Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu “Obama’nın yaptığı açıklama tek yanlı ve tarihî ters bir perspektiften okuyan bir açıklama; isterdik ki acılar paylaşılırken Obama o yıllarda Türklerin çektiği acıları da hatırlasın” sözleriyle Başkan Obama’nın Ermeni yanlısı açıklamasının Türkiye tarafından “kabul edilemez” olduğunu belirtti.
Ermenilerin bu yılki 24 Nisan eylemlerinde birkaç husus ön plâna çıktı:
Türkiye’de Ermeni tezlerine destek veren ve kendilerini aydın olarak tanımlayan isimlerin oluşturduğu “Irkçılığa ve Ayrımcılığa Dur De Girişimi” isimli platformun öncülüğünde İstanbul, Ankara, İzmir ve Diyarbakır’da toplantılar düzenlendi. İslâmcılığı kozmopolitlikle karıştıran bir kesimin örgütü olan ve yıllardan beri Kürt milliyetçiliğine olduğu gibi, Ermeni iddialarına da destek verdiği gözlemlenen Mazlum-Der ile Sol-Marksist cenahtan isimlerin oluşturup yönettiği İnsan Hakları Derneği, Türkiye İnsan Hakları Vakfı gibi kurumların bu gösterilerin baş aktörleri olmaları yadırganmadı.
Mazlum-Der Başkanı konuya ilişkin açıklamasında “24 Nisan esasında sadece Ermeni halkının değil, Türk ve Kürt halklarının da birlikte yaşadığı bir acıdır” derken, en az Başkan Obama kadar olaya tek yanlı baktıklarını, bu coğrafyada milyonlarca Türk’ün iki yüz yıl boyunca maruz kaldığı yoğun ve sistemli katliamları, sürgünleri inkâr ettiklerini bir kere daha ortaya koymuş oldu. Anlaşılan insan hakları ve hukuk gibi evrensel değerler adıyla oluşturulan Mazlum-Der ve paralelindeki kuruluşların ilgisine mazhar olmak için öncelikle Türk olmamak gerekiyor. Başka bir ifadeyle, bu zihniyet sahipleri için Balkanlar’dan Anadolu’ya, Kırım’dan Kafkasya’ya ve Doğu Türkistan’a kadar milyonlarca kilometrelik bir coğrafyada Türk halklarının yaşadığı acılar, katliamlar normal, meşru ve hak edilmiş muamelelerdir.
Türkiye’de bilinen kesimlerin desteğiyle kabul ettirilmeye çalışılan Ermeni taleplerinin 24 Nisan’da bir kere daha gündeme getirilip savunulması doğal olarak Ermeni’leri son derece mutlu etti. Mesela Türkiye ile Ermenistan arasında diplomatik ilişkiler kurulması için yoğun şekilde çalıştığı bilinen Samson Özararat şöyle dedi: “Aslında Obama’nın ne dediğinden çok Ankara’da ve İstanbul’daki anmalar etkili olmuştur.” Benzer ifadeler Ermenistan’da yayınlanan gazetelerde de dile getirildi.
Türkiye’de Ermeni tezlerine destek veren çevreler, 1915 olaylarını, öncesi ve sonrasıyla birlikte, tarihî perspektiften tartışmaya kesinlikle yanaşmıyorlar. Bu hususta Ermenistan’daki, Fransa’daki, ABD’deki Ermeniler kadar tek hakikatin sadece kendi inandıkları olduğuna “iman etmekten” kaynaklanan bir tavırla direnmekte kararlı görünüyorlar. Bazı Avrupa ülkelerinde soykırım iddialarını kabul etmeyenlere karşı cezaî müeyyide uygulanmasını, basın aracılığıyla yoğun bir propaganda yürüterek, psikolojik bir ortam hazırlayarak ülkemizde de geçerli kılmaya çabalıyorlar.
Erivan’da Soykırım Anıtı’nın önünde Ermeniler büyük bir Türk bayrağını derin bir kin, nefret ve öfke içinde yakarken, Devlet Başkanı Sarkisyan birkaç metre ötede Anıta çelenk koyuyordu. Ermenilerin her zaman ki taşkınlığının yanı sıra, buradaki görüntüye yeni bir unsur daha eklendi. Kandil’deki PKK’lı teröristlerin elebaşısı Murat Karayılan’ın mesajı okunup alkışlandı. Ermeni aktivistlerinin terör örgütüne 1980’lerin başından beri verdikleri destek göz önüne alındığında, bu mesaj aralarındaki yıllar öncesine dayanan ittifakı yansıtan bir belgedir.
Murat Karayılan Türkleri soykırım yapmakla suçlamaya kalkışırken, örgütün şu sıralarda dışında durarak Kürtçülük yapan isimlerin önde gelenlerinden Orhan Miroğlu, gazetesindeki köşesinde bu konuyla ilgili çok önemli noktalara değindi: “1915’de Kürtler, Ermeni ve Süryani katliamında önemli rol oynadılar. Bu rolün öyle sıradan bir tetikçilik rolü olmadığı açıktır. Hele Süryanilerin Turabdin bölgesinde yok olmaları tamamen yerel otoritelerle Kürt ve Arap aşiretleri arasındaki işbirliği sonucunda gerçekleşti. İttihatçıların Süryaniler için özel bir plânı bile yoktu. ….Kürtler’in 1915’de ciddi bir yüzleşme yaşamaları gerekir.”
Türkiye’nin bu konunun tarafsız tarihçiler kanalıyla araştırılmasını isteyen tekliflerinin Ermeniler ve yandaşları nezdinde kabul görmemesinin temelinde gerçeklerin ortaya çıkmasından duydukları korkular yatıyor. Çünkü Osmanlı yönetiminin Ermenilerin yok edilmesi (soykırım) gibi bir niyetinin bulunmadığı ortaya çıkarsa, olayın yaşandığı yıllardaki ulaşım ve iaşe yetersizliği, Devlet’in kendi askerine bile yeterli gıda veremeyecek derecede imkânsızlıklar içerisinde bunaldığı, güzergâhın son derece elverişsiz olması ve nihayet bütün Anadolu’yu kasıp kavuran salgın hastalıklar sonucu can kayıplarının trajik bir boyuta tırmandığı anlaşılırsa, yıllardır husumet üzerine bina ettikleri bütün tezleri çürümüş olacak. Böylece Türkiye’yi sosyal, ekonomik ve diplomatik alanlarda köşeye sıkıştırarak yüzyıl kadar önce hazırlayıp 1921’de arşive kaldırmak zorunda kaldıkları projeleri yürürlüğe koyma hayalleri yıkılacak. Türkiye’deki Erivancı sözde aydınlar için bir başka kayıp daha söz konusu olacak; Türk toplumunu basın ve üniversitedeki imkânlarını kullanarak, psikolojik bombardımana tabi tutarak, milletimiz üzerinde “suçluluk duygusu oluşturmak”, böylelikle millî kimliğimizi yıpratıp millî duyguları çökertme hesapları tutmayacağından, tarihle yüzleşmeye yanaşmak istemiyorlar. Konuya ilişkin olarak kendi yorumlarının dışındaki bilgileri “resmî görüş” olarak tanımlayıp peşinen reddediyorlar.
Millet olarak maruz kaldığımız bu haksız suçlama ve saldırılar aynı tonda sürdürülürken, yüzyıllardır yaşadıkları topraklarda, buraları Türklerden ve Müslümanlardan arındırmak amacıyla tam bir ehl-i salib bağnazlığıyla yapılan katliamlar sonucu hayatını kaybeden beş milyondan fazla soydaşımızın acılarına gelince; anlaşılıyor ki öfke ve nefret duygularıyla algılama kabiliyetlerini tümüyle yitirmiş görünen bu kesimler insanî ve ahlâkî duyarlılığa hiçbir zaman sahip olamayacaklar.