Artık, BDP’li ve PKK’lı üst düzey yöneticiler tarafından her geçen gün daha fazla ısıtılan bir “özerklik” tartışmamız var. BDP’nin farklı sözcüleri, 30 Mart seçimlerinden sonra belediye başkanlıklarını kazandıkları yerlerde özerklik inşası için faaliyetlere başlayacaklarını ilan ediyorlar. Gerekçeler arasında sayılan bazı hususlar, Türkiye’de yürütülen sürecin ilk aşamalarından itibaren dile getirilen kimi kaygı ve eleştirileri hatırlatıyor. Örneğin Gülten Kışanak, özerkliği niçin şimdi gündeme getirdiklerini açıklarken iki hususa parmak basıyor. Kimlikle ilgili taleplerin artık yeterince karşılanmış olmasının ve Suriye’de ilan edilen özerkliğin kendilerini harekete geçirdiğini söylüyor:
“Kürtler önce bir varlık, kimlik mücadelesi sürdürdüler ve bu mücadeleyi kazandılar… Şimdi o zaman Kürtler bir halk olarak varsa kendini yönetme hakkı da vardır. Bu nedenle artık özyönetim, statü, demokratik özerklik diye tanımladığımız şey, aslında bir halkın kendisini yönetme hakkı. Kürt halkı açısından baktığımızda bunun koşullarının oluştuğunu ve uygulanabilir olduğunu görüyoruz. Demokratik özerkliği biz inşa edebiliriz, devlet buna hukuksal olarak bir yanıt vermese de öz gücümüze dayanarak bunu inşa edebiliriz diye bir iddiayla ortaya çıktık… Tabi daha gerçekçi bir proje diye buna bakmamıza neden olan gelişme de Rojava’daki gelişmelerdir.”
Kışanak’ın sözleri, kimlikle ilgili sorunların çözülmesiyle ucu bağımsızlığa kadar gidebilecek siyasi statü taleplerinin azalacağı tezini tekrar tartışmaya açıyor. Kitleler nezdinde anlam ifade edebilecek bu tezin en azından etnikçi siyasi hareketin stratejileri bakımından karşılığı olmadığını bir kez daha görmüş oluyoruz. BDP’liler, etnik/kültürel kimliğin tanınmasını Türkiye’nin kalan kısmıyla bütünleşmeyi sağlayacak güven köprüsünün inşası olarak değil, ayrışma yönünde atılacak ileri adımlar için gerekli zeminin tesisi şeklinde yorumluyorlar. Müzakere süreci, Öcalan’ın parlatılmasıyla kitleleri örgüte daha çok ittiği için halkın beklentileri ile PKK/BDP’nin politikaları arasında oluşabilecek farklılaşmayı kristalize etmek de imkansızlaşıyor.
Ayrıca Suriye’nin kuzeyindeki PYD yapılanmasının Türkiye’deki süreci etkilemeyeceğini varsayan argüman da BDP’lilerin beyanlarıyla anlamsız hale geliyor. “Rojava”daki fiili PKK/PYD egemenliği, örgütün Türkiye’den statü talebini ortadan kaldırmıyor/ertelemiyor. Aksine, gerekçelendiriyor ve teşvik ediyor.
Şüphesiz, özerklik tartışmasının zamanlamasını ve PKK/BDP’nin süreçle ilgili stratejilerini de değerlendirme yaparken dikkate almak gerekiyor. 30 Mart’la sonlanmayacak seçim takvimi işlerken Türkiye, tarihinin en ağır siyasi krizlerinden biriyle boğuşuyor. PKK/BDP, taleplerini azamileştirerek mevcut krizi avantaja çevirmeye çalışıyor. Aynı zamanda, hükümete “Kürdistan” söyleminin mantıkî sonucunu göstermek suretiyle iktidarı bölgedeki seçmen tabanı ile Türkiye genelindeki destekçileri arasına sıkıştıracak bir hamle de yapmış oluyor. Ankara’nın suskunluğu ise PKK/BDP’nin taleplerine meşruiyet kazandırıyor, siyasi mobilizasyon imkanlarını arttırıyor ve bölgedeki konumunu tahkim ediyor. Planlayıcı akıl/aktörler, özerkliği de sürecin bir safhası olarak görüyor mu? Yakın dönemde Osmanlı eyalet sistemine yapılan atıflar gibi bazı işaretler bu sorunun ve özerklik meselesinin ciddiyetle ele alınması gerektiğini ihtar ediyor. Bu yüzden, özerklik doğrultusunda atılacak adımlarla girilecek güzergâh ve muhtemel sonuçlarının dünyada yaşanmış deneyimlerin ışığında tartışılması önem kazanıyor.
***
Barış ve çatışma çözümü araştırmalarına ait muazzam literatürde Türkiye’nin güneydoğusunda inşa edilmek istenen özerkliğin, çatışmayı sonlandırmak bir yana derinleştireceğini ve vadedilenin aksine Kürt kökenli vatandaşlarımızın özgürlüklerini daha da kısıtlayacağını düşündürten önemli bulgular var. Aşağıda işaret edeceğimiz sebeplerle Kürt kökenli vatandaşlarımızın karşısındaki ikilemi “özerklik mi, özgürlük mü?” sorusuyla özetleyebiliriz.
Öncelikle, dünya üzerindeki değişik vakaları inceleyen(1) çok sayıda uzmanın sınırların yeniden çizilmesine “çözüm” değil, kurtulmak istediğimiz acıları kısa ve uzun vadede büyüterek perçinleyecek “sorun” kaynağı olarak baktıklarını söylemeliyiz. Bunun ardından, etnik nitelikli çatışmalardan sonra iç sınırların çizilmesinin ve özerklikle ilgili düzenlemelerin bağımsızlık arzusunu teskin etmediğini eklemeliyiz. Svante E.Cornell’in Kafkasya ile ilgili araştırmalarında(2) da görülebileceği üzere; özerklik, ayrılıkçı grupları bütünleşme doğrultusunda ikna etmiyor. Üstelik hedeflerine ulaşmak için kurumsal ve maddi ilave kaynaklar edinmelerini sağlıyor.(3) İspanya deneyimi, demokratikleşme ve zenginleşme gibi faktörlerin de bu gerçeği fazla değiştirmediğini gösteriyor. Karşımızdaki denklemi şöyle formüle edebiliriz; ayrılma/bölünme çatışmayı sonlandırmıyor. Özerklik ise ayrılma talebini ortadan kaldırmıyor.
Bu noktada ayrıca, etnik hatlar etrafındaki gayrı merkezileşmenin çatışmaya taraf olan gruplar arasındaki farklılıkları pekiştirdiği sonucuna ulaşan çalışmaları(4) da hatırlamak gerekiyor. Etnik kimlikle özdeş bir özerk bölgenin varlığı, ilgili etnik grubun söz konusu coğrafyanın dışında yaşayan üyelerine karşı çoğunluğun bakışını değiştiriyor. Farklılığın harita üzerinde somutlaşması, güvensizliği arttırarak dışlayıcı karakterde bir savunma psikolojisini sosyal ilişkilere taşıyor. Bu durum, etnik grubun özerk bölge dışındaki mensuplarını ayrıştırıp “azınlıklaştırırken”, özerk bölgede de yeni azınlıklar yaratıyor. Ülkenin bütününde çoğunlukta iken, özerk bölgede azınlık haline gelen nüfus ile çoğunlukla birlikte yaşayagelen azınlık mensuplarının artan güvensizlikleri, ayrışmaya daha fazla ivme kazandıracak bir “kurbanlaşma / victimization” psikolojisini tetikleyebiliyor.
Bu uzaklaşma, ülkenin geri kalmış kısımlarına merkezden kaynak aktarımını da zorlaştırıyor. Zengin bölgeler, etnik temelde farklılaşan özerk coğrafyalarla gelirlerini paylaşmak istemiyorlar. Sosyal dayanışma, demokrasi içinde gönüllü olarak gerçekleşecekse kardeşlik duygularının canlı tutulması lazım. Oysa etnik çatışmanın ardından kazanılan özerklik, bu hisleri derinden tahrip ediyor. Sonraki safhalarda ise, Filipinlerde gözlendiği gibi, özerklik elde eden fakir bölgeler ile ülkenin zenginleşen kısmı arasındaki gerilim büyüyor.(5)
Ayrıca, özerkliğin değiştirdiği bölge içindeki güç dağılımının ekonomik yansımaları yeni çatışmalara davetiye çıkarabiliyor. Endonezya’da Suharto sonrası dönemin deneyimleri bu bakımdan incelenmeye değer örnekler sunuyor.(6) Merkezi hükümet tarafından toprağın ve doğal kaynakların kullanımı hususunda alınacak kararlara ilişkin tanınan otonomi, yerel çatışmaları arttırmış ve yeni toprak ağalarının yükselişinin önünü açmıştı. Yani, Brancati’nin vurguladığı, özerkleşmenin bölgesel partileri güçlendirici etkisi yalnızca siyasi alanla sınırlı(7) kalmıyor, ekonomik iktidara da uzanıyor. Özerkliği merkeze Kabul ettiren parti / örgüt, siyaseti ve ekonomisiyle yeniden düzenleyebileceği bir coğrafyada iktidarı temsil etmeye başlıyor.
***
Özerklik / özgürlük ikilemi, tarife çalıştığımız bu sürecin tam kalbinde yer alıyor. Özerkleşme, etnik grubu temsil iddiasındaki örgütü ve kadrolarını özledikleri iktidara kavuşturuyor. Bu yeni iktidar, etnik grubun mensuplarına sembolik düzeyde kimliğe ilişkin tatminler sağlasa da, karşılığında hiç de az şey talep etmiyor. Ülkenin kalan kısmıyla paylaşılan kimlik kodlarının tasfiyesi ve etnik gruba / etnik grubun partisine sadakat bireysel özgürlük alanını önemli güvencelerden yoksun bırakıyor. Etnik parti, uzattığı kimlik kartına ait bedelin etrafını çitlediği coğrafya, değerler, ekonomi vs.’ den ibaret bir hayat alanının kabulüyle ödenmesini istiyor. Böyle bir atmosferde siyasi muhalefet, ihanet yaftasını yemek için yeterli görülüyor.
Özerklik elde etme sürecinin beraberinde getirdiği ayrışma sebebiyle dilediğinizde çitlerden atlayarak kolayca kaçabileceğiniz bir yer de kalmıyor. Çoğunluğun, özerk bölgenin inşası sırasında artan güvensizliği daha önce eviniz gibi hissettiğiniz mekanları size yabancılaştırıyor. Eğer etnikçi siyasi hareketin iktidar ya da militant kadrolarından değilseniz, özerklik size bireysel özgürlük alanınızı ve tercih yapabilme kudretinizi daraltarak önemli bir maliyet çıkarıyor.
Çizdiğimiz bu çerçeve, Kürt kökenli vatandaşlarımızın bireysel özgürlükleriyle, PKK/BDP’nin özerklik talebi arasında aslında ters bir orantının var olduğuna işaret ediyor. Demokrasisi derinleşirken etnik farklılıkların doğal tezahürlerine millet çatısı altında hayat alanı açan bir Türkiye, özerk Kürdistan’dan çok daha geniş bir özgürlük ufku sunuyor. Özgürlüğün yolu, ortak paydaları ve güven köprülerini tahrip pahasına küçük azınlığa iktidar imkanları sağlayacak, ayrışmayı ve kutuplaşmayı hızlandırıcı bir özerklik statüsünü savunmaktan değil, demokratikleşmenin pekiştireceği ortak zeminler üzerinde ülkenin kalan kısmıyla kucaklaşarak etrafı düşmanla çevrili bir gettoya hapsolmayı reddetmekten geçiyor.
[1] Örnek olarak bkz.Hurst Hannum, Autonomy, Sovereignty, and Self-Determination: The Accommodation of Conflicting Rights, University of Pennsylvania Press, 1996.2 Svante Cornell, Small Nations and Great Powers: A Study of Ethnopolitical Conflict in the Caucasus, Routledge, 2005.
3 Zachary Elkins ve John Sides, “Can Institutions Build Unity in Multiethnic States?” American Political Science Review, 2007, 101,4.
4 Thomas Chapman ve Philip G. Roeder, “Partition as a Solutionto Wars of Nationalism: The Importance of Institutions.” American Political Science Review, 2007, 101,4.
5 Evren Balta Paker, Autonomy and Conflict: Looking Into the Kurdish Question In the Light of Different Experiences,http://www.hyd.org.tr/staticfiles/files/article_-_autonomy_and_conflict_-_evren_balta_paker.pdf
6 Arild Schou and Marit Haug, Decentralisation in Conflict and Post-Conflict Situations, Working Paper, 2005. Aktaran Evren Balta Paker, Autonomy and Conflict:Looking Into the Kurdish Question In the Light of Different Experiences,http://www.hyd.org.tr/staticfiles/files/article_-_autonomy_and_conflict_-_evren_balta_paker.pdf
7 Dawn Brancati, “Decentralization: Fueling the Fire or Dampening the Flames of Ethnic Conflict and Secessionism”, International Organization, 2006, 60,3.