Doğu ve Afrika Tetkikleri Fakültesi’nde, 1967-1968 yıllarında da Chicago Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı dersleri verdi.
Hiçbir zaman sanatından para kazanmak gibi bir amaç taşımayan Ali Alpaslan Hoca, bu sanatı gençlere öğretmeyi en büyük kazanç sayar ve nefis yazılarını dostlarına armağan etmekten zevk duyardı. Bu yüzden dağılan yazılarının bir gün toplanıp güzel bir katalog halinde basıldığını hayal ederdim. Doğrusu bu zor işi başarabilecek tek kişi vardı: Kadim dostu M. Uğur Derman… Bir buçuk ay kadar önce Yapı Kredi Yayınları tarafından gönderilen bir paketten hayal ettiğim kitap çıktı; her sayfası güzelliklere açılan, kapağı, cildi, kâğıdı, baskısı ve muhtevasıyla nefis bir kitap: Edebi ve Hattı ile Ali Alpaslan.
Uğur Bey, aziz dostunun 1952-2005 yılları arasında kıt’a veya levha şeklinde yazdığı eserlerin 81’ini toplamış ve yazılış tarihlerine göre sıralayarak bir katalog haline getirmiş. Kitaba adını veren yazısı ise, Ali Alpaslan hakkında bugüne kadar yazılmış en kapsamlı metin… Her cümlesi Uğur Bey’in titizliğini ve aziz dostuna duyduğu saygı ve sevgiyi yansıtıyor.
Bu önemli kitabı kültürümüzün meselelerine ilgi duyan bütün okuyucularıma tavsiye ediyorum. b.*********@za***.tr
Büyük kaybımız: Durmuş Hocaoğlu
Cep telefonuma her gün dünya kadar mesaj geliyor; bu mesajların çoğu o kadar lüzumsuz ki bakmaya üşeniyor, bazen de açmadan siliveriyorum. Bu yüzden bazı önemli mesajları atladığım oluyor. KOCAV tarafından gönderilen, Durmuş Hocaoğlu’nun kalp krizi geçirerek vefat ettiğinin bildirildiği mesajı da bu yüzden fark edemedim ve maalesef aziz dostumun cenazesinde bulunamadım.
Yazı Kurulu’nda birlikte yer aldığımız Türkiye Günlüğü çevresinde 1980’lerin ortalarında tanıdığım Durmuş Hocaoğlu, milliyetçi camianın en önemli entelektüellerinden biriydi. İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği mezunuydu; fakat İstanbul Üniversitesi’nde felsefe yüksek lisans ve doktorası yaparak felsefede derinleşmişti. Yaşadığımız bütün problemlerin temelinde felsefeye ilgisizliği, tefelsüf eksikliğini görürdü. Asıl sahasından kopmamak ve birikimini felsefede kullanabilmek için daha sonra fizikte de yüksek lisans yaptı. İlgi alanı inanılmaz derecede genişti. Türkçeyi çok iyi kullandığı gibi birkaç dil bilirdi; fizik felsefesinden tarih felsefesine, dil felsefesinden siyaset felsefesine kadar birçok alanda rahatça kalem oynatabilecek muhteşem bir birikime sahipti. Daha da önemlisi, Türkiye’nin meselelerinden kopuk değildi; toplumunun değerleriyle barışık, bu değerleri bizzat yaşayan bir milliyetçiydi. Evet, milliyetçiydi, fakat bildiğim kadarıyla herhangi bir siyasî partiyle organik bağı yoktu; bağımsız bir aydın olarak düşündüklerini her platformda korkusuzca dile getirirdi.
Durmuş Hocaoğlu’nun bir entelektüel olarak derinliğini kavramak için çoğu Türkiye Günlüğü’nde çıkmış yazılarından oluşan Bir Entelijansiya Kritiği: Düşük Şiddetli Devrim (Gelenek Yayınları, 2002) adlı kitabını okumak gerekir.
1982 yılından beri Marmara Üniversitesi Fizik Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalışan Durmuş Hocaoğlu, 62 yaşındaydı. Kim bilir daha neler yazmayı planlıyordu; onları da beraberinde götürdü. Her âlim başlıbaşına bir âlemdir ve ‘âlimin ölümü’ hakikaten ‘âlemin ölümü’dür.
Aziz dostuma Allah’tan rahmet, ailesine ve dostlarına başsağlığı diliyorum.
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazarno=1096