Elbette Erol Güngör’ler yetiştirmek sanıldığından da güçtür. Her şeyden önce çevre gerekir. İnsanoğlu yaşadığı ortamla diyalog kurar. Sabahları bir eğlence pavyonunun önünden geçenle, bir türbenin, bir üniversitenin önünden geçen bir değildir. Hele bu olay insanın şahsiyetini bulduğu dönemlerde gerçekleşirse, daha bir ciddiyet kazanır. Erol Güngör, Kırşehir’de dünyaya gelmiş; ilk ve orta öğrenimini burada yapmıştır. Kırşehir, Orta Anadolu’da hak ettiği kadar büyüyememiş bir ilimizdir; fakat bu Selçuklu şehrimiz derin bir kültür mirasına sahiptir. Âşık Paşa’nın, Ahi Evren’in, Gülşehri’nin burada yaşadığını düşünürsek, bu tarihî şehrimize nasıl bir atmosferin hâkim olduğunu tahayyül edebiliriz.
İnsanın içinde bulunduğu ortamı değerlendirmesinde ailesi önemlidir. Evde sözü edilmiyorsa, şehrin mezarlıklarının birinde yatan uludan çocuğun ne haberi olabilir? Bu bakımdan Erol Güngör şanslıdır. Büyükbabası Hafız Osman Efendi, Ahi Evren Camii’nin imamıydı. Çocukluğundan beri tecessüs sahibi olduğu anlaşılan küçük Erol’un Ahi Evren’e dair büyükbabasına çok şeyler sorduğu muhakkaktır. Dedesi de aşırı düşkün olduğu torununu misafirlerine, dostlarına “Benim oğlum profesör olacak” diye tanıtır, onu adeta motive edermiş.
Erol Güngör lisede okuduğu yıllarda engin bir kültür adamı olan Lütfi İkiz’in Kırşehir’de kütüphane müdürü sıfatıyla görev yapması da onun için ayrı bir şans olmuştur. Lütfi İkiz’den eski yazıyı, Arapçayı öğreniyor, okulda da Fransızcayı ders olarak okuyordu. Onun anlayışında bir insan lisede yabancı dili sınıf geçmek için değil, öğrenmek için okur. Eski yazıyı öğrenmekle zaman boyutunda ilerleyen Erol Güngör, Arapça ve Fransızca ile de farklı bilim ve kültür dünyalarından haberdar olur.
İstanbul’a gelip Hukuk Fakültesi’nde öğrenime başlayınca Marmara Kahvesi’nin müdavimlerini tanımak imkânını bulur; Mükrimin Halil Yinanç, Saip Atademir, Nuri Karahöyüklü, Ziya Nur Aksun ve daha pek çok bilge ile yakınlık kurar. Bir gün büyükbabasına eski yazıyla mektup yazarken masasına Fethi Gemuhluoğlu gelir. Bir üniversite öğrencisinin eski harflerle inci gibi mektup yazdığını gören Gemuhluoğlu hemen onu Edebiyat Fakültesi’nde sosyal psikoloji kürsüsü profesörü Mümtaz Turhan’a götürür. Mümtaz Hoca’nın Edebiyat Fakültesi’nde tahsilini sürdürmesinin yerinde olacağını söylemesi üzerine branş değiştirir. Tabii o sırada ülkemiz bugünle mukayese edilemeyecek kadar fakirdir; ancak bahçıvanlık kadrosunda istihdam edilerek üniversitenin bünyesinde yer alır.
Eski yazıyı okuması, yazması, iyi bir Fransızcaya sahip olmasına karşılık aynı kürsüde bulunan Doğan Cüceloğlu İngilizce bilmesiyle ona karşı durumu dengeleyeceğini zanneder. Fakat Erol Güngör’ün kısa zamanda sosyal psikoloji kitabını Türkçeye tercüme edecek kadar İngilizce öğrenmesi Cüceloğlu’nu şaşırtır. Bugün sessizliğe gömülmüş Asya, geçmişte uçsuz bucaksız bir ummandı; çağımızda canlılık Avrupa’dadır; Batı’nın köklerinin tamamı değilse de büyük bir kısmı Asya’ya dayanır. Gazali olmasa, Descartes, Muhyiddin-i Arabi olmasa Pascal, Malebranche olmazdı. İyi bir sosyal bilimci olmak, bu iki dünyaya açılmak, tarihte derinleşmekle mümkündür. Bunun için de önyargıdan arınmış idrak gerekir. Günümüzde pek çok bilim adamımızda göremediğimiz bir özellik Erol Güngör’de vardı. Onun için rahmete kavuşmasından beri yıllar geçmesine rağmen yokluğunu hissediyoruz.
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1119820&title=erol-gungorun-yetistigi-cevre
m.******@za***.tr
11 Nisan 2011, Pazartesi