Ülkemizde son yıllarda tartışılan en hararetli konu kesinlikle “Kürt sorunu”dur. Ne yazık ki bu hususta bir tek ilmi makale okuduğumu hatırlamadığım gibi, ciddi bir tartışmaya da şahit olmadım. Kürt, Türk kimdir?
Önce bunların ortaya konması lazım. “Kürt” kelimesi bile Türkçedir; onlar kendilerine Kürt demezler. Ayrı harflerden oluşan Türk ve Kürt kelimelerinin birbirleriyle tarihi, sosyolojik ilişkileri bulunmuyor mu? Kimileri “Türk” diye etnik bir grup yok; bütün Turanî kavimlerin ortak üst adıdır; Çin, Hint gibi diyorlar. Oğuzlar, Kıpçaklar, Peçenekler, Uzlar ve diğer Turanî kavimler kuşatıcı kavramla Türk olarak anılırlar; Kürtler de Turani’dir; nerede Türk varsa, orada Kürt vardır; bu ad onları da kapsamaktadır. Kimileri de söz konusu iddianın Kürtleri ikna etmek için uydurulmuş bir yalan olduğunu ileri sürmektedirler.
Biz de kütüphane kantinlerinde Kürt sorununa dair fikirlerimizi söylüyoruz. Arkadaş grubumuzdan olan, genç bilim adamlarımızdan Mahmut Recep Keleş, Türk ve Kürt’ün münasebetini ortaya koyabileceği için Hallikan’ın “Vefeyatü’l-ayan” kitabıyla yanımıza geldi. On üçüncü yüzyılda, Erbil’de bir Kürt alimi olarak yaşayan Hallikan’ın kaleme aldığı kitapta şöyle deniyor: “Selahaddin-i Eyyubi, Humus’ta karargâh kurduktan sonra Humus Medresesi müderrislerinden Mavsili Sultan’ı ziyarete geldi. Eyyubi’nin danışmanı meşhur fakih İmadettin Katip el-Isfahani, Mavsili’yi Sultan’a takdim etti: “Bu dostumuz İbn-i Ruzzik’in kasidesinden alıntı yaptığı ‘Türk’ü ihsan karşılığında övmeli miyim? Zira şiir Türk nezdinde terk edilmiş bir değerdir.’ dizelerine ilavelerle sizi eleştirmektedir.”
Şiirini dinleyen Eyyubi, Mavsili’ye ihsanda bulunduktan sonra onu nazikçe uyardı: “Ancak bir daha biz Türkler için şiirin terk edilmiş bir değer olduğunu söylemeyeceksin.” Bunun üzerine Mavsili, Eyyubi’nin şiire kayıtsız kalmadığına inanarak uzun bir aşk kasidesini ona ithaf etmiştir.
Tarihçiler arasında Selahaddin-i Eyyubi’nin milliyeti tartışmalıdır. İbn-i Şeddad, “Siretu Selahaddin” adlı eserinde onun Araplığına itiraz eder. İbn-i Şeddad, Selahaddin’in nesebini Emevi oğullarına dayandıran Yemen Eyyubi Sultanı el-Muiz İsmail b. Seyfülislam b. Eyyub’un hilafet iddiasıyla nesep zincirinde oynadığını, ancak bunun doğru olmadığını söyler.
Selahaddin’in Arap olup olmadığını Eyyubi uzmanlarına bırakalım. “Şark’ın en sevgili Sultanı”nın nezdinde Kürt’ün ve Türk’ün ne ifade ettiğine bakalım. Hallikan’ın Dimaşk Başkadılığı ve Mısır müderrisliği gibi önemli mevkilerde bulunmasına, yazdığı kitaba bakılırsa, ciddi bir alim olduğu teslim edilir. Hallikan “Vefeyatü’l ayan” adındaki eserinde Eyyubi’nin Kürt olduğunu ve Revadiye kabilesine mensup bulunan Düvin ailesinden geldiğini belirtmekte, bunda da dönemin tarihçilerinin ittifak ettiğini vurgulamaktadır. Eğer Selahaddin-i Eyyubi bugünkü anlaşılan şekilde Türklerle Kürtlerin ayrı milletler olduğuna inansaydı, niçin kendisini Türk sayıp Mavsili’nin eleştirilerinden rahatsız olacaktı? Yine Kürt ve Türk kavramlarını bugünkü şekilde anlasaydı, kendisinin rencide edildiğini hissedip Mavsili’ye “Bir daha Türkler için şiirin terk edilmiş bir değer olduğunu söylemeyeceksin” der miydi? Kürt’le Türk’ün apayrı milletler olduklarını iddia edenler bunlara tutarlı cevaplar bulmak zorundadırlar. Tarihte buna benzer sayısız örnekler var; bunları ancak cehaleti ilim haline getirenler bilmezler.
Kanaatimce milletin tayininde asıl faktör kabuldür; hele bizim gibi etnisitenin önemli bulunmadığı kültür havzalarında bu faktör daha da değer kazanır. Oğuz Han’ın torunu “Türk değilim” diyorsa, Türk değildir. Her şeyi matematik bir kesinlikle önüne koysak dahi bir Kürt, “Türk değil, Kürt’üm. Kürt ayrı bir millettir” diyorsa, hiçbir kuvvet onu Türk yapamaz; yapmasına da gerek yoktur. Biz onun kabulüne saygı duymak zorundayız. Aydınların, bilhassa bilim adamlarının görevi insanlara milliyet biçmek değildir. Araştırıp tarihi, sosyolojik gerçekleri günışığına çıkarmak, normal kişilerin tercihlerine zemin hazırlamaktır. Bunu yapmazlarsa, milletin kaderini dış güçlerin tahriklerine açık bırakırlar.
Hiçbir din, hiçbir beşeri ideoloji İslamiyet kadar ilmi ve alimi övmemiştir; buna rağmen 250 yıldır ilmi geriliğimizden dolayı dramatik olaylar yaşadık; yaşıyoruz. Son yıllarda dağımız, taşımız üniversite, yüksek okul dolmasına rağmen ideolojik iklimden ilmin ufuklarına bir hareketlenmeye şahit olmamak da insana ayrı bir acı veriyor.