Takım elbise giyince ister istemez kravat da takacak, iki dirhem bir çekirdek çıkacaksınız sokağa. Üstelik akşam trafiğinde Üsküdar’dan Haliç Kültür Merkezi’ne gitmek kolay değil; arabanızla çıksanız bir dert, toplu ulaşım vasıtalarını kullansanız başka bir dert… “En iyisi,” dedim kendi kendime, “nasıl olsa iki gün sonra vizyona giriyor; rahat bir kıyafetle giderim sinemaya, koltuğa gömülüp filmi tadını çıkara çıkara seyrederim!” Öyle de yaptım, Osman Sınav’ın filmini dün bir sinema salonunda rahat rahat ve tabii gözlerim yaşararak seyrettim.
Uzun Hikâye’yi çıkar çıkmaz okuyanlardan biri de benim; Mustafa Kutlu’nun uzun yazarlık hayatında kazandığı zengin tecrübenin süzülmüş hali bu hikâyededir diyebilirim. Kutlu Bey, kendi hayatından da derin izler taşıyan Uzun Hikâye’de, yakın çevresinde yer aldığı merhum Nurettin Topçu’nun anladığı manada bir sosyalizmi, daha doğrusu sosyal adalet anlayışını ve “İsyan Ahlâkı”nı “Sosyalist” lâkaplı Bulgaryalı Ali’de tecessüm ettirmiştir. Bana sorarsanız, Topçu’nun “isyan ahlâkı” anlaşılmadan Uzun Hikâye’nin kahramanı Bulgaryalı Sosyalist Ali’nin macerası tam olarak anlaşılamaz.
Nurettin Topçu’nun Sorbonne Üniver-sitesi’nde verdiği doktora tezinin konusu olan isyan, dayatılan şartlara iradenin boyun eğmeyip başkaldırması manasında bir çeşit aksiyondur (hareket). İnsanın ferdiyetini ortadan kaldıran her şeyin iradeyi esirleştirdiğini düşünen Topçu, isyanı anarşizm mânâsında kullanmaz ve ferdiyeti trajik bir açmazla karşı karşıya bırakmaz; iradenin kendisini körü körüne itaate zorlayan ve esarete sürükleyen şartlara karşı sonuna kadar tek başına mücadele etmesi de zordur; bu sebeple irade, aileden ilahi iradeye iştirake kadar çevre çevre genişleyen, fakat ferdiyeti yok etmeyen bir otoriteye ihtiyaç duyar. Stirner’in anarşizmini de, Rousseau’nun toplum kaynaklı her şeyi inkâr eden hasta ferdiyetçiliğini de reddeden Topçu, kendi anladığı manada isyan ahlâkını tasavvufta bulacaktır.
Bir çeşit halk kahramanı olan Bulgaryalı Ali, Bulgaristan’daki komünist rejimden kaçıp Türkiye’ye sığınmış Pelvan Sülüman’ın torunudur. Hayata tek başına tutunan, zorluklarla tek başına mücadele etmeye alışmış, yani erkenden “ferdiyet”ini idrak etmiş “irade” sahibi, bu sebeple haksızlıklara tahammül edemeyen, tek başına bile olsa “adalet”in gerçekleşmesi için mücadele etmeye kararlı, okuyamamış, fakat bir kitapçının yanında çalışırken kitaplarla tanışarak kalemi, kâğıdı, yazıyı tanımış; dedesi Pelvan Süleyman gibi güçlü kuvvetli birisi olmakla beraber kaba kuvvete başvurmaktan hoşlanmayan, kolay dostluk kuran ve tek başına üstesinden gelemeyeceği zorluklara karşı çevresinin desteğini almayı başaran sempatik bir adamdır.
Bulgaryalı Sosyalist Ali, çaresiz kaldığı, bütün yolların tıkandığını anladığı anda, teslim olmak yerine, mücadelesine devam edebilmek için “Hicret”i tercih eder. Çünkü hicret de bir aksiyondur.
Çok okunmuş bir eser olan Uzun Hikâye’nin konusu Osman Sınav’ın filmi dolayısıyla gazete ve televizyonlarda defalarca anlatıldı. Bu sebeple konuyu özetlemeye gerek duymuyorum. Asıl söylemek istediğim şu: Uzun Hikâye, ancak yazarının içinden geldiği dünyayı yakından tanıyan, hisseden, Nurettin Topçu’yu okumuş ve anlamış bir yönetmen tarafından çekilebilirdi. O da Osman Sınav’dan başkası değildi.
Edebiyatla da yakından ilgilenen ve yıllar önce Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur’unu sinema filmi yahut televizyon dizisi olarak çekmek için çalışıp didinen, fakat gerekli şartlar sağlanamadığı için bu projeden vazgeçmek zorunda kalan Osman Sınav’ın rüyalarından biri de Uzun Hikâye’yi sinemanın diliyle anlatmaktı. Sonunda bu rüyasını gerçekleştiren aziz dostumun, çoğu yönetmenin başaramadığı çok zor bir işi başardığını, hikâyeye neredeyse birebir sadık kaldığını kaydetmek isterim. Elbette bu başarıda sinemayı da çok iyi bilen bir yazarın eserini sinemaya uyarlamış olmasının önemli payı var. Yine de edebiyatın diliyle sinemanın dili birbirinden çok farklıdır ve edebi metin görselleştirilirken bazı müdahalelerin yapılması kaçınılmazdır. Osman Sınav’ın bu türden müdahaleleri asgari seviyede tutmak için özel bir gayret gösterdiği anlaşılıyor.
Sonuçta seyrederken zaman zaman gülümsediğiniz, çok zaman gözlerinizi yaşartan, renkli, canlı, şiir gibi, masal gibi bir film ortaya çıkmış. İçinden geldiğimiz dünyaya ait değerlerin ve güzelliklerinin vurgulandığı ve bunların bir zamanlar adına devlet denen, her sosyal adalet talebini komünistlik, her dini tezahürü irtica olarak gören mekanizmayı temsil edenler ve onlarla çıkar işbirliğine girenlerce nasıl tahrip edildiğini küçük küçük değinmelerle hatırlatan Uzun Hikâye, satır aralarında Yeşilçam sinemasına da selam gönderen bir “iyi niyet” filmidir. Her biri bir büyük usta olan oyuncuların katkılarını kaydetmezsem haksızlık etmiş olurum. Vurdulu kırdılı film ve dizilerde seyretmeye alıştığımız Kenan İmirzalıoğlu’nun bu filmdeki inanılmaz oyunculuğuna gelince, doğrusu benim için büyük bir sürpriz oldu.
Sevgili okuyucularım, kalbinizin sinemaya yeniden ısınmasını, içinizin sımsıcak duygularla dolmasını istiyorsanız, Uzun Hikâye’yi kaçırmayınız derim.
http://www.zaman.com.tr/isyan-ahlâki-ve-uzun-hikâye/2004078.html#.UH-zp6OxbY8.facebook