Çocuklar… Tarihin en zor kavgalarına ait günah galerilerinden taşan feryatları, içimizde çınlıyor. Masum çehrelerinde acıyı, yarım kalmış uykuları resmediyorlar. Yakın geçmişin ruhumuzdan silin(e)meyen karelerinde bu coğrafyanın çocuk yüzleri var. Siyah-beyaz tek kanallı günlerimizin Ortadoğu ikonu, kolları taşla kırılan çocuktu. Sırılsıklam ter içinde oksijen tüpünden tek bir nefes daha alabilmek için debelenen Şamlı yavrucak ise yaşadığımız çağın gaddarlığını zihinlerimize kazıdı. Hassas terazilerde çıkar hesaplarını denkleştirmeye çalışırken bir kez daha hep beraber kaybettik. Kazanabilirsek vicdanlarımızdaki yükü hafifletebileceğimizi sezdiğimiz bir zafer ânı var mı? Umut kuşu, bazılarımızın kulaklarına “evet” cevabını şakısa bile konacağı dal kapıda bekleyen “ertesi gün” değil. Zaman oku üzerinde aramızdaki mesafeyi kestiremediğimiz uzak “yarınları” beklemeliyiz…
* * *
Operasyon kararı hâlâ kesinleşmiş değil ama “ertesi gün”, aktüel meraklarımızın adresi. İngiliz parlamentosundaki oylamanın beklenmedik sonucu ve dışardaki dengelerin yanı sıra Amerikan iç politikasının dinamiklerini de gözeten Obama’nın yüzünü Kongre’ye dönüşü, sürprizlere hazır olmamız gerektiğini gösteriyor. Amerikan Başkanı’nın Kongre’yi işaret ettiği toplantıdaki arkadaşlarına, Ortadoğu’yla ilgili bilinmezlikleri ve İran meselesini hatırlatması, Washington’da önümüzdeki iki hafta boyunca büyük resmin de didik didik edileceği anlamına geliyor.
Yine de tartışıyoruz… Esed, başına gelebilecekleri bile bile, üstelik BM heyeti Şam’da iken, niçin kimyasal silah kullansın? Eline ne geçecek? Esed rejimine niçin şimdi müdahale ediliyor, ABD’deki tavır değişikliğinin sebebi ne? Muhtemel bir operasyonun sonuçları ne olur? Suriye iç savaşındaki dengeler ne hale gelir? Biz nasıl etkileneceğiz?…
Soru girdabı, dipsiz bir kuyu gibi. Meselenin önemini ve merakımızın boyutlarını gözler önüne seriyor. Suriye iç savaşının ilk evresindeki en büyük kıyımlardan Hule katliamının BM gözlemcileri Şam’da iken gerçekleşmiş oluşu birinci sorunun ardındaki mantığı zayıflatıyor. Üstelik rejimin ciddi bedel ödeyeceğine inanmadığını düşünmemiz için makul gerekçeler var. Saldırı, Mısır’daki darbe ve katliamın uluslararası toplum tarafından sessizce izlenişinin hemen akabinde gerçekleşti. Daha önce Amerikan yönetimi, kimyasal silah kullanımıyla ilgili kırmızı çizgisini iki kez esnetmişti. Obama, kimyasal silahların “hareket ettirilmesine” izin vermeyeceğini söylemiş ama bunların Şam’dan taşınmalarına ve Halep’teki tatbikata seyirci kalmıştı. Suriye’de kimyasal silahların kullanıldığı haberleri geldiğinde de taahhüt edilen “oyun değiştirici” hamle yapılmadı. Bu yüzden, rejimin teker teker tırmandığı dehşet merdiveninde sıradaki basamağa uzanmak isteyişi hiç de sürpriz değil. Kimyasal silah korkusunun Şam’daki muhalif nüfusun göçünü hızlandıracağı tahmin edilmiş olmalı. Suriye’de fiili iç sınırlar çizerek güvenli bölge oluşturma stratejisi, etnik temizlik anlamına geliyor. Telaffuzu dahi tüyler ürpertici…
Saldırıyı muhaliflerin gerçekleştirdiği iddiaları, şimdiye dek tutarlılık sınavını geçemediler. En somut verilere dayanan senaryo, Rus dışişlerinin açıklaması. Burada, Han el-Assal’da el yapımı füze ile gerçekleştirildiği iddia edilen kimyasal saldırının, aynı tipte tek bir füze kullanılarak tekrarlandığı söyleniyor. Assal’da 25 kişi hayatını kaybetmişti. Aynı silahla 1000’den fazla can almak nasıl mümkün oldu? Muhalif komutanlar kendi ailelerinden daha iyi hedefler bulamadı mı? Basit sorgulamalarla bile çelişkilerini aşikâr eden bu suçlamayı, sahadan gelen bulgular ve olay ânına ait medyaya yansımaya başlayan bilgileri de dikkate aldığımızda ikna edici bulmak imkansız. Yine de, özellikle Obama’nın aklını çelmeyi hedefleyen değişik versiyonlarını sık sık işiteceğiz. Üstelik, bazılarının Amerikan sisteminin içinde üretildiğini de görebiliriz.
Soru silsilemize bu ihtimalleri hatırdan çıkarmaksızın cevaplar aramayı sürdürüyoruz. ABD’nin mevcut atâlet halinden sıyrılma emâreleri gösterişinde katliamın dünya kamuoyundaki muhtemel etkilerinin bir payı olduğunu düşünüyorum. Dünya düzenleri yalnızca kuvvete dayanamazlar. İktidarı daha az maliyetle sürdürmek, muhtemel meydan okumaları engellemek/ötelemek için meşruiyete ihtiyaç duyarlar. Kitlesel kıyımlar karşısındaki suskunluk ise meşruiyet zırhını yıpratan öfke dalgalarını kabartır. Bu yüzden, deneyimleri Washington’a kritik eşikleri iyi gözlemesi gerektiğini ihtar ediyor.
Elbette, Beyaz Saray’ın tutum değiştirişinde başka değerlendirmeler de rol oynamış olmalı. Gelecekte Esed’in izinden giderek Amerikan başkanına ait kırmızı çizgileri sınamak isteyecek ülkelerin uzun bir liste oluşturmasından endişe ediliyor. Kırmızı çizginizin aslında pembeleşebileceğini düşünen bir İran’la nasıl nükleer müzakere yürüteceksiniz? Yahut Kuzey Kore’yle? Tehditleriniz inandırıcılığını yitirirse, kriz yaşadığınız başka aktörlerle daha büyük çatışmalara girmek zorunda kalabilirsiniz.
Şu soruyu da not etmeliyiz. ABD, Suriye krizinde müttefiklerini hayal kırıklığına uğratarak yeni arayışlara iterken Rusya’nın yıldızını fazla parlattığını görmeye başladı mı? Esed’in ardından Mısır cuntasının da Putin’e sıcak mesajlar göndermesi, birşeyler anlatıyor olmalı…
İsrail’in ve daha önce Irak’taki işgali alkışlamış yeni muhafazakar entelektüellerin operasyonu destekleyişlerini de ayrıca anlamlandırmamız lazım. Netenyahu, Suriye’de başlayacak çatışmanın Obama’yı İran operasyonuna sürükleme ihtimalinden memnun. Amerikan harekatıyla birlikte Hizbullah’la İsrail arasında yaşanabilecek muhtemel çatışmanın hangi sınırda duracağı ise belirsiz.
Ayrıca Şam katliamı, Irak’ın işgali sonrasında gözden düşen bir müdahale gerekçesini canlandırarak Ortadoğu’ya güvenlik perspektifinden bakan stratejik aklı da tahkim ediyor. Otoriter rejimler, kitle imha silahlarını kendi halklarına karşı kullanabiliyorlarsa, düşmanlarına ne yapmazlar? Bu argümanın ikna edicilik kazanması, Esed’e verdiği desteğin İran’a orta vadede ödetecekleri listesinde yer alıyor.
Operasyonun örtülü aktörlerinin beklentileri, uzayıp gidiyor… Peki muhtemel harekat, kimyasal vahşetin mağdurlarına, ne kazandıracak? Planlayıcılar, iç savaştaki “askeri” dengeyi bozmayacaklarını söylüyorlar. Ancak muhalifler, şimdiden mevcut “diplomatik” çerçeveyi değiştirecek kazanımlar elde ettiler. Cenevre2’nin üzerindeki gölge, Esed’li geçiş, Batı ittifakı için konuşulmaz hale geldi. ABD ve müttefikleri, tüm dünyaya karşı Esed’in vatandaşlarını kimyasal silahlarla katlettiğini savundukları için Esed’i ve iktidarının temel dayanaklarını tahammülü zorunlu unsurlar sayan yaklaşımı artık kabullenemezler. Rus-Çin ikilisinin de, katliama ilişkin ilave deliller ortaya çıktıkça pozisyonlarını korumakta daha çok ahlakî sıkıntı yaşamaları muhtemel. Muhalefete askeri katkısı mütevazi kalacak bile olsa, operasyon tartışması tek füze ateşlenmeden müzakere denklemini sarsmış vaziyette.
El-Kaide bağlantılı unsurların yarattığı tehditten şikâyetçi olanlar da muhtemel askeri harekatta kaygılarına karşılık gelecek unsurlar bulabilir. Esed’in karargahıyla, el-Kaide hedeflerinin eşzamanlı biçimde vurulması, kimseyi şaşırtmamalı. ABD, Esed’le beraber söz konusu gruplara da cephe alınmasının muhalefete verilen desteği arttıracağını hayli zamandır değişik yollarla söylüyor. Nitekim, operasyonla aktif hâle gelmesi beklenen Ürdün topraklarındaki yapılanmanın ardında bu isteğin izlerini de görmek lazım.
Amman toplantısına beklenenden düşük düzeyde bir temsille katılan Türkiye, Suriye krizinde şimdiye kadar en çok risk alan ülke. Muhtemel operasyon ise Şam’daki algılanışına göre düzeyi değişecek ilave tehditlerin habercisi. Eğer rejim, kendisini alaşağı edecek bir saldırıyla karşı karşıya olduğunu düşünürse terör kartının yanı sıra konvansiyonel ya da kimyasal başlıklı füzelerini de kullanmak isteyecektir. Diğer hâllerde, Şam’ın sorumluluğunu üstlenmeyeceği, kimyasal nitelik de taşıyabilecek terör eylemlerine karşı hazırlıkları arttırmak gerekiyor. Rejimin doğrudan saldırılarının yanı sıra, her geçen gün daha fazla Afganistanlaşan bir coğrafyayla komşuluğumuz, el-Kaide tipi yapılanmaların artan etkisi ve kimyasal silahlarla taçlanan Esed-PYD ittifakı gibi çok sayıda tehdit, Suriye iç savaşının en azından çatışmasız bir safhaya geçişini Türkiye için acil ihtiyaç haline getirdi. Tam bu aşamada, birikmiş sıkıntıların Suriye’deki kavgayı Türkiyelileştirecek hatalara kapı aralamasına da izin vermemeliyiz. Kısa sürmesi beklenen operasyondan sonra, muhtemel koalisyonun üyeleri eski pozisyonlarına çekilirken harareti yükselecek yangının bölgeye ve bizim topraklarımıza yayılmaması için özenli davranmamız gerekiyor.
Görüldüğü gibi, ertesi gün senaryoları, katliamın mağdurları için bir miktar destek ve umut vadediyor. Ancak önümüze ciddi risk haritaları da seriyor. Suriye politikamızın kaderini, umutları çoğaltırken riskleri bertaraf etme maharetimiz belirleyecek. Kesin olan tek şey var. Bu tablodan kimse için “zafer” çıkmıyor. Onu, “yarınlara” bırakmak zorundayız…
* * *
Yeryüzünün uzun soluklu iç savaşlara dair hafızası, hayli karanlık dehlizlere açılıyor. Örneğin, Otuz Yıl Savaşları’ndan hatıralar aktaran bir kitaba gömülüp gecenizi huzurla tamamlayamazsınız. Uğruna kılıç kuşandıkları ulvî amaçları bir müddet sonra yitirerek sadece ayakta kalmak için savaşmayı sürdüren “ordu”ların dehşetengiz maceraları, size uykuyu haram edecektir. Avrupa’nın ortasında talan ve küçük iktidar adacıkları için dolaşan savaşçı toplulukları… Peşlerinde, artıklar için didişen on binler… Açlıktan ölümlerin sıradan vakalara dönüştüğü, insanoğlunun hemcinsini gerçek anlamda yiyecek kadar alçaldığı bir cehennem… Doğa durumunu ve devleti konuşan Avrupalı filozofların zihnindeki “warre”, parametreleri keskin dost/düşman, içeri/dışarı ayrımları tarafından belirlenmiş, disiplinli ordular arasındaki çatışmalardan çok, herkesi herkesin kurduna dönüştüren bu korkunç manzaraydı.
Zaman ırmağının gözlerden uzak bir köşesinde unutmak istediğimiz dehşet, bizi yüzyılları aşarak yanı başımızda yeniden doğmakla tehdit ediyor. Tuzağına düşmek istemiyorsak, iç savaşlara hasmı alt ederek nokta değil ancak virgül konulabildiğini bir ân için unutmamalıyız. Zafer coşkusunu doya doya tadabilmek, taraflar arasındaki dinamitlenen köprüler yeniden inşâ edilince mümkün olacak. “Ertesi gün”den ise sadece, zaferin ışıltısını Suriyeli çocukların yüzlerinde göreceğimiz “yarınlara” giden o zahmetli yolu bize çok uzaktan da olsa göstermesini bekliyoruz. Fazla mı iyimseriz?